Devletle sorunu olmayan toplum kesimleri neredeyse yok.
Ne yazık ki, yönetenlerde de bu sorunların çözümlenmesi doğrultusunda demokratik bir siyasi iradenin olmadığının örneklerini sıkça görüyoruz.
İşte bir örnek:
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, cem evlerine ibadethane statüsü verilmesi konusunda şöyle diyor: “Bana göre bu, siyasetin konusu değil. Bu teolojik bir tartışmadır. Bu konuya siyaseten müdahale edip, kanun yoluyla kestirip atma hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Bu konuda cem evlerine mabet statüsünün verilmesi teolojik konudur. Siyasi konu değildir. Bu konuyla ilgili tartışmayı çok yapan var. Biz karışmıyoruz.”
İlk bakışta Bozdağ ne kadar doğru söylüyor değil mi?
Öyle ya, bir inanç kesiminin neyi mabet olarak gördüğüne siyaset karar veremez!
Gerçekten doğru!
Yönetici kesimden gelen bu görüş, gerçekten bir özgürleşmeye mi işaret, yoksa arkadan dolanmaya mı?
Bozdağ, bu teolojik bir konu derken doğru söylüyor ama onun böyle söylemesi, bir adalete ve insan hakları hukukuna işaret etmiyor.
Öyle gözüküyor ancak ortada bir kuyu olduğunu bilen Bozdağ, yandan geçmeye çalışıyor.
Cem evleri konusunun siyasi değil teolojik olduğunu söylemenin yaşamda bir karşılığı olabilmesi için, Diyanet kurumunun da bir teoloji konusu olduğunu ve bu alandan da siyasetin çekilmesi gerektiğini söylemelidir. Laik devlet aklı bunu gerektirir!
İslam, cami, ibadet biçimleri vs. teolojinin konusudurlar.
Peki, devlet eliyle örgütlenmiş bir diyanet kurumu neyin konusudur?
Basbayağı siyasetin değil mi?
Siyasetin teolojiden elini çekmesini söyleyen birisinin inandırıcı olabilmesi için, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da kaldırılmasını söylemelidir.
Cem evinin ibadet yapılan bir yer olup olmadığına karışmayan devlet (ki doğrudur), neden camiye karışıyor?
Takribi olarak 120 bin kişinin çalıştığı ve bütçesi 6 bakanlığın bütçesinin toplamından fazla olan Diyanet İşleri Başkanlığı Kurumu neden devletin sırtında?
Namazını kılan, imamının parasını da versin değil mi?
Devlet papazın, hahamın parasını veriyor mu?
Ama o inanca ait olanlar, kendi din adamlarının paralarını veriyorlar!
Hani devlet her inanca eşitti?
Aleviler diyor ki, bizim de kendimize göre inançlarımız ve ibadet biçimlerimiz var. Cem evleri, ibadetimizi icra ettiğimiz yerlerdir. Dolayısıyla cem evleri bizim için kutsal mekânlardır. Bu doğrudur, yanlıştır ama onların görüşüdür.
Ancak bir inanç grubu kendini nasıl tanımlıyorsa, inanç ritüelleri ve mekânları nasılsa; ister teolojik alan isterse siyasi alan olsun, her şeyden önce buna saygı gösterilmelidir.
Teolojik tartışmada Sünni İslam’ın, Alevi inanç ve ibadet biçimlerinin İslam’da yeri yoktur, Müslümanların mabedi camidir, ibadeti namazdır diyerek Aleviliği tanımlamaya ve ona Sünniliği dayatmaya hakkı yoktur, olamaz!
Ama oluyor!
Sünni İslam çevreleri ve Diyanet, cem evlerini mabet olarak kabul etmezlerse ne olacak?
Aleviler inançlarından, cem evlerinde toplanmaktan ve cem yapmaktan vaz mı geçecekler?
Niye geçsinler?
Bir inanç grubunun mabedinin bir başkası tarafından mabet kabul edilmemesi nasıl bir anlayışın ürünüdür?
Sünni İslam, Alevilerin inanç ve ibadet biçimlerini belirleme hakkını nereden alıyor?
Sünni İslam, camisine, namazına, orucuna bir başkasının karışmasına ne der?
İşte devlet, inançların birbirine olası müdahalesini engellemeli ve onların özgürce kendilerini ifade etmelerinin güvencesini sağlamalıdır!
Teolojik alanın hayattaki karşılıkları, siyaseti ilgilendirir.
Bir düşünce, bir inanç şiddeti savunmuyorsa, toplumun genel ahlak kurallarına aykırı değilse o düşüncenin, o inancın örgütlenmesi ve kendini ifade etmesi için devlet ona güvence sağlamakla yükümlüdür!
Ve devlet, teolojik alandaki tartışmaların çatışmaya dönüşmesini engelleyerek, her inanç grubuna eşit mesafede durmakla yükümlüdür.
Ne yazık ki böyle bir devletimiz olmadı!
İnançlar karşısında eşit davranmayan devlet, kuruluşundan bu yana, toplumdaki Sünni İslam çoğunluğuna dayanarak kendine bir meşruiyet edinmeye çalıştı. Bu çoğunluk yapısı, devletin adaletsizliğini gizleyen bir örtü oluşturdu.
Ve devlet, “Bu toplumun % 99’u Müslüman’dır” diye başlayan otoriter dilin gelişmesine zemin hazırladı.
Bu nasıl laikliktir?
Daha da kötüsü, devletin adaletsizliğinden (Diyanet İşleri, Diyanet Vakfı, cami yapımlarındaki imar kolaylıkları, camilerin kimi gider kalemlerinin karşılanması, okullardaki zorunlu din dersleri vb.) büyük ölçüde faydalanan Sünni İslam, bu adaletsizliğe karşı sesini çıkarmadığı gibi, ayrımcılığı pekiştiren, diğer inanç gruplarını baskılayan bir pozisyon takınarak bunu her zaman devam da ettirdi.
Demek iş Alevilerin haklarına gelince, teolojinin konusu oluyor.
Bekir Bozdağ ve hükümet, cem evlerini teolojiye havale ederek “Ortada kuyu var, yandan geç” şarksının gereğini yapıyor.
İşine gelmeyene karışma, işine geldiğinde de, siyasetin için her türlü faydacılığı yap.
Vesayet rejimi ile AKP’lilerin en büyük ortak noktası, ‘ötekileştirme’ anlayışında yatıyor!
Aleviler masum mağdur değildir. Kafaları çok karışıktır ve iman esaslarında inkara çok yakındırlar. Toplumda yaşanan çok büyük sıkıntılar var. Ben birini yazayım mesela. Alevi bir erkekle evlenen sünni bir kız neler yaşıyor hiç biliniyor mu ? Ben bir kaç kadından dinledim ve çok üzülmüştüm. Evlerinde inançları gereği namaz oruç tesbih zikir gibi şeyler yaptırılmıyormuş. Bence bu konuda sünni kesimin sıkıntılarınıda göz ardı etmeyin lütfen. Kuran ve Muhammed inkar edilerek müslim olunamaz. Bu konuda esneklik mümkün değildir