Tüketici Örgütleri federasyonu 01.01.2010-31.12.2010 Tüketici Sorunları Raporu’nda Gıda ve Gıda Güvenliğine yer verdi. Geçtiğimiz yıllarda Tüketici Dernekleri Gıda ve Gıda Güvenliği’ni gündemlerine almaz iken TÖF’ün geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da Gıda ve Gıda Güvenliğine 2010 yılı çalışmalarında yer vermesi ‘’Gerçek Gıda’’ ya hasret bilinçli tüketiciler tarafından olumlu karşılandı.
İşte Tüketici Dernekleri Federasyonu’nun Gıda Güvenliği ile İlgili Raporu:
GIDA, GIDA GÜVENLİĞİ
Gıda Katkı Maddeleri.
Özellikle hazır gıdaların işlenmesi/üretilmesi sürecinde belirli bir işlevi yerine getirmesi için, bilinçli olarak kullanılan/katılan katkı maddeleri renklendirici, koruyucu, mineral tuz, kıvam artıcı, homojenleştirici, parlatıcı, tatlandırıcı, inceltici, aroma ve tat verici amaçlı olarak kullanılmaktadır.
Gıda katkı maddeleri, gıda kalitesinin artmasına neden olabilir mi? Tabi ki hayır! Sitrik asit (E 330), mono sodyum glutamat (MSG-E621), mono potasyum glutamat (E622), sodyum benzoat (E211), laktik asit (E270), nitrat+sodyum türevleri ve sayabileceğimiz birçok diğer katkı maddeleri, hiçbir besleyici değeri olmayan ve gıda maddelerine lezzet katmak, raf ömrünü uzatmak ve işlevsel kılmak için kullanılmaktadır.
Gıda kaynaklı tehlikeler, artık gıdaları üretenler tarafından da kabul edilmektedir. “Çok kullanmazsan zarar görmezsin” yaklaşımı da sadece aldatmacadan ibarettir.
Örnek verdiğimiz katkı maddeleri ile diğerlerinin, katkı olarak ister binde 1, ister yüzde 1 oranında kullanılsın, kısa vadede ya da uzun vadede tüketilmesinin, tüketenin yaşamına hiçbir katkısı olmadığı gibi zararları da yaşanan süreçte ortaya çıkacağı gerçeği ile karşı karşıyayız.
Sigara da olduğu gibi, katkı maddelerinin de, başta kanser olmak üzere ortaya çıkan birçok hastalığın nedenleri arasında olduğu bilim insanlarınca yapılan araştırmalarda saptanmıştır.
Diğer yandan başta pankreas olmak üzere kanser türlerine, kalp, damar, böbrek hastalıkları, Obezite, diyabet, karaciğer yetmezliğine ve bir çok hastalığa neden olduğu bilim insanlarınca belirlenen mısırdan üretilen nişasta bazlı şekerin birçok AB ülkesinde yasaklanmasına karşın ülkemizde giderek artan oranda kullanılması ve buna izin verilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. 20 Avrupa Birliğinin ülkesine 2010 yılında tahsis edilen Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üretim kota ortalaması yüzde 6,5 civarında olup, bu oran Türkiye’nin çok altındadır. Şeker yasasıyla, ülkemizde toplam şeker üretiminin yüzde 10’u Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üretimine ayrılmış, Bakanlar Kurulu verilen yüzde 50 olan arttırma ve eksiltme yetkisini her yıl kotayı artırma yönünde kullanmış ve bugün ülkemizde Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üretim kotası yüzde 15 olarak uygulanmaktadır.
Tüketicinin sağlık ve güvenliğini tehdit eden, ekonomik çıkarlarına zarar veren, bilgilenme hakkını yok sayan, çevresel tehlikeler yaratarak, yaşamı tehdit eden, sağlıksız gıda üreten, satan firmaların haksız ve hukuksuz tüm uygulamaları artarak devam ederken, gerekli denetimleri yeterince yapmayan kamu otoritesinin bu tavrı devam etmektedir.
Bilim insanlarının yaptığı çalışmalar sonucunda hastalıkların önlenmesinde gıdalarla ilgili olarak;
*Tuz Tüketimini azaltılması
*Trans yağ asitlerinin uzaklaştırılması
*Doymuş yağ tüketiminin azaltılması ve
*Şeker tüketiminin sınırlandırılması önerilmesine karşın konuyla ilgili önlem alınmasına yönelik ciddi girişimler bulunmamaktadır.
