Ertesi gün denizde yüzüyorum, yanıma boylu poslu, son derece güzel bir vücudu olan 25-30 yaşlarında bir bayan yaklaştı. Ben bu durumdan rahatsız oldum, 10 metre uzaklaşıyorum, yanıma geliyor, 30 metre uzağa gidiyorum, yanıma geliyor. Arada bir, acaba bir şey mi anlatacak diye düşünüyorum. Sesi çıkmıyor, bir ara denizin kenarına birisi geldi. Yanılmıyorsam ”Helga, Helga.” diye bağırıp bir şeyler söyledi. Kız denizden çıkmadı, onu çağıran da döndü gitti. O zaman, onun Alman olduğunu anladım.
O gün başımı öne eğe eğe ve arada sırada kaçak bakışlar fırlata fırlata denizde yüzdük, o da bana az bakmadı. Onun içi gitti mi bilmiyorum ama benim içim gitti resmen. Niye yanaşmadım? Kendi kendime dedim ki ”Oğlum, bu kız seni zengin birisine benzetti galiba. Bunun için gittiğim yere geliyor, oysa züğürt birisi olduğunu bilse çoktan uzaklaşırdı.”
Akşam üzeri, ondan önce denizden çıktım. Pansiyona döndüm. Duşumu aldım, giyindim. Bahçede ki masada uzun süre oturup Tayyar Tahiroğlu ile sohbet ettik. Tayyar Tahiroğlu ”Akşam yemeğini dışarıda yiyeceğiz, biraz daha bekleyelim.” dedi. Yarım saat sonra yola çıktık, devlet karayolu üzerinde uzun bir yürüyüş yaparak bayağı geniş bir bahçesi olan sanıyorum pide salonuna geldik. Ben masanın duvara yaslanan tarafına oturdum, Tayyar Tahiroğlu’da dışarıdan içeriye girenleri görebileceği bir yere yan tarafıma oturdu. Bizim pideler geldi, daha ilk lokmaları ağzımıza götürüyoruz. Kapıdan içeriye 10-15 kişilik bir Alman Grubu girdi, tam kapının yanında ki masaya oturacaklar. Bir baktım, içlerinde sabahtan bu tarafa birlikte denize girdiğimiz o Alman Kızı da onların arasında. Kız, beni gördü. Ben de onu ama 10 metre kadar uzaklıktan gözünü benden hiç ayırmıyor. Bende gözümü ondan ayırmıyorum, Tayyar Bey’de bir bana. Bir o tarafa bakarken durumu farketmiş, bana ”Yahu, şu kız boyuna sana bakıp duruyor.” dedi. Ben, olup biteni Tayyar Bey’e anlattım. Sonra dedim ki ”Evlenilecek, çok güzel bir bayan ama sanıyorum beni zengin birisine benzetti. Kısacası, benimle geçirebileceği ömür ona yazık olur. Varsın, varlıklı birisi ile evlensin.” dedim. Yemeği yedikten sonra, pırıl pırıl parlayan masmavi gökyüzünü ve ayı seyrede seyrede pansiyona döndük.
