Merhaba dostlar; Kara, beyaz ve gri bulutların gökyüzünün maviliklerini saklamaya çalıştığı, onların arasından ısrarla ve hüzünle güneşin kollarının bize uzatmaya çalıştığı bir sabahtan, İzmir’den sizlere yine evimden sesleniyorum.
Karadan korkmam çünkü yapacağı eylem bellidir ve karanlık ruhları anımsatır. Beyaz ise saftır, sevgi doludur ama griye gelince korkarım işte çünkü o yüzüne güler arkandan kuyunu kazar.
Size bu gün bir yazarı ve onun kaleme aldığı bir kitabı tanıtmaya çalışacağım. Tabi ki yazarı birebir görmüş değilim internet ortamında onun hakkında yazılanları paylaşacağım, birde kitabın ön sözü ile bazı kendi görüşlerimi.
Ve demeyeceğim sizlere şu cümleyi; “bir kitap okudum hayatım değişti” diye. Çünkü ben ne zaman bir kitap okusam hayatım değişiyor…
Yazarımız 1965’te Hünkâr Hacı Bektaş’ın soluğunu üflediği Nevşehir’de doğmuş. İlk ve orta öğrenimini Ahi Evran Velî’nin mayaladığı toprakta Kırşehir’de tamamlamış. Rüyalar içinde bir rüyanın işareti ile aşkın yurdu Pîr Mevlâna’nın ocağına yürümüş. Takvimler 1985 yılını gösterirken, Tennure ’deki ateşe dokunmuş, parmakları yüreğinin sesine direnememiş.
TENNURE VE ATEŞ’i üflemiş satır satır ilk kitabına. Aşkın şehidi Şems’in sesini duymuş.
Donmuş. Durmuş. Çözülmüş harf harf… Güneş’te gözleri kamaşanlara gölgelere sığınmamalarını yazmış. Aşkı sokaklardan sayfalara çekmek için AŞKIN GÖZYAŞLARI’nı toplamış beyaz kâğıtlarda. Alevleri ıslatan sayfalara sizlerin yüreğinde şebnem şebnem aksın diye Güneş’e seslenmiş:
“Irmaklar kurusaydı deniz olmazdı. Eğer aşk muteber olmasaydı seni senden daha iyi bilen, Âdem ve Havva’yı yaratmazdı.”
Tebriz’den/ Konya’ya bir yolculuk.
Bugünkü İran sınırları içerisinde yer alan Tebriz kentinde doğan ve gerçek ismi Muhammed olan Şems, küçüklüğünden beri ilahi aşkın peşinden koşan, sıra dışı kişiliğe sahip biridir. Bir gece gördüğü bir rüya nedeniyle, kendisine, Kur’an’daki bir sure olan Şems ismini vermiştir. Henüz 7 yaşındayken Kur’an hafızı olmuş ve hayatını ilahi aşkı bulmaya adamıştır. Aradığını bulabilmek için yollara düşen Şems’in ilk durağı Şam olur. Şam’da aradığını bulamaması üzerine hocasının önerisiyle Mevlana ile tanışmak için Konya’ya gider.
Ve yazarımız hikâyeye başlar…
Aşkın Gözyaşları – Tebrizli Şems
Yazar: Sinan Yağmur
Yayınevi: Karatay Akademi
Sayfa Sayısı: 248
Baskı Yılı: 2010
Çok merak ettiğim kişilerden biridir Şems, bu kitapta onu buldum, onu yaşadım.
Keşke hiç bitmese dediğim kitaplardandı.
Hepimizin hayatında, yaşarken göz önünde olan kadar belki de daha çok, daha derin göz arkasında, gerilerde kalan birçok iz bırakan olay yok mudur?
Aşkın gerçekten nasıl anlatılması gerektiğini çoğumuz bilmeyiz. Bazılarımız onu nasıl yaşayacağımız ya da neye karşı yaşayacağımızı da bilmeyiz.
“Aşkın Gözyaşları’nı” her okuyanın, etkisinde kalanın, onun dokunuşlarını hissedenin, Şems’te kendini bulurken hissedip de söyleyemediklerine Şems tercüman olurken yazan kalemin de yaşadıkları vardı.
Kitaba başladığımda sanki Şems-i Tebrizi bendim sanki o zamana döndüm ve sanki o zamanda öldüm.
Şems ve Mevlana üzerine yazılmış muhteşem bir eser. Sizi dinginliğe ve sakinliğe sürüklüyor. Beşeri aşkın ilahi aşka nasıl dönüştüğünü en küçük ayrıntısına kadar anlatan Sinan Yağmur’un başarılı bir esere imza atmış düşüncesindeyim.