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar. (GDO) “Kendi türünden ya da bir başka canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikro organizmalar “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar.” Olarak tanımladığımız ve biyoteknoloji şirketleri tarafından 1990 lı yıllardan başlayarak gıda maddesi ve yem olarak tüketiciler olarak yaşamımıza sokulan GDO ların ülkemizde 1998 yılından bu yana hammadde ve işlenmiş ürün olarak ithalatı yapılmaktadır. Avrupa Komisyonunun bir raporuna göre bugün 30 çeşit üretilen GDO lu ürün sayısının önümüzdeki 5 yıl içerisinde 120 çeşide yükseleceği öngörülmüştür.
Biyoteknoloji şirketleri insanlığı yanıltıyor.
Aktarılmış genlerin doğal bitki türüne atlayarak, bulundukları çevredeki doğal türlerde genetik çeşitliliğin kaybına neden olmaları ile yabani türlerin doğal yapılarında sapmalara neden olarak, ekosistemdeki tür dağılımını ve dengeleri bozmalarıdır.
Biyoçeşitliliği yok etmeyi amaçlayan GDO lu tohumlar kısırdır. Bu kısır tohumların ekiminin tarımda ilaç kullanımını azalttığı, verimi arttırdığı yaklaşımı ise doğru değildir.
Oysa, ABD de Transgenik (GDO’lu) tarımda 13 yılda, 143 milyon kg Herbisitlerin (yabani otlara karşı kullanılan tarım ilaçları) ek olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır.
Bilim insanlarının yaptığı araştırmalarda, GDO’lu ürünlerinin gıda olarak kullanımında insan ve hayvanda toksik (zehir), allerjik etkiler yapması, antibiyotiklere karşı direnç oluşturması, doğrudan alım durumunda ise insan ve hayvan bünyesindeki mikro organizmalarla birleşme ihtimali gibi önemli sağlık riskleri ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
Dünyada farklı politikalar nedeniyle 1 milyarı aşan insanın açlıkla boğuştuğu gerçeğine karşın, bugün GDO ların iddia edildiği gibi açlığa çare olmadığı kanıtlanmıştır. Ülkemizde ekilen yerli mısır çeşitlerindeki verimliliğin ABD ve Arjantin ve diğer ülkelerde üretilen GDO lu mısırın verimliliğinden yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine (01.02.2011) göre, 2010 yılında, Birim alana verim GDO’lu tohumla mısır üreten Arjantin’de yüzde 24 artarken, GDO’suz tohumla üretim yapan Türkiye’de yüzde 95 artmıştır. Ayrıca, GDO’suz tohumla üretim yapan Türkiye’nin birim alanda mısır verimi, GDO’lu tohumla üretim yapan Arjantin’den yüzde 28 daha yüksek olmuştur.
GDO ların bir önemli tehlikesi ise, dünya gıda ve yem piyasasının Amerikan biyoteknoloji şirketlerinin eline geçmesi ve bunların insanlığa karşı silah olarak kullanılmasıdır.
Henry Kissingerin “Petrolü kontrol edersen, ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.” Sözü, Amerikan biyoteknoloji şirketlerinin amacını/hedefini çok net ifade etmektedir.
Yıllardır GDO ya hayır platformunun, TÖF üyesi tüketici örgütlerinin ve duyarlı kesimlerin yaptığı çalışmalarla GDO ların insan, hayvan ve çevreye olan olumsuz etkileri anlatılmış ve bugün de anlatılmaya devam edilmektedir.
Önce yönetmelikle, sonra Biyogüvenlik kanununa konulan hükümlerle GDO ların ülkemize girişi serbest bırakılmıştır. Tarım Bakanlığı tarafından öncelikle, “Gıda Ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar Ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol Ve Denetimine Dair” yönetmelikle GDO lu ürün, gıda maddeleri ve yemlerin girişine resmi bir dayanak oluşturulmuştur.
Yönetmelik, Danıştay’ın iptal etmesi ve Yoğun tepkiler nedeniyle, 9 aylık bir sürede 4 kez değiştirilmiştir.
