Dikkatim gayri ihtiyari adamın üzerindekilere ve hareketlerine yoğunlaştı. Montu parça parçaydı. Yakasına aşağı teneke kutuları, kavanoz kapakları ve at nalları asılıydı. Arka tarafında ise plastik meyveler, sarımsak ve kuru soğanlar adamı ilginç hâle sokmuştu. Otobüslerin etrafında dönüyor. Sesi gür çıkıyor, fakat dediği anlaşılmıyordu. Son otobüse geldi durdu.
Elindeki sopayı önüne doğru uzattı. Diğer sopayı da havada salladı. Etrafını dönmediği arabanın yanına koştu ve hızla dönmeye başladı.
Kara denize göre sisli ve soğuk bir hava vardı. Bavulumu yazıhanenin yanına bıraktım. İki sopalı adamı da göz ucuyla takip ediyordum. Otobüslerin etrafında koşuyor ve kimseye de aldırış etmiyordu. Adamın hareketleri ve koşması, kaptanın, yardımcılarının ve tüm çalışanlarının umurunda değildi.
Bir ilin şehirlerarası terminalinden baş şehre gitmek için bekliyorum. Yazıhanenin önündeki bavulumu otobüse yaklaştırdım. Arkadaşlarımdan ayrıldığım için de üzgünüm. Otobüsün hareket saatini öğrenmek için, görevliye doğru yürüdüm. Görevli,”Yarım saat sonra karşıdan hareket ediyoruz,” dedi.
Büfeden gazete, çikolata ve bir kutu bisküvi aldım. İki sopalı adam, teneke kutular ve nallarla gürültü çıkararak, çıkış kapısında iken gözden kayboldu. Saati dolan otobüsler terminalden çıkış yapıyordu. Yolcularını uğurlayanlar el sallıyor, bazıları da ağlıyordu. Ağlayanlar her zaman ki gibi dikkatimi çekti.
Çayımı bisküviyle içerken bulutların üzerimize gelmesi devam ediyordu. Aceleden kalktım, içeriye geçtim. Havadaki bulut kümeleri hoşuma gitmedi. İçim buruldu bir hoş oldum. Gözümü bulutlardan ayırmadım. Geçtiğimiz hafta sel felaketi acı sonuçlar doğurmuştu. Sahilde sağlam köprü kalmamıştı.
Kaptan otobüsü çalıştırdı. Yolcuların bir kısmı da kapıya yönelmişti. Hava karardı, demeye kalmadı, yağmur başladı. Gök yine delinmişti. Yalnız fazla sürmedi. Bulutlar denize yönlendi ve denizin üzeri karardı.
Otobüsün hareket saati anons edildiğinde, güneş görülmeye başladı. Bavulumu görevliye verip kartımı aldım. Otobüse yöneldim. Üzgün ve dikkatsizdim. Biletimi çıkardım, beş dakika daha vardı. Otobüs yolcuları sırayla ön kapıdan binmeye başlamışlardı. Otobüse doğru adım attığımda, elindeki sopasını önünde tutan, öteki elindeki sopayı da havada sallayan adam, acayip sesler çıkararak üzerime doğru geliyordu. Bir an ne yapacağımı şaşırdım. Olduğum yere adeta çakıldım. Terminalde sesler kesildi. Soğuk bir rüzgâr esti. Başına sardığı çuval parçasıyla, elinde değneklerle bana doğru koşuyordu.
Çevreye bir göz gezdirdim, hiç kimse adamla ilgilenmiyordu. Rüyada mıyım? Halüsinasyon mu, görüyorum diye düşündüm. Keşke çay ocağından çıkmasaydım. Adamın teneke kutuları at nallarına çarptıkça sesler daha çok çıkmaya başladı. Adam gittikçe yaklaşıyordu. İçimden dua okumak istedim, dilim dönmedi. Sesler karışarak yaklaştı, değnek havada dönmeye devam etti. Beynimde acayip sesler birbirine girdi. Hipnozdan parmak çıtlatmasıyla uyanmak gibi, çakıldığım yerden ırgandım. Adamın sopalarından kurtulmak için, yana doğru atlamayı beynimden geçirdim. Kan tepeme sıçradı, ağzım kurudu. Gözlerim yerinden çıkacak gibi oldu.
Teneke kutulu, at nallı adamın dev gibi üzerime atılacağına zannettim. Adam, önündeki sopayı yana çevirdi, yukarıdaki sopayı ise aşağı indirdi.
Arabanın fren sesi gibi bir ses çıkarıp soluma doğru dönerken, kendimi yere attım.
Çevredekiler koştu beni kaldırdılar. “Nasıl kurtardım,” dedim.
Beni kaldıranlar, “O, terminalin delisidir. Kendini otobüs sanır, değnekler direksiyondur, insanları ezmemek için, sağa veya sola döner,” dediler.
Meğer terminalin delisine kimsenin aldırış etmezmiş…