Üretim ve tüketim merkezli bugünün şehirleri insanileşme olgusundan uzaktır. Şehirler bir değirmen misali içindeki kişilerin insanî duygularını öğütmektedir. Günümüzde şehirler birer aslan, insanlarsa onlara atılan birer yemden ibarettir. İnancına, tarihine ve kültürüne yabancı şehirlerde yaşayan insanlar bir zaman sonra kendilerine de yabancılaşmaktadır. Böyle olunca bir zaman sonra, inandıkları gibi yaşayamayan insan yığınları yaşadıkları gibi inanma gafletine düşeceklerdir. Bu, uçuruma gelindiğinin resmidir.
Şair H. Hüseyin Korkmazgil’in bir şiirinde göç olayı bakın nasıl anlatılıyor: “kırk bin köyden birer kişi/göçüyor kırk bin kişi/kırk bin köyden onar kişi/göçüyor yarım milyon/ya ellişer yüzer kişi?/göçüyor milyon milyon/vatanda vatan/güzel beyler/hanımlar/kusuyor bütün köyler insanlarını/kusuyor kasabalar/baştanbaşa bütün ülke/kusuyor insanını!”(Koçero-Vatan Şiiri)… Şehirlerimizin yaşadığı sancı bu dizelerde resmediliyor. Köyler, kasabalar insanlarını kusunca şehirler de kusmuktan geçilmiyor. Eline malayı alan şehrin varoşlarında kuruyor meskenini… Bu kirlilik gittikçe şehre abanıyor, bir zaman sonra köyleşiyor kentler…Buna göz yuman belediyeler gelecek nesilleri değil, gelecek seçimleri düşünüyor ne yazık ki!…
Şehirler de bir can taşır yorgun bedenlerinde… Şehirlerin ruhunu kabzeden mimarlar, mühendisler ve müteahhitler vardır. Şehirleri hanlar, hamamlar, saraylar, camiler ve medreselerle donatan ecdadımız insan merkezli yaşam alanları oluşturmuştur. Bizler o sıcak mekanları yok etmiş, yerlerine yenilerini kurarak iyice ruhsuzlaştırmışız… Bu aslında sözüm ona çağdaş insanın buhranlarının ve ruh çarpıklığının mimariye yansıyan halidir. Bu acı tabloyu Trabzon’un kıyısında, köşesinde, hatta en merkezi mekanlarında da görebiliyoruz.
Trabzon ve onun gibi nice şehirler, mazisiyle uyumlu şehirleşmenin hasretini çekmektedir. Şehirlerin akciğerleri olan yeşil alanlar sökülüp atılmış, artık kuş sesleriyle uyanamıyoruz uykumuzdan. Munis kuş sesleri yerine bir imalathanenin, bir işportacının, bir okulun sesleri tırmalıyor kulaklarımızı. Tıkış tıkış inşa edilen kentlerde yatak odalarımız bile kem gözlerin bakış menzilinde… Perdeyi bir parça açık bırakma gafleti mahremiyetimize zehirli okların saplanmasına zemin hazırlayabilir. Böyle de olmaz ki, böyle de yaşanmaz ki!…
Bugünkü çarpık şehirler ihmalin, düşüncesizliğin, menfaatin ve aymazlığın prematüre çocuklarıdır. Kuvözlerde yaşatmaya çalıştığımız bu olgunlaşmamış bünye, bizi dünden koparıyor; geçmişle gelecek arasındaki köprüleri havaya uçuruyor. Zira şehirlerin saflığını ve masumiyetini yok ettik hoyrat ellerimizle… Yedi Kocalı Hürmüz’e döndü yaşam alanlarımız… Seküler bir bakış acısıyla inşa edilen yaşam alanlarımız ruhlarımızı karartıyor ve katılaştırıyor. Şehirlerin kıyametinin senaryosu yazıldı bile… Birileri bu senaryoyu yönetirken, birileri de onun hamiliğini yapıyor. Sur’un sesi kulaklara değmek üzeredir.
Günümüzde göç, çarpık kentleşme ve değerlerin iflası yüzünden kişilerin yaşadıkları yerle olan bağları iyice zayıflamıştır. Öyle ki gün boyu dolaştığınız şehirde selam verebileceğiniz, derdinizi ve sırrınızı anlatabileceğiniz bir dost simaya hasret kalırsınız. Bu “kendi şehrinde yabancı olmak” deyimini kazandırmıştır(!) lügatlerimize. Yabancı, soğuk yüzler ve donuk bakışlar modern şehirlerin yeni siluetidir. ‘İnsan yüzlü şehirler’ her geçen gün tükenmekte, elimizden kayıp boşlukta yok olmaktadır. Buna Trabzon’umuz da dahildir.
Trabzon tez vakitte titreyip kendine dönmelidir. Aynadaki çirkin görüntüsünün farkına varmalıdır. Aynaya kızıp onu kırmak yerine, kendi çarpıklığını bir an evvel düzeltmelidir. Bu kentin önderleri cüzdan muhasebesini bir kenara bırakıp vicdan muhasebesi yapmalıdır. Şehir kendisiyle hesaplaşmalıdır. Kentin baronları sahiplenme duygusuyla şehre kucak açmalıdır.
Bir ömür tükettiğimiz Karadeniz’in incisi Trabzon, mazinin ve modern zamanların rengini uyum içinde taşımalıdır. Bu şehir hepimizin en mahrem sırlarına vakıftır. Onun doğal dokusunu bozmak ihanetlerin en büyüğüdür. Bizler gün geldi ayaklarımızın paramparça olmasını göze alarak bu kentin cam kırıkları üzerinde yürüdük. Şimdi bu şehri Victor Hugo’nun Paris’i, Charles Dickens’ın Londra’yı, Dostoyevski’nin S.Petesburg’u eserlerinde yücelttiği gibi yüceltmeliyiz. Şair ve yazarlara ilham kaynağı olan Trabzon, gönüllerde ebedileşmelidir. Biz bu kente sevdalıyız. Nereye gidersek gidelim bu güzel şehir, bu güzel deniz, kartpostalları andıran bu güzel coğrafya bizimle gelecek, düşlerimizde yaşayacak ve bizi bir gölge gibi takip edecektir. O yüzden bu şehrin köklerini kesip onu öksüz koymayalım.