Ertesi gün denizde yüzdüm, yüzdüm. Pansiyona döndüm, Tayyar Tahiroğlu’na Merkez Bankası Kampı’nı, merak ettiğimi söyledim. ”Hadi kalk gidelim.” dedi, kalktık. Deniz kenarından, yırtık olan tellerin arasından geçerek önce aşçıların olduğu yemekhaneye uğradık. Ön kapısından girmek için, çok uzun bir yol katetmemiz gerekiyordu. O kadar büyük bir yemekhane idi ki, içinde en küçük bir yemek kokusu yok. Akşam yemeği yenmişti galiba, 5-6 kişi bol sabun köpüğü veya detarjanla yerleri yıkıyorlardı. Ben ustabaşı olduğuna inandığım birisine ”Vay be, en küçük bir yağ ve yemek kokusu yok. Burada bir günde kaç kişiye yemek veriyorsunuz, burada sadece bankacılar mı var? Merkez Bankası’nın ne kadarlık bir personeli var ki, bu kadar devasa bir yeri yapmış, buradan kimler faydalanıyor?” diye bir soru sordum. Ustabaşı bana, her öğün 1.000 kişilik yemek çıktığını, her yemekten sonra etrafın bu şekilde pırıl pırıl yıkandığını, tesisten sadece bankacıların değil. Bakan-Milletvekili-Üst düzey her türlü bürokratın faydalandığından söz ederek ”Mesela dün akşam, Türkiye’nin KKTC Elçisi Ertuğrul Kumcuoğlu buradaydı.” dedi. Ustadan, kat kat olan yerleri gezip gezemeyeceğimi sordum. Gezebileceğimi söyledi, Tayyar Tahiroğlu’nu ustabaşı ile birlikte bırakarak dağ yamacına 2 metrelik merdivenle çıkılan 3-4 terası gezdim. Yeşillik ve deniz gözlerimi büyüledi, bu tür manzarayı görmek kaç kişiye nasip olur ki diye düşüne düşüne merdivenleri indim. Tayyar Tahiroğlu ile pansiyona döndük, uzun süre sohbet etikten sonra geceyi geçirmek için odalarımıza çekildik.
Ertesi gün, öğleye kadar denizde yüzdüm. Tayyar Tahiroğlu ile yemek yemek için pansiyona geldiğimde bahçede ki masanın etrafı bayağı kalabalık idi. Tayyar Tahiroğlu’nun kızları-damatları ve torunları imiş, hepsi ile tek tek tanıştırdı. Damadın birisi doktor, hanımı da doktor. Küçük kızın kocası plastik işleri yapan birisi, hanımı ev kadını. 2-3’de çocuk. Yemeği yedikten sonra, Tayyar Tahiroğlu bana ”Öğleden sonra, denize girme, akşama sana balık yedireceğim, Seferihisar’a gideceğiz.” dedi. Ben karşı çıktım, ”Tayyar Bey, Seferihisar buraya kaç kilometre?” ”60 Km.” ”Allahını seversen, ben kimim ki, sen benim için damada 60 km. yol teptireceksin. Bunun, 60 km.de dönüşü var, etti 120 km. Benim yiyeceğim 2-3 istavrit, yemesemde olur.” dediysemde o zamanlar da ortalıkta olan hemen hemen tek araba markası Renault’la yola koyulduk. Git babam git, yol bitmiyor. Bir yerden geçerken Tayyar Tahiroğlu ”Askeriyenin askeri tatbikat yaptığı bölge işte burası.” diyerek o mıntıkayı gösterdi. Bir müddet daha gittikten sonra, Seferihisar’a 6 km. kala sola dönerek Sığacık Kasabası’na girdik. Doğrudan doğruya liman bekçiliğinin önünde durduk, Tayyar Tahiroğlu liman bekçisine ”Bana çabuk Mehmet Çavuş’u bul.” dedi. Daha önce İstanbul’da, çok büyük bir deniz işletmeciliğinde çalışan yazar ve şair İsmail Sezgin’in bana gösterdiği yuvarlak sarı renkli aleti evirip çeviren bekçi sözü edilen kişiyi buldu. Tayyar Tahiroğlu konuşmaya başladı. ”Mehmet, neredesin ?”Sahilden, yarım saat uzaklıkta.”Sandal’da ne var?” ”15 kg kadar bir balık tuttum.” diyerek isimlerini saydı. Tayyar Tahiroğlu ”Çabuk dön gel.” dedi. Ben çok kızdım, ”Tayyar bey, adam denize yeni açılmış. Akşama kadar iş yapacak, niye çağırdın ki?” diye. ”O, benim samimi arkadaşım.” dedi.
