Prof.Dr. Metin AYIŞIĞI
TARİHSEL DÜZLEM
Tehcir Kanunu ve Uygulaması
Osmanlı Hükümeti’nin bütün iyi niyetine rağmen, ülkede Ermeni olaylarının giderek yoğunlaşması, savunmasız kalan Türk kadın ve çocuklarına Ermeni saldırılarının artması ve ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle mahalli isyanların topyekün bir ihanete dönüşmemesi için, cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur. Devlet, 21 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu’nu uygulamaya koymuştur.
Burada devletin herhangi bir grubu kast etmediği ve savaş esnasında ordusunun ve insanlarının emniyetini korumayı amaçladığı dikkat çekmektedir. “Sevk ve İskân Kanunu” adını taşıyan bu kanun, “Tehcir Kanunu” adıyla da bilinmektedir.
Osmanlı Hükümetinin, sevk ve iskân uygulamasını o günün zor koşullarında bile bir yasaya dayandırdığını görmekteyiz. 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan “Tehcir Kanunu” olarak anılan bu yasanın ikinci maddesinde “Askerlere yönelik hareketleri, casusluk veya ihanet ettikleri tespit edilen köy ve kasaba sakinleri tek başlarına veya toplu halde başka mahallere sevk ve iskân edileceklerdir” deniyordu.
Yer değiştirmenin ise nasıl yapılacağı, Bakanlar Kurulu Kararında esaslara bağlanmıştır.
Eski mali ve iktisadi durumları göz önünde tutularak kendilerine emlak ve arazi verilecek muhtaç olanlara Hükümetçe mesken inşa edilecek çiftçi ve zenaat erbabına tohumluk ve alet edevat temin olunacaktır.
Ermeniler taşınabilir mal ve eşyalarını beraberlerinde götürecekler veya bunlar sonra kendilerine ulaştırılacak, gayri menkulleri müzayede ile satılacak bedelleri kendilerine ödenecektir. Kısaca Ermeniler’in ayrıldıkları yerlerle ilgileri kesilecektir.
Talat Paşa 30 Temmuz 1915’te yayınladığı ek bir kararla, düşük fiyatlar üzerinden mal satın almış kimseler varsa, bu durumda, daha önce yapılmış satışları iptâl etmek normâl fiyatlar üzerinden satış yapılmasını ve kanun dışı kâr teminini önlemek için gerekli tedbirlerin alınmasını ilgili makamlardan istemiştir.
Ayrıca sevke tabi tutulanların sağlık durumlarının kontrol edilmesini, hastalara, hamile kadınlara ve bebeklere sevk esnasında gerekli ihtimamın gösterilmesini, hastaların kadın, çocuk ve yaşlıların demiryoluyla, geri kalanların ise atlarla ve arabalarla sevk edilmelerini her kafileye yiyecek temin edilmesini ve kafilelere muhafız kişilerin refakat etmesini de temin etmiştir. Ayrıca kafileye yapılacak muhtemel saldırılara karşı emniyet tedbirleri alınmasını bu konuda ihmali görülenlerin Divan-ı Harb’e verilmesi kayda bağlanmıştır.
Hükümetin göçe tabi tuttuğu Ermenileri gerek nakil sırasında gerekse konaklama yerlerinde taciz etmeye çalışacakların divan-ı harbe verileceğini, ayrıca göç edenlerle doğrudan temasta olan devlet memurlarından görevini suiistimal edenlerin de hemen işten alınarak mahkemeye sevk edilmelerini kararlaştırması olayın insani boyutunu ortaya koymuştur.
Öte yandan Ermenilerden zararlı kimselerle komite reislerinin sürülmeleri konusunda Hükümetin çıkardığı tebligatın, bazı yerlerde yanlış anlaşıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak pek çok yerde, yakalanan Ermeni çeteler, faaliyetlerini daha rahat sürdürebilecekleri yerlere sevk edilmiştir. Bunun üzerine Talât Paşa 19 Mayıs 1331’de (1 Haziran 1915) bütün vilâyetlere bir tamim daha yayınlayarak bu gibi Ermenilerin bulundukları yerlerden alınarak fesat çıkarmasına imkân bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sürgün işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını tebliğ etmişti. Ayrıca tehcire tabi tutulan Mamuretülaziz vilâyetine gönderilen 31 Mayıs 1331 (13 Haziran 1915) tarihli şifre ile de, Divân-ı Harb-i Örfî’ye verilmiş Ermenilerden başka, sürülmesi gereken Ermenilerin bu konudaki hususî tebligata uygun olarak vilâyetin uygun yerlerinde bulundurulması ve bunların Musul’a sevklerine ihtiyaç ve lüzum olmadığını, şimdilik aileleriyle birlikte nakl-i hâne suretiyle vilâyet hâricine Ermeni sevkinin uygun görülmediği bildirilmişti.
