Sevgili okuyucular, Türkiye'nin meselelerini saymaya başlarsak, bırakınız gittikçe daraltılan bu sütunları, ciltler dolusu kitaplara sığdıramayız. Son yüzyılda milletimizin en büyük meselesi, dayatmalardan arındırılmış, milletin değerlerine saygılı, millî iradeye dayanan bir demokrasinin kurulmasında gecikilmesidir. İlk dönemdeki totaliter yönetimin ardından DP ile geçici bir bahar yaşandıktan sonra 27 Mayıs'ta Darbeler Dönemi başlamış ve yarım asır boyunca devam etmiştir. Başbakan Erdoğan'ın ve iktidarının en büyük başarısı, bu militarist vesayeti ve jüristokratik tahakkümü sona erdirmiş olmasıdır.
Terör meselesi, son çeyrek asırlık dönemde, Türkiye'nin ikinci büyük meselesi olmuş; teşhis ve mücadele yöntemlerindeki yanlışlar yüzünden bu mesele günümüze kadar devam etmiştir. Terör saldırılarına karşı, geçmişte önemli mücadeleler verildiği inkâr edilemez. Ancak 2012 yılına gelinceye kadar terör konusunda ne yazık ki fazla tesirli olunamamış ve terör tırmanışına devam etmiştir.
Son bir yıllık dönem zarfında, iç ve dış baskılar, medya saptırması ve bizzat yakınındaki çevrenin yanlış yönlendirmelerine rağmen, Başbakan Erdoğan, terörle mücadelede doğru tespit ve teşhislerde bulunmuş; mücadele yöntemini tamamen değiştirmiş ve bu sürecin sonunda terör örgütü dağılma noktasına getirilmiştir. Lider Erdoğan, Türkiye'nin ikinci büyük meselesi olan terörün sonlandırılmasına da imzasını atmak üzeredir.
***
Erdoğan'ın geçen salı günü AK Parti Genel Merkezi'nde yaptığı konuşmayı internetten bulup okumanızı hepinize tavsiye ediyorum. Bu konuşmada, özellikle eli kanlı teröristler ve bunların uzantılarıyla Kürt kardeşlerimizi nasıl ayırdığını göreceksiniz. Her zaman yazdığım gibi, bir taraftan saldırgan teröriste karşı azimli bir mücadele yürütülürken, diğer taraftan Kürt kardeşlerimiz sevgi ve şefkatle kucaklanmaktadır.
Erdal Şafak, geçen hafta yayınlanan bir yazısına, 'Terör örgütleriyle, ayrılıkçı hareketlerle müzakere masasına oturmak, şeytanla yatağa girmek gibidir' diyerek başlıyor ve Kolombiya örneğini anlatıyor. Şafak'a göre, 'Hem mücadale hem müzakere' yapan iki ülkeden biriyiz. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da bir konuşmasında, 'Akan kanın durdurulması için kiminle görüşülmesi gerekirse görüşürüz' diyor. Bu, genel çerçevede doğru bir ifadedir. Lâkin, PKK konusunda geçerli değildir.
Geçmişte, terör örgütü ile yapılan görüşmeler hiçbir fayda sağlamamış ve hep hüsranla neticelenmiştir. Bu nevi temaslar ve iyi niyetli teşebbüsler, aslında menfaate dayalı bir mafya örgütü olan PKK tarafından istismar edilmiş ve siyasî iktidar aleyhine kullanılmıştır.
Kim ne derse desin, aslında Habur Vakası da, Oslo görüşmeleri de, teröristbaşı ile yapılan temaslar da, Türkiye ve özellikle AK Parti İktidarı için fevkalâde zararlı olmuştur.
Esasen, devlet teröristle pazarlığa oturmaz. Bundan sonraki merhalede PKK dağıtılarak silâh bırakmaya mecbur edilince ve BDP terörden demokratik siyaset çizgisine çekilebilirse, Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü çerçevesinde durum değerlendirilebilir. Ancak, daha önce yapılan müzakereler, terörün bitirilmesini geciktirmekten başka bir sonuç vermez.