İstanbul‘da Teknik lisede okurken; bir şiir yarışması sebebiyle tanıdığım bir kız vardı.
Uzaktan tanırdım, tabii. Nerede bizde o İstanbul kızlarına ciks yapacak fiyaka! Tanırdım işte!
Yazdığı şiirden dolayı biraz dalgaya alırlardı kızı. Kavanozdaki Kız idi lakabı. Yazdığı şiirde, “kavanozdayım sanki..”
diye bir satır vardı. Ondan ötürü dalgaya alırlardı kızı. Kavanozdaki kız. Yıllar geçmiş, buğulu-şaşkın yüzünün etkisi hiç de geçmemiş benden.
Kavanoz. Bir kavanozun içine koysalar bizi nasıl görürüz dünyayı?
Eğim büküm görürüz tabii ki. Dışarıdan gelen
ışık şiddetleri ve çeşitleri sebebiyle de değişik değişik görünür dü her şey. Hele de insanların değişik değişik görüngüleri
bir acayip gelirdi bize ve sonrasında alışırdık öyle değişik değişik görünmelerine. Kıç kırmadan yürüyen kıç kırarak gibi,
güler yüzlü sanki hortlak gibi, zıplayan da sanki tuvaletteymiş gibi iki büklüm görünürdü.
Ve artık zihin sınırlarımızdan geçen eğik bükük görsel veriler sebebiyle beyin, ve yürek değişik bir dünya oluştururdu topyekün tekil
dünyamızda.
Sesleri de unutmayalım; bir kavanozun içindeyken. Güleni zırlayan, ağlayanı gülen; eleştireni nanik yapan, dalgaya alanı siyasetçi filan, yelleneni
şair filan zannederdik.
Gerçek olan ise gerçekten kavanozdur. Sandığınız her şeyi, eğilip bükülmeden evdirendir, eğendir, bükendir ama kendisi hiç bükülmez. Benim
gerçekliğim, kavanoz olmaktır, der.
Kavanoz; insanın… veya var oluşun ne kadar kolay eğimli bükümlü olabileceğini gösterir.
O şiiri yazan kızın, belki kendisi farketmeden, bizi kavanozun içinden görmesi, hepimizden evvel önemli birtakım şeyleri
görmüş olması, yıllar sonra önem arz etti kafamda. Bu işin bir talebi de olur tabii.
…
Bir akşam, bir iki öğretmen arkadaşla oturuyorduk güzel bir çay bahçesinde. Konu, dolayımızdaki insanların artan ortak özellikleri detayına kaydı.
Yanlış söyledim… Özellikler azalıyor; bu özelliklere sahip olanlar çoğalıyor… diyecektim. Aynı şeyleri, ki kötü şeylerdi aslında bu şeyler,
yapanlar…dedik. Herkesin bir kavanozu vardır fakat galiba aynı ve dar bir kavanoz emperyalisti fena ele geçirmişti zihin, kalp veya canlılığa sebep
her ne varsa artık. Küçük kavanoz dünyalar deyip, sanki bu insancıklar kavanozun şeklini alıyordu da, dedik.
Hatta bakın ara bir anımı da anlatayım… Daha demin, 3-4 saat önce, biz, dört kişi Altınkum karakoluna gittik. Üst kat dairenin sahibi, eşi, yan komşusu
ve tabii ben. Üst ev sahibinin kiracısı evden kaçalı bir hafta oldu. Evin içine etmişler. Gittim, baktım. Beni de çağırdı çünkü üst ev sahibi. Böyle bir
ev kullanış olamaz!.. Üst ev sahibinin bir yılda aldığı kira heba oldu, anlayacağınız. Hatta, dedi, üst ev sahibi, bir kısım eşyayı da çalmışlar giderlerken.
Neyse. Şahitlik için gittik yani.
Birtakım psikolojik, birtakım sosyolojik, birtakım hidrolik(gerçekten hidrolik!) analizlerimi sonraki zamanlarda yaparım. Acelesi yok. Neyse.
Karakola gidiş, karakol bahçesinde bekleyiş, bir sürü it uğursuz en kuzu hallerde, derken sohbete de dalıyor insan.
Ve ben anlıyordum ki bu üst ev sahibi,
eşi, onun yan komşusu… benim hakkımda zerre doğru bilgiye sahip değillerdi.
Söylencelere konu olan Ümit hoja onlar için çok değişik bir adamdı. Eskiden yani.
Kendi aralarındaki konuşmalara baktığımda, birbirilerini iyi tanıdıklarını,
hatta bir öyküye konu olan Cavid Radar beyi de “iyi” tanıdıklarını anlıyordum. Bunlar tek bir kavanozun içindeydi.
Gördükleri şeyi “doğru” görmeleri, aynı şeyleri görmelerinin çokluğundandı. Ve kavanozun içindeki seslerin de aynılık harmonisine mutlaka dönmesinden.
Ses nereye gitsin ki. Madem gidemiyor istediği şekle döner.
Yapay Zeka; orada burada üfürdükleri gibi, yapay zekalı telefon, yapay zekalı çamaşır makinesi, yapay zekalı biber dolması… derlerkenki uyduruk
tabirlerdeki gibi bir şey değildir. Ciddiye alınmasında fayda vardır. Yapay Zeka; sizler, uyduruk hastalıklarla uğraşırken, su depolarından damarlarınıza
oluk oluk doldurulan bir şeylerli ve tepenizdeki ve görmediğiniz 100 bin uydulu bir şeylerli bir şeydir.
Yapay Zeka, bir meslek sahası olarak da yıldızı parlayan bir şey. Tek boyutlu bir şey değil. Mart ayında başlayan pandemi kısıtlamaları
sırasında bir teknik kitaba da tam olmasa da hatırı sayılır bir ciddiyetle baktım. Ses ve görüntü işleme(anlama) ile ilgili kısımlara eğildim. Prof.Dr.Vasif V.Nabiyev‘in kitabı.
https://milivolt.net/Ilan/Yapay-Zeka-114
Bu iki kısım sadece iki şey bile birer mesleki saha olarak rahatlıkla görünür ki; içerisine gireceğiniz Yapay Zeka denen şeyin ne kadar çok boyutu var.
Bir kişi, çıkıp şu soruyu bile sormuştu ki benim o zamana kadar aklıma bile gelmemişti; Yapay Zeka denen şeye ahlakı nasıl vereceğiz?
Yapay Zeka denen şeyin ahlak ile ilgisi bile kocamaaan bir mesleki saha olabilir.
İnsanların küçük kavanozlara sıkışmasını, ki bu faydasızlık terimi ile yakın olarak incelenebilir,
bir tercih meselesi-bir zevk meselesi olarak gördüğümüzde; insan sormadan edemiyor; gerçek nedir? diye. Sığabildiği yere göre değişir, gerçek.