Savaş başından sonucuna kadar Ermeni kaybı 200.000 civarında hesaplanmaktadır. Türk hükümeti kendi ordusunun harekatında gerekli tedbir ve teçhizatı alamadığı için sadece Sarıkamış’ta 80.000 civarında asker kaybetmiş, memleket dahilinde salgın hastalıkları önleyememiştir. Devletin Müslüman vatandaşları da sıhhi, ekonomik ve emniyet bakımından son derece sıkıntı çekmiştir. Bu durumda Ermenilere çok ihtimamlı bir davranış beklemek hatalı olacaktır.
Bu arada Osmanlı hükümetinin gerek göç ettirilen insanlara kötü davranan gerekse kafilelere saldırılarda bulunanları ele geçirmeğe gayret gösterdiğini biliyoruz. Söz konusu gerekçe ile Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan yaklaşık 1400 kişiden bir kısmı idam, diğerleri çeşitli cezalarla cezalandırılmışlardır . İstanbul’u işgalden sonra batılı devletler de bütün gayretlerine rağmen böyle bir katliâmı belgeleyememişlerdir. Halbuki Ruslarla beraber hareket eden Ermenilerin 1914-19 döneminde bir milyondan fazla Türkü öldürdükleri kaynaklarla sabittir.
Tehcir tabii olarak çok zor şartlarda gerçekleşmiştir. geçmiştir. Binlerce insanın bir anda yerlerinin değiştirilmesi muhakkak ki kolay bir şey değildir. Bununla beraber, kafilelerin hangi güzergâhtan gideceği, toplanma mahallerinin önceden tespiti, nakilde özellikle tren istasyonlarının merkez olarak seçilmesi ve naklin büyük ölçüde trenle yapılması, kafilelerin iaşe ihtiyacının devlet tarafından karşılanması, kafilelere sıhhiye memurları tayin edilmesi, kafilelerin güven içinde hareketleri için zabtiye eşliğinde gönderilmeleri gibi tedbirlerin alınmış olması, tehciri, belki de asrın en sistemli yer değiştirmesi haline getirmiştir.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, nakil sırasında, Ermeni çetelerinin katliamına uğrayan halktan bazı gurupların kafilelere bir tepki olmak üzere meydana gelmiş ve yaklaşık dokuz-on bin kişi katledilmiştir. Ayrıca tıpkı Rumeli’den Anadolu’ya göç eden Türklerde olduğu gibi, bu şekilde büyük nüfus kütlelerinin yer değiştirmelerinde her zaman rastlanacak bulaşıcı hastalıklar sebebiyle de ölümler meydana gelmiştir. Hiç şüphesiz bunların hiçbiri tehcir emrini verenlerin istedikleri şeyler değildir. Nitekim görülen sui istimallere karşı, devamlı tedbirler alınmış, kafilelerinin korumasız çıkarılmaması için emirler verilmiş, sui istimali görülenler cezalandırılmıştır.
Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak, savaş müddetince, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermenilerden başlamak üzere mecburi iskân uygulamıştır. Bununla beraber devlete bağlılığı bilinen Ermeniler, bu kararın alınmasına rağmen tehcir harici tutulmuştur. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki, bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir. Kalan 10-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916’da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir. Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya’ya, Batı ülkelerine ve Amerika’ya Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere, Osmanlı tebaası pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler dağılmışlardır.
Öte yandan yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayısının 500.000 civarında olduğu belirlendiğine göre, sevk ve iskana tabi tutulmayan Katolik ve Protestanlarla yine yer değiştirme dışında tutulan İstanbul, Bursa, Kütahya vs. Ermenilerinin ve bu sırada Rus işgali altında bulunan Kars ve Van gibi doğu illerindeki Ermenilerle birlikte, Osmanlı Ermenilerinin toplam nüfuslarının da ancak 600.000 ila 800.000 arasında olduğu ortaya çıkmaktadır.
