Bilimle uğraşan çevrelerin açıklamalarına bakınca ne kadar ürkütücü bir sonuçla karşı karşıya olduğumuzun galiba farkında değiliz.
“Daha az soğuk günler, daha sıcak geceler, seller ve yoğun yağışlar, yıkıcı kuraklıklar, kasırga ve fırtına gücünde artış” olarak sıralanıyor. Raporlarda somut, bilimsel verilere dayanan onlarca tespit yapılıyor ve olası sonuçlarla ilgili ön görüler, senaryolar yazılıyor.
“Sular altında kalan şehirler, çölleşen büyük toprak parçaları, su yüzünden çıkan ve çıkacak olan savaşlar, göçler, aç kalan, kanser, verem ve covid 19 gibi hastalıkların pençesine düşen insan sayısının katlanarak artması” gelecek yıllarda insanlığı bekleyen tehlikeler olarak sıralanıyor.
Türkiye’mize gelince ne yazık ki uzmanlar ülkemiz için pek iç açıcı öngörülerde bulunmuyorlar. Ortalama sıcaklık 3- 4 derece artacak. Ortalama düşen yağış azalacak. Kıyı kesimlerinde deniz seviyesi 1 metre kadar yükselecek. Pek çok bölge sular altında kalacak.
Kuraklık şimdiden Ülkemizin de kapısını ciddi biçimde aralamış durumda. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre son 40 yılda Türkiye Van Gölü’nün 3 katı büyüklüğünde sulak alanını kurutma, doldurma ve su rejimine yapılan müdahaleler sonucunda kaybetti.
Konya Havzası, Bafa Gölü, Manyas Gölü, Doğu Karadeniz Havzası kuruyan yâda kuruma sürecinde bulunan yerlerden sadece bazıları.
Marmara ve Karadeniz’in ölü deniz durumuna dönüştüğü, diğer denizlerimizdeki kirlilik oranında hızla arttığı bilimsel olarak saptanıyor.
Bu yaşamsal konularla ilgili ciddi hiç bir çalışma yapmaya yanaşmayan sistemin yöneticileri bütün bu raporlara karşı, doğayı yok ederek betonlaşmaya yatırım yapmaya devam ediyor.
Nükleer santrallerinin öncüsü ülkeler hızla vazgeçiyor, dünya nükleere karşı ayakta. Ölüm kapımızı çalmasın diye.
Daha çok kanser vakaları, daha çok mutasyona uğramış çocuklar olmasın diye. Oysa şimdi ciddi olarak felaket bizim kapımızı çalmaya devam ediyor. Oysa biz bir değil iki değil 3 nükleer tesis hedefi açıklıyoruz. Bunlar bir tarafa konu ile ilgili tüm otoriteler “Türkiye’de depremler kaçınılmaz ve şiddetli olacak diye feryat ediyor.
Özgürce akan derelerimiz üzerine HES’ler kuruyorlar. Ekolojik dengenin bozulması pahasına onlarca yeşil yok ediliyor. Bunlara karşı çıkan yurttaşlarımız ağır baskı altında. Altın için, altından daha kıymetli Kaz Dağlarının altına siyanür enjekte ediliyor.
Elimizde kalan son tarım alanları, son ormanlar, kentimizin akciğerleri, suyolları heba edilmek isteniyor. Oysa” Tabiat aşkı insanların ümitlerini boşa çıkarmayan yegâna aşktır”
Doğamızla hiç barışık olmayan ”vahşi kapitalizm” hayatımıza yerleşmiş durumda. Tabiata sırtını dönenler artık aşka yelken açmasınlar. Doğayı yok edenler, kendi toplumlarını yok etmekten asla geri adım atmazlar. Varın gerisini siz düşünün.
Son söz olarak; Yazılarımızı özgürce köşesine taşıyan Yazar portal emekçi dostlarımıza, yazar portal’ın köşe yazarlarına ve tüm emekçi gazetecilerimizin gününü, daha özgür daha, evrensel ve daha sansürsün geçmesi dileklerimle saygı ve sevgilerimle.