Tembel, iş görmekten, çalışmayı sevmekten ve çaba göstermekten kaçan üşengeç kimse olarak tanımlanır. Tembelliğin sosyal yaşantıda ortaya çıkarttığı kötülüklerin başında, “Dilenmek” gelir.
Dilenmek, emek harcamadan, alın teri dökmeden; bireysel ve toplumsal kazancı hileyle kendine yontmaktır. Dilenen birey ve cemaatler, sosyal yapıyı çiğner, sevgi ve saygıyı hiçe sayıp çalışmadan başkasının sırtından geçinirler.
Dilenenler, çalışanın geçimini düşünmeden, onların yaptığı üretimini sülük gibi emmeyi amaç edinir. Alın terini emen kişi ve cemaatleri koruyan ve gözetenler de en az onlar kadar sülük anlayışlara hizmet ederler.
Bireysel ve toplumsal sülükler, çok başlı parazitlerdir. Bunların emeli, soymak ve kendine taraftar bulmaktır. Taraftar da sülük özelliklerini devam ettirecektir. Bu parazitler dilenmeyi, bir değer hatta fazilet örneği kabul etmişlerdir.
Parazitler, dilenmeyi “Din” adına değer ve fazilet kabul ederler. Din adına dileniyorum, sahip çıkmanız oranında cennetten köşk, sahilden arsa ve hurileri yardım edenlerine vermeyi taahhüt etmektedirler.
Bu durum, çok kötü ve tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Ülkede daha dün din adına darbe yapanlar, çalışmalarını yine din adına farklı isimlerde sürdürmektedirler.
İnsanlıktan nasibini almamışlar, toplumun şerefini, haysiyetini ve onurunu da ayaklar altına almışlardır. Dilenmek böyle adi ve bayağı bir iştir.
Dilenenler, çeşitli boyutlarda yaygın hâle gelirse, ahlâk yerlerde sürünür. Fazileti ve çalışma onuru olmayan silik şahsiyetler, çok farklı yönlere de baş vuracaktır. Farklı yollar deneyecek olan bu tür parazitler, acımasızca kan emmeye devam edeceklerdir.
Din sömürücülerinin, emek harcamadan ve alın teri dökmeden yaşayanların ruhları da adaletsizliğin eseridir.
Söz konusu, hayatı başarıyla kazanıp önümün açılmasıydı. Okul yolunda çektiğim çileyi, zorluk olarak algılanmıyordum. Ayrılık hüznü bile ruh ve beden sağlığıma artık etkimiyordu.
Yolum uzundu ve yollar gitmekle bitmiyordu. Özellikle saatlerce sürecek yol arkadaşın da yoksa, “Bitmeyen yollara kavuşuyorsun.” Yollar uzadı ve yollar sıkıcılığını sürdürdü.
Otobüs Ankara otogarına girdi, sevindim. Bir soluk alırım diye kalkmak istedim. Fakat ya otobüsü kaçırırsam diye yerimden kalkmadım. İnen ve binen yolcu değişimi gerçekleştikten sonra, otobüsümüz hareket edecekti.
Ankara’ya kadar kitap okudum. Işıklar sönünce de uyumaya çalıştım. Yorgunluk sıkıcı bir atmosfer ile birleşince içim daraldı. Bir de daralmaya, yeni binen yolculardan birinin koltuk numarası benim numarama denk gelmesin mi?
Ağzındaki çürük dişlerinin arasından, çıkan ıslığa aldırış etmeden beni yerimden kaldıracak olan simsar, bir sürü dil döktü ve tehdit savurdu. Terminalin görevlisine gitti. Onun gitmesini fırsat bilen yan tarafımda oturan turistler, “Sakın kalkma, yanındayız,” Diye sıkıca tembih ettiler.
Simsarla gelen görevli, ummadığı bir tepkiyle karşılaştı. Otobüsün çoğu turistmiş, hepsi karşı gelince, hemen inip kaçtılar. Yabancılar sayesinde koltuğumdan kalkmamış oldum. Üniversitede okuduğumu da söyleyince daha da sahip çıktılar ve bana çikolata gibi pasta verdiler.
Pastanın da birini yedim. Hepsini yiyebilirsin dediler. Çünkü bana bir paket verdiler. O arada ikinci şoför yanımıza geldi. Türkçe bilen turist; “Her ağacın meyvesi olmaz. Çocuk olmakla haksızlığa karşı gelir.” Dediler. Şoför de beni haklı buldu. “Aynı koltuğu iki defa sattılar,” dedi.
Turistlerin, bize ne dememesi, haksızlığa karşı gelmesi hayatımda aldığım çok önemli derslerden biri oldu. Benim de kötünün vereceği çaresizliğe boyun eğmemiş oldum. Hayatın içinde umudun ve de hayal kırıklığının ne demek olduğunu yaşantımda öğrendim. Yalnız yaşama sevincinden asla vazgeçmedim.
İstanbul’da Laleli terminalinde, turistler başarılar dilediler ve uğurladılar. Sahip çıkmanın ne demek olduğunu yaşadım. Ayrıca, hayatın içindeki olaylara, keskin çizgilerle bakmamak gerektiğini de anlamış oldum.