Nitekim 1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa’nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout’a gönderdiği raporda: Kafkasya’da 250.000, İran’da 40.000, Suriye-Filistin’de 80.000, Musul-Bağdad’da 20.000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye’den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor.
Boghos Nubar Paşa’nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 600-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 400 bin civarında olduğu görülüyor. Bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır.
Buradan hareketle tehcir uygulamasında; Kafkasya’ya 345 bin, Suriye’ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan’a 40 bin. İran’a 50 bin, Lübnan’a 50 bin. Ürdün’e 10 bin. Mısır’a 40 bin, lrak’a 25 bin. Fransa ABD Avusturya vd. 35 bin olmak üzere, toplam 855.000 Ermeni’nin göçe tabi olduğu anlaşılmaktadır. Bu rakam Türk araştırmacılar tarafından da 800 bin civarında kabul edilmektedir. Ermeni hareketle 855 bin rakamı 1914 Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye 366.850 kişi kalmaktadır. Göçe tabi tutulmayan nüfus ise 167.778’dir. 82.880’i İstanbul, 60.119’u Hüdavendigar’da (Bursa). 4548’i Kütahya Sancağı ve 20.237’si Aydın vilayetinde bulunmaktaydı. 366.850’den göçe tabi tutulmayan 167.778 kişi çıkarıldığında ise yaklaşık 200.000 kişi kalmaktadır. Ermeni belgelerine dayanılarak yapılan bu çalışma sonucunda; İtilaf Devletleri saflarına katılarak Osmanlı ile savaşta ölen, yurtdışına kaçan, tehcir sırasında çeşitli nedenlerle ölen veya eşkıya tarafından öldürülen Ermeni sayısının yaklaşık 200.000 kişi olduğu söylenebilir. Kimi yabancı yazarlar. Osmanlı ordusunu arkadan vuran ve Rus ordusu saflarında savaşan Ermenilerin sayısını 180 bin olarak vermektedir. Bazı belgeler ise 200.000 kişiden önemli bir bölümünün göç ettirilmeyen dört merkezi İstanbul, Aydın, Kütahya ve Adana civarına geri döndüğü, bir kısmının saklandığı ve daha sonra yurtdışına çıktığını kanıtlamaktadır. Buradan görüleceği üzere Ermeni iddialarında esas alınan rakamların, tamamen hayal mahsulü ve propaganda maksatlı olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kimsenin görmek istemediği bir gerçek daha vardır: o da ölen Türklerin sayısıdır. Justin Mc Carthy bu konuda şunları belirtmektedir: ‘Ölü Ermeni sayısı ele alınırken ölü Müslüman sayısını da göz önüne almalıyız. İstatistikler çoğunun Türk olduğu 2.5 milyon Müslüman’ın da öldüğünü söylemektedir. Ermenilerin yaşadığı 6 vilayette 1 milyondan fazla Müslüman ölmüştür… Sivas ili savaş sınırları içinde değildi. Rus ordusu asla bu kadar içeri girmedi. Fakat Sivas’ta 180 bin Müslüman öldü. Aynı şey bütün Anadolu için geçerliydi.
Bu durumda tehcir uygulaması sırasında toplam 855 bin Ermeni’nin göçe tabi olduğu anlaşılıyor. Bu 855 bin sayısı l milyon 250 bin olan 1914’teki toplam Ermeni nüfusundan çıkarıldığında, geriye yaklaşık 366 bin kişi kalıyor. Göçe tabi tutulmayan nüfusun ise 82 bin 880’inin İstanbul, 60 bin 119’unun Bursa’da, 4 bin 548’inin Kütahya Sancağı’nda ve 20 bin 237’sinin de Aydın viláyetinde bulunmak üzere 167 bin dolayında tahmin ediliyor. Göçe tabi tutulmayanların sayısı 366 binden çıkartıldığında, geriye kayıp gözüken 200 bin kişi kalıyor. Bu sayı da Ermeni lobisinin 1,5 milyon Ermeni’nin öldüğü iddiasının ne kadar abartılı olduğunu gösteriyor.
Eğer hükümet Ermeniler’i topyekün imha etmek niyetinde olsaydı, herhalde bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün devletlerin dikkatini çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları yerlerde ve özellikle cephelere yakın bölgeler de çok kolay şekilde yapabilirdi.
DEVAM EDECEK…