Biyogüvenlik Kanununun 18.03.2010 tarihinde yasalaşması, ile, ilgili yönetmeliğin 26.09.2010 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, GDO`lu ürünlerin ülkemize girişi kolaylaştırılmıştır.
Türkiye ye GDO lu ürün, gıda ve yemlerin serbestçe girmesiyle, 2010 yılında, yaklaşık 500,000 ton mısır, 850,000 ton civarında soya ithal edildiği bunların tamamına yakınının GDO lu olduğu bilinmektedir.
2010 yılında da, Türkiye de kullanılan hayvan yeminin önemli bir bölümünün (1.386,811 ton) GDO lu yemlerden oluştuğu, tüketicilerin GDO lu yemlerle yetiştirilen büyükbaş ve kümes hayvanları konusunda ve işlenmiş GDO lu ürünlerle ilgili tüketim sürecinde bilgilendirilmedikleri ve ülkemiz tüketicilerinin 1998 yılından bu yana GDO ları yaygın biçimde tükettikleri ortaya çıkmıştır.
GDO lu mısır ve soya 1000 çeşidin üzerinde işlenmiş gıda ürününde kullanılmaktadır. Çukurova üniversitesi Ziraat Mühendisliği Fakültesi öğretim üyesinin, “GDO lu ürünlerin olumsuz etkilerinin 20-30 yıl sonra ortaya çıkabileceğini, bu sürecin Çernobil’in etkilerinin ortaya çıkmasında da görüldüğünü hatırlatması” soruna dikkat çekilmesi açısından önemlidir.
GDO’lu olduğu kabul edilen ürünlerin tamamının etiketlenmesi ve üzerine 12 punto büyüklükte yazılmasının gerekli olduğu ortadadır. Etiketlemenin yönetmelikteki haliyle tüketici kanunuyla çeliştiğini ve Tüketiciyi korumadığını, görüyoruz. Bu nedenle GDO lu olduğu bilinen, risk taşıma potansiyeli olan tüm ürünler etiketlenmelidir. Ayrıca getirilen binde dokuzluk GDO eşik değeri de kabul edilemez bir durumdur. Bunun için bu oranın sıfıra çekilmesi gerekmektedir.
Yaşam Patentlenemez;
Genetik yapısı değiştirilen tohumlar/ürünler patentleniyor. Doğada bulunan genler için verilen diğer tüm patentler meşru değildir. Bunun adı biyolojik korsanlıktır.
GDO’lu tarım kendi dışındaki tüm tarım yöntemlerini ve özellikle de geleneksel tarım ile ekolojik tarımı yok eden, biyoçeşitliliği ortadan kaldıran totaliter bir tekniktir.
Tüm bu nedenlerle de;
GDO ların, GDO’lu gıda maddeleri ile yemlerin ülkemize girişi yasaklanmalıdır.
GDO’lu tarımın önü açılmamalıdır.
Yerli gen kaynaklarımızın korunması, geliştirilmesi ve ıslah çalışmaları yapılmalı, yerli tohumculuk sektörünün oluşturulması için politikalar üretilmelidir.
Biyogüvenlik kanununda zaman geçirilmeden değişiklik yapılarak GDO ları kesinlikle reddeden, Biyoçeşitliliğimize sahip çıkan hükümlere yer verilmelidir.
Havası, suyu, toprağı kirletilmemiş bir ülkede yaşamak her canlının doğal hakkıdır!…
Tüketici Dernekleri Federasyon Başkanı Sayın Fuat Ergin’e teşekkür ederken Kolalı içecekleri, mısır şurubundan yapılan içecekleri, gıda katıkılı tüm içecekleri üreten fabrikaların oluşturduğu Derneğin Genel Başkana Tarım Bakanlığı’na bağlı Ulusal Gıda Kodeks Komisyonunda üye olarak yer verilerken, söz sahibi kılınırken 75 milyon tüketicinin sivil toplum kuruluşunun Genel Başkanı’nın da artık UGKK’nunda yer alması için bir kampanya başlatmasını dileriz.
Gıda Yönetmeliklerinin hazırlanmasında artık tüketiciler de söz sahibi olmalıdır!
https://groups.google.com/group/cigsutureticileri