Şehrin kenar mahallesindeydi. Sokağı dardı, köşesindeki, tarihi konağının alt katını mağaza yapmıştı. Mağazanın her tarafı ahşaptı. Tabanı, yanları ve tavanı cilaladı. Aldığı eşyalar ya eski veya eskitilmiş olmalıydı.
Işıklandırmada da kullandığı lambalar eski görünümlüydü. Tezgâhı çok geniş olmayan bir kalastan yaptırdı. Kalasın üzerini yine eskitti. Kullanacağı her eşyanın örneğin metre gibi eski belki de yüz yıllık metre buldu.
Yine eski masa ve tabureler yerleştirdi. Bu konuda çok iyi bir iç mimar buldu. Mağaza öyle dizayn edilmişti ki, görenin ilgisini çekiyordu. Bu kadarlıkla da kalmadı. Mağazanın köşelerine ilginç tarihi değeri olan antika eşyalar koydu.
Mağazanın tüm rafları cilalı tahta ve eskitilmişti.
Bu kadar titiz davrana mağazacı için herkes merak içerisindeydi. Acaba ne satacaktı. Satacağı eşyaları almaya başladığında yine insanları yanılttı. Yün ve yün iplikten dokunmuş ürünler satacaktı. Mağazasının adını da “Yün Dokuma atölyesi” koymuştu.
Düşüncesine uygun bir de tezgâhtar buldu. Tezgâhtarı ince duygulu ve çalışkan biriydi. Genelde bu tür işlerde yirmi yıldan fazla çalışmıştı.
Yün ve yün iplikten dokunmuş ne kadar eşya varsa, her çeşidini satacaktı.
Kendine ve tezgâhtarına heybe almıştı. Çarşı Pazar heybeyle dolaşıyorlardı. Adları da “Heybeli Mağazaya” çıkmıştı. Bunun üzerine mağazanın adını da “Heybeli Yün Dokuma Atölyesi” olarak değiştirmişlerdi.
Soğukların arifesinde, yün çorap ve bere satışlarına yetişemiyorlardı. Mağazanın her yerine, “Örgü bizim işimiz” diye tabela asmıştı. Ayrıca “İlaç” satıyoruz” diyorlardı.
El örgü olmayan hiçbir şey satılmıyordu. Halı başta olmak üzere, kilim, yün yolluklar. Heybe, beşik örtüsü ve bağlar satılıyordu. El emeği kazaklar ve hırkalar da çok değerliydi. Ayrıca mağazanın arkasında sipariş yapılabiliyordu. Çünkü mağaza adına ören kadınlar vardı.
Mağazada sanat müziği incecikten çalardı. Işıklandırma özeldi. Yün boyası kök boyaydı. Tezgâhtar masanın üzerinde bal ve dut pekmezi, gaz ocağı ve semaver de bulunuyordu. Yalnız çayı ocakta yapıyorlardı.
Toprak kaplar da mağazada yerini almıştı. Çay yerine ıhlamur, kekik, ada çayı ve diğer otlardı. Her gelene ot çayı verilirdi.
Eski eşya tabloları, mağazayı süslemişti. Koyun sürüsü ve çoban köpeği tabloları tipikti. Ayrıca tandırda ekmek pişiren köylü tablosu yine çok enteresandı. Mağazanın arkaya yakın kuyudan su çeken çıkrık yapılmıştı. Çıkrık da çok ilgi çekiyordu. Nazar boncukları ise çoktu.
Müzik araçlarından saz ve çeşitleri duvarı süslüyordu. Ayrıca doğal mantar tabloları da yerini koruyordu.
Ustası için yün örgünün dili örgüydü. Destan yazmak için yün gerekliydi. Yün örgüye her gün bayramdı. Reklam olarak Heybeli diye isim kullanmıştı.
Bir demet yün ile sağlıklı hayata diyerek reklam yapıyorlardı.
Hasan TANRIVERDİ