Gün/aydın dostlarım…
Yaşamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
TOK ANLAMAZ AÇIN HALİNDEN
İnsanoğlunun tarih boyunca en büyük endişelerinden birini açlık sorunu oluşturmuş; yoksulluk, sefalet ve ölümle birlikte açlık “mahşerin dört atlısı”ndan biri sıfatıyla anılır olmuştur. Bunun gayet anlaşılabilir nedenleri vardır: İnsan hayata tutunabilmek ve varlığını devam ettirebilmek için karnını doyurmak zorundadır. Dahası, sadece ölmeyecek kadar karın doyurmak yetmemektedir. İnsanın hayatını anlamlı kılacak ekonomik, siyasi, kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılabilmesi, üretebilmesi ve değer yaratabilmesi sağlıklı olmasına, sağlıklı olması da iyi beslenebilmesine bağlıdır.
Aslında israf edilmeden kullanılması halinde, yeryüzünün kaynakları bugünkü dünya nüfusundan çok daha fazlasını beslemeye yeterlidir. Sanayi devriminden sonra ortaya çıkan gelişmeler; tarımda makineleşme, gübreleme, ilaçlama ve sulama imkânlarının gelişmesi gibi nedenlerle tarımsal üretimdeki verimlilik inanılmaz ölçülerde artmıştır. Yeryüzünde tarıma elverişli topraklar sınırlı olmasına rağmen, verimlilik artışları sayesinde birim araziden elde edilen ürün miktarı büyük oranda artırılabilmektedir. Buna son zamanlarda gen mühendisliği alanında kaydedilen gelişmeler de eklendiğinde, aslında mevcut teknolojik olanaklar çerçevesinde yeryüzünde açlık diye bir sorunun olmaması gerekir. Oysa bugün yeryüzünün birçok bölgesi için böyle bir sorun vardır ve geleceğe ilişkin beklentiler son zamanlarda giderek kötümser bir tablo çizmektedir.
Dünyada açlık sorununun giderek derinleşmesinin ve bu konudaki endişelerin artmasının en önemli iki nedeni, küresel iklim değişikliğine bağlı olarak artan kuraklık ve bölgesel anlaşmazlıklardan doğan çatışmalardır. Dünyada açlıktan en çok etkilenen halkların dörtte üçü savaşların tahrip ettiği ülkelerin halklarıdır.
İnsanoğlunun hemcinsleriyle geçinememesi ve saldırgan-tahripkâr ideolojilerin peşine takılarak komşularıyla kavgaya girişmesi, birçok başka maliyeti yanında, açlık sorununu da kronik hale getirmektedir.
Daha özelde, az gelişmiş ülkelerdeki gıda üretiminin yetersiz oluşu, bir yandan doğal gelir kaynaklarının yetersizliğine ve iklim koşullarının elverişsizliğine, öte yandan da nüfus yoğunluğuna bağlanmaktadır. Ancak bu satırların yazarına göre, nüfus yoğunluğunun açlık nedeni olması sadece bir yanılgıdan ibarettir. Açlığın nedeni, çocuklarımızı iyi bir eğitim ve terbiye ile yetiştirip nitelikli eleman haline getiremememiz, sahip olduğumuz zaman, enerji, para, sermaye, emek ve toprak gibi kıt kaynaklarımızı çekişme, çatışma, kavga ve savaşlarda heba etmemizdir.
Açlık, insanoğlunun başına gelebilecek en büyük felaketlerden biridir; bundan dolayı atalarımız, “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.” duasını dillerinden düşürmemiştir.
Açlığın yol açtığı sorunlar sayılamayacak kadar çoktur: Hastalıklar, ölümler, iş gücü ve üretim kaybı, verimsizlik, zihinsel gelişim sorunları, ruhsal çöküntü, suç işleme ve şiddet kullanma eğiliminin artması bunlardan bazılarıdır. Açlık sorununu çözememiş bir toplumun sosyal huzurunu sağlaması, kalkınma yolunda hızla ilerlemesi, uluslararası alanda kendi menfaatlerini gözeten politikalar izleyebilmesi mümkün değildir. O halde barış ve huzur içinde bir dünya ortaya koyabilmenin ön koşullarından biri de açlık sorununun çözülmesidir.
Bu bağlamda abonesi olduğum hürriyet. Com.tr den aldığım şu habere göre;
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) Direktörü David Beasley, 36 ülkeyi işaret etti!..
Dünyanın şu an sadece doğal afetlerle değil aynı zamanda “açlık salgınıyla” da karşı karşıya olduğu uyarısında bulunarak, en kötü senaryoya göre yaklaşık 36 ülkede kıtlık görülebileceğini söyledi. “Felaketle karşı karşıyayız”
Beasley, BM Güvenlik Konseyi’ni video konferans yoluyla savaşlar ve silahlı çatışmaların neden olduğu açlığın siviller üzerindeki etkisi hakkında bilgilendirdi.
