Yeryüzünde olağanüstü veya sıra dışı olarak adlandırılan bir takım gelişmeler ve bunları yansıtan kişiler her zaman olmuştur. Bu tür gelişmeleri yok sayan, inkâr eden, yadsıyan kişiler olduğu gibi aşırı derecede etkilenenler de olmuştur. Yazımın amacı hangisinin daha akıllıca olduğunu ortaya koymak değildir. Analitik bir düşünme eylemi gerçekleştirmektir, diyebiliriz.
Şöyle ki; aslında beynin yapısı ve işleyişine dair bilgiler hala yetersiz… Üstelik bu zamana kadar yapılan tanımlamalar da sürekli değişiyor. Bilim dünyasının konuya yönelik kavramları yanlış ya da yetersiz kalabildiği de oluyor. Düşünce gücü, beyin, zekâ, zihin, akıl, bilinç, üstün ve özel yetenekler gibi kavramlar bilimsel anlamda daha farklı şekillerde çözümlenmeye başladı. Çoklu zekâ kuramları devreye girdi.
Bu yüzden, “dahilik” veya “üstün yetenekli olmak” gibi kavramlar da yeniden tanımlanmaya çalışılıyor.
Dolayısıyla insanların zihni keşifleri, iç yolculukları ya da sıra dışı analizleri de zaman zaman bilimle açıklanamıyor.
Tıpkı, bir Hindu’nun çivi üstünde yatabilmesi, bir başka inanç sahibinin soğuk su altında transla uzun süre kalabilmesi ya da kaşık bükmek, maddeyi düşünce gücüyle şekillendirmek ya da hareket ettirmek ( telekinezi ) , bedenen yükselerek yerçekimine meydan okumak ( levitasyon ) gibi bilimle açıklanamayan birçok düsturların olması gibi…
Bütün bu alanları incelediğinizde gördüğünüz; “düşünebiliyorsak her şey gerçekleşebilir” felsefesine dayanmaktadır.
Peki, İslam toplumlarında keramet olarak adlandırılan nedir?” Peygamberlik iddiasıyla bir ilgisi olmaksızın bir mü’minde olağan üstü bir halin meydana gelmesi demektir ” Yani yukarıdakilerle aynı şey… Buradaki fark, mertebelerin değişmesidir. İslam’a göre yaşayan ve salih amelleriyle düşünce gücünü birleştiren kişinin en yüksek mertebelerde, yaşamsal sırlara dair olağanüstü keşiflerde bulunmasıdır, diyebiliriz.
Dehanın göstergesi ortaya konan üründür. Örneğin Einstein’ın “ Zamanda yolculuk kuramı”nı bilim inceler, fakat öte yandan Yunus Emre’nin geçen yazımda (1) anlattığım menkıbede yeraldığı gibi geleceğe dair bir nevi haber taşıyan manzumesi aynı incelemeye tabi tutulmaz. Hâlbuki düşünsel eylem aynıdır.
Bu noktada Kuranda geçen akılla ilgili ayetleri hatırlamakta fayda var. İslam düşünürlerinin bir çoğunun sıklıkla “akıl kalptedir” demelerine emsal teşkil eden ayetler şunlar ;
1-“ALLAH onların kalplerini mühürlemiştir.”
Bakara: 7
2-“Onların kalpleri vardır kalpleri ile anlamazlar,(idrak edemezler) onların gözleri vardır gözleri ile göremezler ve onların kulakları vardır kulakları ile duyamazlar. Onlar hayvanlar gibidirler; aksine onlar daha sapıktırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir.”
A’raf: 179
3-“Onların kalpleri vardır kalpleri ile aklederler.”
Hac: 46
4-“ALLAH bilmeyenlerin kalplerini işte böyle mühürler.”
Rum: 59
5-“Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitleri mi var?”
MUHAMMED: 24
6-“Şüphesiz ki bunda kalbi olan kimse için elbette öğüt vardır.”