Tebrizli Şems ile Mevlana’nın arasındaki arkadaşlık, samimi dostluk, birbirine aşkla bağlı iki insan… O kadar naif bir dil, öyle anlaşılır cümleler kurulmuş ki kitap kendiliğinden akıp gidiyor ve siz aşktan öteye dalıyorsunuz. Ne derseniz deyin ama müthiş bir bağları var. Şems’in çocukluğundan ölümüne kadar dünyevi aşkın nasıl ilahi aşka dönüştüğünü özlü sözlerle keyifle okumuş oluyoruz. Tasavvufu en güzel anlatan kitaplardan biri olan Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems gözümde okunması gereken kitaplar arasında yerini aldı. Ancak anlatım dili tasavvuf içerikli olmasından dolayı ağır fakat anlarsınız yinede… Okumamış olanlara tavsiye ederim…
Kitapta Ön söz Anlatımı:
Yazarın eser boyunca üzerinde durduğu en önemli nokta hayatı anlatılan kişinin geçmişi, gezdiği ve yaşadığı yerler hakkında yeterli bilgiye sahip olmak. Otobiyografik romanın olmazsa olmazı sayabileceğimiz bu özellik, Aşkın Gözyaşlarında ustalıkla işlenmiş. Bunu kitabın başlangıç cümlelerinden birinden anlamak mümkün;
“Tasavvufun tozunu yutmayanlar, Konya’nın yolunu tutmayanlar ne derece doğru anlayabilirler beni. Beni anlamayanlar, bana ait olmayan sahte düşlerini benim üzerimden taşıma cüretini nasıl bulabildiler? Yediğim bıçak darbelerinden daha derin acılar verir ruhuma benim olduğum gibi görünmediğim yazılar.”
“Ben ki kuralları yıkmaya gelmiş Şems, ben ki dünya nimetlerini elinin tersi ile itmiş Şems, nasıl olur da 40 kural yaftasını yakıştırırlar bana. Neden kendi entrikalarının ortasına yerleştirirler beni?
Karşılıksız sevgiyi yaşamak gerekiyormuş. Birini sevmenin, delice bir aşkla bağlanmanın, güzelliğini yaşamanın hazan mevsimine gelmek olduğunu bilmiyordum. Meğer hayatta ne çok şey kaçırmışım… Ya ben erken geldim, ya sen çok geç kaldın vuslata.
Cemşid, rüyasında görüp var olduğunu bilmediği maşuku için tahtından vazgeçerek Anadolu’yu karış karış gezdi. Ben Mevlâna için bahtımdan vazgeçmişim çok mu?
Beni bugüne kadar doğru yazmayan kalemlere sesleniyorum! Bugünün kalemleri, sözü kendilerinden önce yaşamış hakiki kalemlerden ödünç almadan yazamıyorlar. Ancak o zaman okunabilir sanıyorlar yazdıklarını. Ay gibi onlar. Kendi ışıkları yok… Güneşleri, (Şems’leri)!
Beceremedikleri acemilik yanılgısı aşk senaryolarında benim ismimi ve sevenlerimi kurgulamak hangi vicdanın sesidir? Aşkın kök salmış çınarından korkan, mum titrekliğinde kalemler taşıyan bu insancıklar ateşi avucunda taşıyan beni ve çınarlaşan aşkı nasıl açıklayabilirler?
Hangi kelâm Kimya’nın sırrını çözmüş ki kalemleri ile Kimya’mı yazma cesareti bulmuşlar?”
Asıl kaynakla ilişkiye girmekten nedense korkuyorlar bu yansıtıcı kalemler. Ya çarpılırsak o ışıktan. Gözlerimiz kamaşırsa. Bugüne kadar bildiğimizi sandığımız her şey doğru değilse… Bütün yazdıklarımızın bir yanılgı olduğu ortaya çıkarsa…
Sahte hayatların içinde yaşayarak nasıl varılır hakikate! Bir ses, bir sözcük nasıl gelir senin kalemine… O zaman hemen sarılırsın işte daha önce yaşanmış, yazılmış o hakiki yazılara… Ve hakikatle doğrudan ilişki kurmak yerine, o meşakkatli yolculuğu yapanların üzerinden bir defa daha yazmaya kalkışırsın, her sahte sözünüzle eksilttiğiniz gibi gerçeği.
Ateş (Aşk), ağaç, su sadece birer kelimedir sizin için… Bir hikâye kurup, içine yerleştirmeye çabalarsınız hemen bu kelimeleri… Onların kendi hakikatlerini hiç merak etmezsiniz… İç seslerini harflerin… Kanat çırpmalarını, kâinatın ahenkli zikrine katılışını her birinin… Ve sizi nasıl değiştirdiklerini göremezsiniz yaşarken… Siz sadece hikâyelerle ilgilenirsiniz… Hayatınızın bir hikâyesi olmadığı için kelimeleri zorla, o kurduğunuz derme çatma hikâyelerin içine sokmaya zorlarsınız… Emrivaki bir yazım şeklidir bu! Kelimelerin gönlünü almayı bilmezsiniz! Onlara verilen canı hissetmeden, siz, kim olduğunuzu nasıl hissedeceksiniz…
Aşkı bilmeden bir kelimeye dokunabilir mi insan? Onu yazıya nasıl sokabilir… Bahçeyi hazırlamadan ağaç fidanını toprağa nasıl dikeceksiniz… Yazının mümbit bahçesi için toprak gereklidir…
Aşkın sizin yazı bahçenize nur yağdırmasına ihtiyaç vardır…
Aşkı bilmeyen bahçe, toprak, su olabilir mi? Bir kelime olabilir mi?
Aşkı bilmeden bir insan yazmaya oturabilir mi?
Beni yazmaya niyetlenen, beni tanımadan nasıl taşıyabilir deryamı çöllerine?”
Hoş kalın hoşça kalın her dem sevgiyle dostça kalın. Güzel ve sağlıklı bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle sevgi ve muhabbetlerimi iletiyorum değerli okur dostlarım…
Saygılarımla
#öskurşun#