Kovid-19 salgını başlamadan önce, 2020’de 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en kötü insani krizin yaşanacağı konusunda uyarıda bulunduklarını belirten Beasley, doğal afetler ve iklim değişikliğinin yarattığı sonuçlara dikkati çekiyor. Savaş bölgelerindeki milyonlarca kişinin her geçen gün kıtlığın eşiğine sürüklendiğinin altını çizen Beasley, “821 milyon kişi her gece yatağa aç giriyor ve kronik açlık çekiyor.” dedi.
Beasley, bugün yayımlanan Küresel Gıda Krizi raporundaki verileri de hatırlattı.
Yaklaşık 135 milyon kişinin açlık riskiyle karşı karşıya kalabileceğini aktaran Beasley, en kötü senaryoya göre yaklaşık 36 ülkede kıtlık görülebileceğini ve 10 ülkede birer milyon kişinin hali hazırda açlığın pençesinde olduğunu dile getirdi.
Ekonomi ve sağlık imkânları göz önünde bulundurulduğunda en fazla Afrika ve Orta Doğu için endişe verici sonuçlar doğurabileceğine işaret eden Beasley, bu noktada küresel bir ateşkese ihtiyaç duyulduğunun altını çizdi.
Beasley, şunları kaydetti:
“Henüz kıtlık yok ama sizi uyarmam gerek. Eğer şimdi hazırlanmaz ve harekete geçmezsek ticaretteki aksamaları ve fon kesintilerini önleyemezsek sadece birkaç ay içinde birden fazla devasa kıtlıklarla karşı karşıya kalabiliriz. Atacağımız adımlar sürdürülebilir gıda sistemleri ve barışçıl toplumlar oluşturup oluşturamayacağımızı belirleyecek. Zaman bizden yana değil, akıllı ve hızlı hareket etmek zorundayız.”
Uzmanlar ortalama bir insanın, günlük ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için en az 2 bin 400 ila 2 bin 700 kalorilik besin tüketmesi gerektiğini söylüyor.
Oysa ortalama bir ABD’li Şükran Günü yemeğinde, bir oturuşta 4 bin 500 kalorilik yiyecek tüketiyor. Ortalama bir Fransız’a da Noel gecesi sofrasında 2 bin 400 kalorilik yemek düşüyor.
Bunun örnekleri çok bizim ülkemiz dâhil olmak üzere… Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan bir rapora göre ise dünyada 870 milyon insan, günlük gıda ihtiyacını karşılayamıyor. Gelişmiş ülkelerle fakirliğin kol gezdiği coğrafyalar arasındaki dramatik uçurum, kişi başına düşen kalori miktarında çok net olarak görülüyor.
Bu gün insanlık, kıtlık ve salgınları önleyebilecek bilgiye ve yetkinliğe sahip olduğunu biliyor. Buna rağmen eğer bir salgın veya kıtlık kontrolden çıkarsa, bunun takdiri ilahiden çok insanların ya da yönetenlerin beceriksizliğinden kaynaklanan, kabul edilemez bir başarısızlık görüp, sorumlulardan hesap sorabiliyor.
Kaynaklar sadece hastanelere değil, gıda sistemlerine de gitmeli…
Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin… de ‘Amin’ demek yetmez…
‘’Açlık’’ aç olanlardan çok ‘’Tok’’ olanların imtihanıdır.
İnsanlar açlıkla imtihan edilmemeli…
“Kral’la dilenciyi aynı noktada birleştirdiğinden olsa gerek, “ikisi de aynı iştahla acıkırlar” denmiş…
Bir düşünür, “açlık; dava, kin ve mücadele gibi şeyleri pek tanımaz” diyor…
Yani bir insan aç ise, önceliği davasına veremez… Veya… kin yahut mücadele güdüsüyle açlığı bastırma girişiminde bulunmaz…
Öylesine can yakıcı bir duygudur…
Bu yüzden de… “Açlık ile gurur, hiçbir zaman bağdaşamaz, bir arada bulunmaz…”
“Açlık, ne dost, ne akraba, ne insanlık, ne de hak tanır” denirken de bu anlama işaret vardır…
Can taşıyan için zor bir haldir…
Erzurum’a özgü bir sözdür… “Aç it fırın yıkar” diye…
Rabbim açlıkla imtihan etmesin duası işi özetler…
Yahut büyük Türk düşünürü Kaşgarlı Mahmut’un “deve yükü aş olsa, aça az görünür.” sözü…
Bu anlama gelecek güzel bir ifade de Sebayi’ye aittir…
Diyor ki; “Tok olan cümle cihanı tok sanır. Aç olan âlemde ekmek yok sanır”
Evet, öyledir… Hem öyledir ki… Açlık kılıçtan bile keskindir…
Açlıkla ilgili çok nefis bir tespitte ünlü Alman düşünür Goethe’ye aittir…
“Açlık, en akıllı balıkları bile oltaya getirir” diyor…
Bir başka ecnebi düşünür de… “Açlıktan öleni bir sandık altın diriltemez.” tespitinde bulunuyor…
Buna benzer özlü bir değiş ise Trivalluvar’ın… O da… “Açlık, sert kemikleri yumuşatır” demiş…”
Bütün bunları taçlandıracak ve açlık üzerine söylenebilecek en nefis söz ise bizden birine ait…
Cenap Şahabettin’e…
Ne diyor: “karnı açlardan ziyade kalbi açlara acırım”
Biz de bunun üstüne laf olmaz deyip baştaki duaya sığınırız…
Bir toplumda ne kadar çok yardımlaşma ve dayanışma varsa o kadar çok huzur, barış ve kardeşlik hâkim olur. Bu duyguları kaybeden ve sadece kendini düşünen bir kişi, insanlıktan nasibini almamıştır.