Kaf: 37
“Şüphesiz ki akıl kalptedir…”Edeb’ül-Müfred: 547
Elbetteki asıl kerâmet, kişinin istikâmet üzere bulunması, hal ve hareketlerinin Kur’ana uygun olmasıdır Şimdi ayetlerde özellikle akıl için kalbin işaret edilmesini, acaba nasıl anlamalıyız? Beyin; kayıt merkezi olarak aldığı bilgileri kalp süzgecinden geçirmeden akıllıca bir çıkarım yapamıyor demektir, diyebilir miyiz?
Peygamberler için mucizeye ve Allah’ın velî kulları için keramete inanmak İslam toplumunda genel olarak kabul edilmiştir. Keramete örnek olarak; Ateşbaz Veli ( Mevlana’nın muasırı) ile ilgili çeşitli kaynaklarda geçen bir menkıbeyi hatırlatayım;
Bir gün, dergahın mutfağında yemek pişirmek için odun kalmamıştır. Dergahın aşçısı olan Ateşbaz Veli, durumu Hz. Mevlana’ya bildirince Hz. Mevlana Latife yollu, “Odun kalmadıysa ayaklarını kazanın altına sok da yemeği onunla pişir.” der. Ateşbaz için şaka da olsa emir emirdir. Mutfağa gider, ayaklarını kazanın altına sokar ve parmak uçlarından çıkan ateşle yemeği pişirir. Büyükler arasında açık keramet ızharı hoş karşılanmadığından Mevlana bu duruma muttali olunca, hoşnutsuzluğunu “Hay ateşbaz hay” diyerek ortaya koyar“
Yüzyıllardır, fark yaratan insanların “ayrıcalıklı” (seçilmiş) insanlar olduğuna dair algılama oldukça yaygındır. Fakat tam tersi şekilde tamamen insanları kandırmaya yönelik şeytani bir oyun ve dindışı, olağanüstülük hikâyeleri uyduran sahtekârlar olduklarına dair algılamada yaygındır. Nasıl algılamak isterseniz, öyle algılarsınız.
Ayrıca; bazı otistik bireylerde görülen, olağan dışı hesap ve hafıza yetileri yine bu durum ile açıklanabilir mi? Keramet midir demiyorum, keramet kimilerince iddia edildiği gibi kepazelik, şeytani bir oyun değil, dünya ilimlerinden keşfedilmesi gereken bir sır mıdır? Ve bu çocukların bu tür ilimleri keşfetmeye zihinsel yatkınlıkları mı var? diye soruyorum. Sadece olağandışı hesap ve hafıza yetisi değil, olağanüstü durumlar ve tehlikeli kişileri sezinleyebilmekte de tamamen inanılmaz olabiliyorlar. Bedeninizin bir yerinde engel olduğunda onun görevini başka bir şekilde telafi etmeye çalışırsınız, Elleri olmayan kişinin ayakları ile işlerini görebilir hale gelmesi gibi… Otistik insanlardaki bu olağanüstü zihinsel yetenekler de beynin arızalı kısmının yerine diğer bölgelerine yüklenilmesi ile de oluşabilir, görüşü de bulunmaktadır. Her halükarda meydana gelen durum, bu insanların normallerden farklı ilmi yetenek sergilemesidir. Tekrarlamakta fayda var; “Dehanın göstergesi ortaya konan üründür.”
Kanaatimce “Keramet” aslında böyle bir şeydir.
Varmak istediğim nokta şu; inkâr, kötüleme, yok sayma yerine algının açılıp, yanlışları ayıklamayla elde edilebilecek, henüz keşfi bitmemiş ilimlerle dolu bir dünyadayız.
Neden kaçıyoruz, düşünmekten? Neden korkuyoruz, akletmekten?
Madde ötesi akıl düşünce üzerine yıllardır düşünürüm araştırırım denemeler yaparım ve tasavvufla çok ilgiliyim.
Yaşanmış olaylar üzerinde bu konular az insanı etkiliyor. Sizde bu konularda bir çaba bir emek görüyorum.
Bu tarz fikirlerinizi okumak isterim.
Mutlaka çıkardığınız sonuçlar vardır çünkü
Selam ve saygılarımla