Prof.Dr. Metin AYIŞIĞI
TARİHSEL DÜZLEM
Sevk ve İskan, Soykırım Anlamı Taşır mı?
Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, ‘bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)’ manasını taşır; bir ‘sürgün’, bir ‘deportation’ manası yoktur. Bununla birlikte; ‘Tehcir Kanunu’ diye adlandırılan kanunun adı da aslında ‘Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için askeri tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun’dur. Bu kanuna dayanılarak gerçekleştirilen yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan ‘tenkil (nakletme)’ tabiri de batı dillerinde ‘sürgün’ anlamına gelen ‘deportation’, ‘exile’ veya ‘proscription’ gibi terimlere karşılık değildir.
Gerçekleştirildiği 1915’ten günümüze kadar yer değiştirme uygulaması hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir. Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu uzun süre kandırmayı başarmışlardır. Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni katliâmı hikâyelerinin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul’un işgal edildiği dönemde İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmalarına rağmen soykırımı imâ edecek tek bir belgeye dahi rastlamamışlardır.
Sevk ve İskan anlamındaki tehcir, meskun bir grubun bir başka yere nakledilmesi ve yeniden iskan edilmesi anlamındadır. Osmanlı Devleti’nce yapılan uygulamada, Ermeni vatandaşları, gemilere, trenlere bindirilerek sınır dışı edilmemiş, gaz odalarında ya da fırınlarda yok edilmemişlerdir. Yapılan uygulama sürekli toprak kaybeden İmparatorluğun dağılmasını önlemek üzere, Osmanlı Devleti yöneticilerince zorunlu görülmüş bir tedbirdir. Buna rağmen Devlet Yöneticilerinin büyük bir soğukkanlılıkla hareket ettikleri görülmektedir. Göç ettirilenlerin sevklerinde uyulacak esaslar, kararnamelerle düzenlenmiştir. Bu kararnamelerde göç edenlerin hakları ve bunlara verilmesi gereken her türlü hizmet detayları ile birlikte belirtilmiştir.
Oysa soykırım, özellikle günümüzde, dünya kamuoyundaki algılamalarıyla çok muğlak bir terim haline gelmiştir, ikinci Dünya Savaşından sonra icat edilen ve 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından tescil edilen ‘soykırım’ terimi doğrudan Nazi Almanyası tarafından yürütülen Yahudi soykırımı örneği üzerinde kurulmuştur. Bunun ise Ermeni olayları ile bir tutulamayacağı açıktır. Ancak, zamanla kavram genişletilmekte ve göreceleştirilmektedir. 2 Ağustos 2001 tarihinde Sırp general Radislav Krstiç, Serebrenica da katledilen 7.500 kişinin sorumlusu olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından ‘soykırım’ suçlamasıyla 46 yıl hapse mahkum edilmiştir. Oysa Serebrenica olayı iç savaş kapsamında meydana gelen bir olaydır ve 1915 olayları ile karşılaştırmalara çok daha açıktır. Azerbaycan hükümetinin 1993’te 600 küsur kişinin ölümüne yol açan Hocali katliamının ‘soykırım’ olarak kabul edilmesi talebi bu kavramdaki gelişmelerin başka bir örneğidir.
Soykırım; ırk, milliyet, etnik ve din farklılıkları nedeniyle insan gruplarının yok edilmesidir. Bu suç direkt olarak bir hükümet tarafından veya onun rıza göstermesi ile işlenebilir. Birleşmiş milletler genel kurulu dünyada soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmak için 1948’de ‘soykırım sözleşmesini’ kabul etmiş ve Türkiye de bu sözleşmeye 1950 yılında taraf olmuştur.
Soykırım dendiği zaman, II nci dünya savaşı boyunca Nazilerin Yahudilere ve diğer etnik gruplara karşı giriştikleri kitlesel kıyım akla gelir. 1939 ila 1945 yılları arasındaki dönemde, 5-6 milyon Yahudi, 3 milyondan fazla Sovyet savaş tutsağı, birer milyondan fazla Polonya ve Yugoslavya sivil halkı, 200.000 civarında çingene ve 70.000 özürlü insanın canına kıyılmıştır. İşte soykırım budur.
Bunlara ilave olarak, Birleşmiş Milletler’in önleyici yönde sözleşmesi olmasına rağmen, modern çağda da sayısız soykırım olayı görülmüştür. Örneğin 1965-1966 yıllarında Endonezya ordusu bir milyon komünisti ve ailelerini öldürmüş, 1975-1979 yılları arasında Kamboçya’da Kızıl Kmerler 1.7 milyon Kamboçyalı’yı katletmiş, 1994’de Ruanda’da 500.000 Tutsi, Hutular tarafından öldürülmüş ve 1991’den sonra Bosna-Hersek ile Kosova’da binlerce Müslüman Sırp vahşeti sonucu hayatını kaybetmiştir.
Soykırım suçu, gerçek anlamda yukarıda örneklenmiş olan olaylarda işlenmiştir. Ermenilerin iddia ettiğinin aksine, 1915 yılında doğu Anadolu bölgesindeki Ermenilere yönelik uygulama, sadece güvenliğin sağlanması amacıyla imparatorluk içinde başka bir bölgeye göç ettirme olup soykırım ile hiç bir alakası yoktur.
Tarih boyunca sayısız göç ve sürgün olayına maruz kalan Ermenilerin, bunların hiç birini gündeme getirmeden, sadece 1915’de Osmanlı devleti tarafından son derece haklı gerekçelerle göçe tabi tutulmalarını sözde soykırım adı ile sorun haline getirmeleri maksatlı olup, Türkiye’nin bütünlüğünü bozmaya yönelik politikaların bir ürünüdür. Batılı ülkelerin, Afrika ve Balkanlar’da yaşanmakta olan gerçek anlamdaki soykırım hareketlerine seyirci kalarak, sözde Ermeni soykırımına sahip çıkmaları, bunun en iyi göstergesidir.
İngiltere, Batı Anadolu’daki Rum tebaaya güvenerek, Yunanistan’a bölgeye çıkış izni vermiş ve bölgede, kendi denetiminde bir ”İonya Devleti” oluşturmaya çabalamıştı. Eğer Sakarya’daki inanılmaz direnişimiz olmasaydı, bu politikanın başarılı sonuçlanması bile mümkündü. İngiltere’nin Batı Anadolu’da Rumlara güvenerek uyguladığı bir politikanın benzerini Fransa, Kilikya bölgesinde (Gaziantep, Urfa, Maraş, Adana vs.) Ermeni nüfusa güvenerek uygulamaya çalışmıştır.
Fransız askerleri bölgeyi terk ederlerken, kaderlerini Fransızlara bağlamış olan bölge Ermenileri de kitleler halinde Suriye ve Lübnan’a göçtüler. Bugün kimi Suriye kentlerinde ve Lübnan’da ve özellikle Beyrut’taki Ermeni cemaatleri, bu gelişmelerin sonucudur.
DEVAM EDECEK…