İşte bu nedenle komşu hakkı ve paylaşmaya büyük önem veren Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Müslümanları kardeş olarak tarif ederken, birbirinin derdiyle dertlenmeyeni de hakiki mümin saymamıştır.
Abdullah b. Abbas (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü’min değildir.” Bu hadis bizlere hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun komşumuza yardım etmenin bir insanlık görevi olduğunu anlatıyor.
Hatta yine başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber, “Hangi mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle halkı Allah’ın korumasından uzak düşer” buyururken komşu hakkında ise “Cebrail komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, nerede ise komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım” buyurarak meselenin önemini vurgulamıştır.
Bu ölçünün özellikle günümüzde şehir hayatında ne kadar büyük önemi olduğu açıktır. O halde hiç vakit kaybetmeden yardıma, iyiliğe koşalım, kötülükten bencillikten uzak duralım. Sevelim sevilelim…
Çocuklar bir bakın dostlarım; karşılıksız bir şekilde seviyor. Kolay affediyor, hemen gülüyor. Sevmek için bir ön şartları yok. Onların bu halleri doyasıya sevilmelerini sağlıyor.
Ya yetişkinler, öyle mi?..
Sevmek için öne sürdükleri o kadar çok şart var ki?.. Standartları o kadar yüksek ki?..
Bu durum, onları sevgiden mahrum ediyor. Az sevince ve sevilince mutluluğun ibresi de otomatik olarak düşüyor.
Bunun yerine belki koca Yunus’un “Yaratılanı severim Yaradandan ötürü sözünü rehber edinen bir anlayış getirmek gerekiyor. Sevmek için, muhatabımızın aynı milliyetten, aynı takımdan, aynı şehirden, aynı partiden, aynı inanıştan olmasına gerek yok. Bizi yaratan, ona da değer verip yarattıysa, onu besliyorsa ve o kişi ihanet ve art niyet içinde değilse, elbette o kişi sevilir.
Mevlana gibi demek gerekiyor belki de: “Ne olursan ol gel, emin ol sevileceksin…”
İslam’a göre hakiki sevgi, Allah’a (cc) olan sevgidir. Çünkü sahip olduğumuz ve sevgi duyduğumuz her şeyi yaratan O’ dur. Fıtratımız gereği yakınlarımızı, kazanç sağlamayı ve kazancın sağladığı nimetlerden yararlanmayı severiz. Ancak (Tevbe, 9/24) ayetinde bu gerçeğe de işaret ederek bizden, anılan sevgilerin kaynağını bilmemizi ve hakiki sevgiyi o kaynağa yöneltmemizi istemektedir. Bunu gerçekleştirdiğimizde, dünyevî istek ve bağların esiri olmaktan kurtulup gerçek özgürlüğe kavuşacağımız gibi bütün sevgilerimiz de anlamlı hâle gelmiş olacaktır…
İşte bu gün buraya kadar dostlarım… Ve şairin şu dediğine kulak verin; “Hayatınızdan gün çalanlara değil gününüze hayat katanlara değer verin…”
Sevmek dünyadaki en büyük güzelliktir.
Hayat sevince güzel ve diyelim ki her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Hadi kahvenizi alın, oturun bir köşeye. Ruhumuzu keşfe çıktık, sizde katılın bu serüvene…
Kim ki; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım…’
Hepimiz için güzelliğin adının gerçekten daima ‘güzellik’ kalacağı ve daima gerçek rollerimiz için sahnede yer alabileceğimiz ömürler diliyorum…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Bu güzel Çarşamba gününüz aydınlık, hayırlı ve bereketli, sofralarınız dolu olsun. Sevgi ve aşkla, her dem gönül soframdan gönül sofranıza, sevgi ve muhabbet gönderiyorum… Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın. Bir gün bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#