TÖKEZLİYOR KÜHEYLAN
Bir çukurun içine hasbelkader düşmüş olan yengeçler, bulundukları yerden çıkıp kurtulmak için çırpınırlar doğal olarak. Kendilerini oradan çıkartmak için yollar denemeye başlayacaklardır. Hamle yaparak bir yerden tutunmayı başarıp kurtulmanın yolunu keşfedenleri gördükleri anda onların oradan çıkıp kurtulmasına aşağıda kalanlar izin vermezler. Diğerlerine fark atarak bulundukları yerden çıkmayı başarmak üzere olana “otur oturduğun yerde” dercesine ayaklarından asılarak başarmasına,oradan kurtulmasına izin vermezler…
Bulundukları yerden çıkmayı beceremeyen yengeçlerin, oradan çıkmayı başarmak üzere olan arkadaşlarına bu davranışlarındaki maksatları ne olabilir? Acaba oradan kurtulmayı becerebilen arkadaşlarının hasretine dayanamayacakları için midir? Yani bir sevgi göstergesi midir? Yoksa başarıya katlanamadıkları için midir?
*
Resim atölyesinde oldukça yetenekli genç ve orta yaşlı hanımlar vardı ilk başlangıçta. Gayet hevesle başlamıştık çalışmalara. Resmin temeli sayılan karakalem çalışmamızda ilk objemiz olan bir çay bardağına ne kadar emek verdiğimizi hatırlıyorum. Okulda resmimin güzel olduğu söylenirdi. Yıllardır elime kalem almamanın etkisi miydi, yoksa yaşım mı geçmişti? Ne çok uğraşmıştım bir bardak barajını aşıncaya kadar.
Bir bardak deyip geçmeyin. İlkokul çocuğuna harfleri yazmak neyse bardak da bizim için oydu. Meğer neler varmış bir bardak çiziminde. Perspektif, simetri, derinlik, gölge, tonlama… neler…neler…
Hoş bir ortamda güle oynaya çalışıyorduk. Ama ne yazık ki her hafta arkadaşların birkaçının çalışma şevklerinin kırıldığını görüyorduk. Evlerinde yakınları tarafından çalışmaları alay ediliyor, beğenilmiyormuş. Eşleri, kardeşleri, arkadaşları veya bunun gibi yakınlarının olumsuz yaklaşımları, dalgaya alan konuşmaları etkiliyormuş narin yapılı hanımları. Çalışmaya devam etmekten vazgeçenler hızla çoğalmış, direnenler olarak biz beş-altı kişi kalmıştık. Oysa aynı sorunları biz de yaşıyorduk. Cehalete karşı azim silahıyla düşe kalka ilerliyorduk. Şevkimizin kırılma noktalarına gelip gelip gidiyorduk.
Eleştirmek dünyanın en kolay işi ne olsa… “Al da sen yap bu kadar eleştiriyorsan!” deyip fırçayı veya kalemi ellerine tutuşturmak gerekiyor bu insanların… Eleştirenlerin keşke niyetleri kişiyi ileriye taşımak olsa içim yanmayacak. Bir hazımsızlığa kurban gidenlere üzülüyorum…Eline fırçayı alandan hemen mükemmellik bekleyenlerin asıl amaçları belli oluyor!
"Meyveli ağaç taşlanır, kavak ağacını hiç taşlayan gördünüz mü?” sözüyle teselli olunsa da kırılmamak mümkün olmuyor. Emeğin taşlanması, aşağı çekilen yengeçlerin akıbetini doğuracaktır çoğu zaman.
Zaman ilerleyip ortaya yağlı boya resim tablolarım çıktıkça bazılarının niyetleri iyice aydınlanmaya başlamıştı. Ne zaman resimlerim söz konusu olsa, ya ünlü Rus ressamlarından veya Rönesans ressamlarından söz açarak onları methetmeye başlayan çok bilmiş birinin konuşmalardan alıp başımı gidesim gelirdi benim de…. Hele birisi var ki, resimlerimin pek değerli olmadığı imasını her defasında yapıyor nedense?
Müzayedelerde değeri ölçülemeyen tablolarla benim çalışmalarımın boy ölçüştürülmesine karşılık , “ o tablolar ressamının belki bininci çalışmasıdır. Üstelik onlarla yarışmak için değil, kendimi rahatlatmak için çalışıyorum” dememe rağmen, aynı terane devam ediyordu…” EL İNSAF!" diyesim geliyordu ama susuyordum.
Sanatın sonu olmayan bir derya olduğunu bilmezler. Asla tamam olmak diye bir şey yoktur. Mükemmellik diye bir şey de yoktur. Güzellik izafi bir kavramdır. Beğenirsin beğenmezsin; kişinin kendi ruh biçimiyle ilgili bir şey bu…
Eleştirilmeyen sanat ve edebiyat olmaz…eleştirilmeli…hem de kıyasıya…o konuda bilgisi olanın eleştirmesi kadar istifadeli bir şey yoktur sanatçılar için. Ama eleştirirken rencide etmeden, yıkmadan, güzel ve iyi yönünü de göstererek eleştirmek gerekli… Amaç; yengeçlerin yaptığı gibi geriye çekmek değil ileriye iteklemek olmalı ki bunun adı eleştiri olsun. Yoksa hazımsızlığın ta kendisidir.
Öyle insanlar var ki ağzınızla kuş kapsanız fark etmemiş gibi dururlar. Fetihler yapsanız yetersiz bulur, şaheser çıkarsanız üzerindeki mikroskopik tozlardan başka bir şey görmez. Bu gibi kişilik bozukluğu olanlar her halükârda dudak bükmeyi, açık bulmayı maharet zannederler. Onlar kusur ve eksikle beslendikleri için doyuma ulaşmak uğruna davulun düzüne de tersine de vuracaklardır… Kusursuzluk Allah’a mahsus olmasına rağmen kusursuzluğu sunsanız önüne yine de kendilerince bir kusur veya kulp bulacaklardır…sizi yolunuzdan alıkoyacaklardır.
Koşmak, ileriye gitmek, başarmak isteyenlerin önüne maddi veya manevi bir takoz koyuyorlar ne yazık ki. Bilek gücüyle olmazsa psikolojik silahla insan enerjisi tüketiliyor bu verdiğim örnekteki gibi… Dar kafalı ve hazımsız yürekli yengeçlere aman dikkat edelim!
***
TÖKEZLİYOR KÜHEYLAN
İnsandır kâinatın, özü, özeti, tümü
Bilinirse değeri, gül saçar tebessümü
Fitneli kulaçların kesilse gücü nefesi
Safi gülen yüreğin çırpınmaz can kafesi
Ay’a yolculuk varken, merdivende tekleyen
Tırmanışa geçeni aşağı itekleyen
Açılacak kapıya çözümsüzlük ekleyen
Süfli yürekler varken, düzelir mi bu düzen?
Kaygan yerde ayağın, düzgün koşması muhal
Can alıcı noktaya, parmak basması muhal
Azgın yaşam dişinde can havliyle dönerken
Işığını sevgiyle parlak asması muhal…
Çelmeler olmasaydı, tozlanmazdı hür meydan
Nasıl koşsun dörtnala, tökezliyor küheylan?
Asuman Soydan Atasayar