Didim‘e gelmiştim. 8 yıl önce. Orta Anadolu’nun bağnazlığından kaçıp biraz nefes almak için. Talihin güzelliğine bakınız ki Didim de
rüzgarı bol bir yermiş. Nefes almak konusunda iyiyiz. Havası temiz. Oksiyeni bol mu? derler. Oksijeni kaliteli mi? derler.
Şüphe yok ki solunum ile ilgili rahatsızlıkları olanlar için bir sağlık cenneti gibi de, Didim. Hatta bizzat gözümle seyrüsefer günlüklerimden de biliyorum ki; başka yerlerdeyken sanki ölecek gibi durup lüleden hava çeken insanlar burada ya çitaya dönüyor ya da bir şempanzeye; koşuyorlar çita gibi veya daldan dala bir şempanzenin şaşılası kıvraklığında kendilerini sektirip duruyorlar.
İlk günler… Efeler‘de eşyalı bir eve yerleştiğimde; oturuyordum bir akşam. Kapılar pencereler açık ki rüzgar gelsin.
Televizyon da olmadığı için daha bir sessiz oluyordu ev. Ses az olunca tabii, başka duyu organları daha hassas çalışmaya başlıyor. Burun mesela.
Ben, bu kadar çok değişik kokunun bu kadar ahenkli geçitiğine ilk burada şahit oldum. Aklınıza gelebilecek her koku.
Koltukta oturup, gözlerimi kapayıp, televizyon yerine, kokuların bana ne dediğine bakıyordum. Daha doğrusu; kokuların bende neleri uyandırdığına.
Bir öncekinden farklı bir koku geldiğinde aklım değil kalbim o kokuyla ilgili bir anıya veya bir film kesitine gidiyordu. İyi veya kötü tesirlerini
bir şekilde etkisizleştirip mutlak hallerini görmek konusunda kendimi ikna edebiliyordum. Ne de olsa kokuydular;
kötü his demeti olsa ne olur, iyi bir his demeti olsa ne olur. Ne de olsa ya yaşadığım ya gördüğüm ya da yaşadığımı zannettiğim anı’msı şeylerdi.
(Hipnoz Teknikleri:)
Hani, insan iyice, kendini kaptırsa, yani gözlerini hiç açmasa; bir çeşit hipnoza kaptırsa kendini; kendinizi bile an-lar için bir an’ı zannedip,
bir koku demetine bıraksa; sizin yerinize başka bir anıyı bile koyabilirdi, bir an-ı.
Kalbi bu kadar kolay döndürüp duran rüzgarlı koku akışı sizi her şeye döndürebilirdi.
…
Şimdiki bakışımla bir karşılaştırma yapabilmek için, o ilk zamanlara gittim tekrar.
Ta Liman yolundan yürüdüğüm günlerde yolun sonuna doğru Altınkum‘a doğru eğilen kısmında yolun,
denizi görmeye başlayan kısımlarda yani, İğde ağaçları var. Şu günler meyvelerin olgunluğa eriştiği günler. 10-15 tane koparıp
cebime atarım. Daha aşağı, sahile inene kadar çiçeklerinin kokusunu canlandırarak iğdelerin kalbimde, atıştırırım.
İğde çiçeği kokusunun beni götürdüğü yer aynıdır. 4 yaşındayım. Bir okulun arkasındayım. Okulun arkasında iğde ağaçları var.
Nedense hep güneşli. Burada denk getirdiğim gibi. Sahile yakın. Güneşli bir vakit. 10-15 iğde. Şimdi, okul yerine Didim var. Güneşin yönü bile aynı.
İnsanlar, kalplerini ilk ele geçiren-ilk döndüren kokuların peşlerinden giderler.
Sonraki yıllarda, Didim‘deki yıllarımda, şu saatlerde de, Didim‘i gözümde bir Sin City‘e nelerin çevirdiğini anlamaya çalışıyorum.
İlkin; durum tespiti yapacak olursak; Didim bir suç şehridir.
Rüzgârlıdır. Her kokuyu her buruna, sonra her kalbe taşır. Kalpleri döndüren, ilk önce gözün gördüğü değil, burnun duyduğudur.
Bu yıllar içerisinde, Suç kavramı ile ilgili de düşünecektim epeyi. Düşünmeden edemezdim. Denize yakın iğde ağaçlarına vardığımda
taa karşıda, Altınkum kumsalının biraz daha ilerisinde dikili kaçak-kanunsuz oteli de görüyorum. Suç abidesi. Didim’deki işlenen
bütün günahların abidesi.
Bir yanımda iğde ağaçları bu tarafta; tam karşıda bir suç abidesi kule otel. İnsanların ne kadar farklı yerlere gelebildiklerini gösteren bir durum.
Ben, bir
çocuk, 10-15 iğde için sevinçle yürüyorum. Tam karşıda biri de suç abidesine gitmek için yol alıyor her gün.