‘Dindar’ kavramıyla, Batının Rönesans ve reform hareketleri sonrası İslam dünyasında hatta tüm doğuda çıkardığı ve Müslüman dünyanın üç yüz yılı aşkın bir süredir hala atlatamadığı bunalım sürecinde dine, iman ve bağlılıkta bu süreçte kendi konum ve kimliğini belirlemeye çalışan inanan aydın, münevverleri kastediyorum.
Batının üstünlüğü sürecinde Osmanlı, son dönemi itibariyle aydın münevver ve bürokraside üç temel ayrıma ulaşmıştır:
Birinci grup: Dinin buyruk alanından çıkıp her ne olursa olsun Batı, batılı gibi olmada tamamen onların yaptıklarını yapmadan başka çare kalmadığına inananlar ve bunu uygulama imkanına kavuşanlar. Yeni Osmanlılar veya Jön Türkler olarak başlayan az bir aydın grubun başlattığı bu yaklaşım, İttihat ve Terakkiye devamında Cumhuriyete yön vermiştir.
İkinci grup: Bugün ‘liberal’ diye ifade edilen Batıya tamamen açık, dine ve dindarlara da hak veren daha çok birinci grup yaklaşımının hakim olduğu bugün bile belirleyiciliği sağlayan etkin aydın grubu.
Üçüncü grup ise ilk paragrafta tarifini yaptığımız dindar gruptur.
Osmanlı son döneminde ‘dindar aydınların’ batı dünyasına karşı konumu ‘tamamen batıyı ve batıdaki her şeyi alalım ilim ve fennini ama dini ve ahlaksızlığını değil’ noktasıdır. Aslında bu anlayışta temelde hata ve eksikler vardı. Dahası İslam dünyasının ‘müslüman aydınları’ batı bunalımını gerçekçi ve doğru şekilde değerlendirip yerli yerine oturtamamışlardır. Bu eksiklik diğer gruplar içerisinde hep azınlık ve etkisiz konumda onları tutmuştur.
Tekrar ifade etmek gerekirse bugün Türkiye ve İslam dünyasının içinde bulunduğu olumsuz durum üç yüzyıl önce yaşadığımız Batı bunalımıdır. Bu sorunu yerli yerinde çözmediğimiz sürece de acı tablomuz devam edecektir.
Osmanlı açısından ifade edecek olursak ‘batı bunalımı’ karşısında ‘ittihat ve terakki’ süreciyle başlayan birinci grup hakimiyeti ve zihniyetiyle bu bunalımın tam olarak çözülemeyeceği ortaya çıkmıştır. Belirli bir noktaya gelinmesinde ikinci liberal grubun dengeleyici etkisi önemlidir. Diğer taraftan, diğerlerince hep çekiştirilen dindar grup ifade ettiğimiz üzere bir defa batıya karşı kendini konumlandırmada açık ve net bir anlayış ortaya koyamamıştır. ‘Din ve ahlaksızlığını değil ama batının her şeyini alalım’ anlayışı sonuçta onları çok az bir farkla diğer iki gruba, onların anlayışına götürecektir.
İslam dininin etkin ve güçlü dinamiğini etkin hale getiremedikleri gibi bunu sağlayıcı yerli yerinde ciddi etkili, sürekli bir fikir, düşünce ve çalışmaları da olmamıştır.
Siyasal İslam diye ifade edilen yaklaşımla da bunun hiçbir şekilde ‘batı bunalımına’ çözüm olmayacağını yaşadığımız son süreç göstermiştir.
Yönetimde ve yönetiyor olmak dindarda olsanız sorunun çözümü anlamına gelmemektedir.,
‘Batı bunalımına’ karşı bugün geldiğimiz hatta aldığımız küçük adımı bence dindarlara değil liberallere borçluyuz. Konumları siyaseti de belirlemektedir.