Arabaya atladık, kasabanın içine deniz kenarında ki bir yere oturarak beklemeye başladık. Çay içip, sohbet ederken vakit geçmiş. Tayyar Tahiroğlu ”Geldi bizim arkadaş.” deyince ayağa kalktık, gittiğimiz yer balık hali imiş. Orada ki görevli balıkları çekip yere döktü, 15-20 kişi birden balıklara eğildi ama balıkçı iki elini yana açarak hepsini durdurdu. ”Önce, arkadaş alacak.” dedi. Bizim Tayyar Tahiroğlu yere eğildi, beğendiği balıkları aldı ama 15 kg balığın 7.5 kilosu onun önünde. Ben yine kulağına eğilip ”Tayyar Bey, 15-20 tane vatandaş balık almak için bekliyor. Balıkların yarısını aldın, yiyeceğimiz 1 kg balık.” dediysemde Tayyar Tahiroğlu 7.5 kg balığı alıp arabaya yöneldi. Adama da, beş kuruş vermedi. Tekrar yola düzülerek, Özdere’ye doğru geliyoruz.
3-4 gündür renga renk bayrakların olduğu bir otel dikkatimi çekiyordu.
Tayyar Tahiroğlu’na orasının kime ait olduğunu sordum, biraz daha gittikten sonra damada arabayı güneye çevirmesini istedi. Gide gide deniz kenarında ki o otelin yanına vardık, bütün otel salonları mavi masa ve sandalyelerle donatılmış, 2 adam tavla oynuyor ama bu kadar güzel ve lüks bir otelde hiç kimse yok. Tayyar Beyi görünce hemen oyunu bıraktılar, bize oturmak için yer gösterdiler. Ne içeceğimizi sordular, çok büyük bardaklarla bize Coca Cola ikram ettiler. Ben, otelde niçin hiç turist bulunmadığını sordum. Bu otelin İngiltere’de faaliyet gösteren bir firma tarafından tutulduğunu, firmanın 3-4 yıldır hiç turist göndermediğini ama buna rağmen yatak başına 15 sterlin para ödediklerini söylediler. Benim şaşkınlığım büsbütün arttı, ”demek ki, bu firma müşterilerini çok kazıklıyor olmalı ki 3-4 yıldır buranın parasını ödeyip turist göndermiyor.” dedim. Oteli gezip gezemiyeceğimi sordum, gezdirdiler. Otel, mavi-beyaz renk kullanılan masa-sandalye-masa örtüsü-Amerikan Barları ile gerçekten çok güzel bir yerdi ve deniz 10 metre önündeydi. Buradan ayrıldıktan sonra pansiyona döndük.
Tayyar Tahiroğlu balıklarla mutfağa girdi. ”Yardım edeyim mi?” diye sorduğumda. Buna gerek olmadığını, benim yüzmek için denize gidebileceğimi söyledi. Balıkları temizleyip buzdolabına atacakmış, lâzım olduğunda kullanacakmış. Ben denize yüzmeye gittim, döndüğümde bahçede ki masanın üzeri çeşit çeşit balıklarla dolu idi. Damat-kızlar ve çocuklar masanın etrafında idi, ben Tayyar Tahiroğlu’na ”Siz, ailece yiyin, ben, ailelerin arasına girmem.” dediysem de Tayyar Tahiroğlu’nun çok ısrar etmesi üzerine sofraya oturdum ama önüme konan yarım kg balıktan sadece 1 tanesini istemeye istemeye yemeğe başladım. Ötekiler, balıkları bitirmek üzere… Tayyar Tahiroğlu ”Niye ağır ağır yiyorsun?” diye sordu. ”Bu balıklar, yosun kokuyor. Ben, bu balıkları yiyemem.” dedim. ”Nazilli’de yediğin balıklar nasıl?” diye sorunca ”Onlarda koku yok, onlardan da hamsi-istavrit-çinekop gibi balıklardan 4-5 tanesini yiyebiliyorum.” dedim. ”Allahın kulu, bu balık denizden yeni çıktı. Yosun kokmayacak da, ne kokacak? Senin, Nazilli’de yediğin balıklar, buzhane’de bir yıl duran balıklar.” deyince kendisine hak verdim.
Tatilin son 2-3 gününde, bulunduğum odanın içinden geçilen üzümleri yemeğe karar verdim. Orta sıralardan birisini yersem uyanır diye son numaradan ön numaraya doğru her gün 3-4 salkım üzümü son derece dikkatli bir şekilde iz bırakmadan jiletle keserek yemeye başladım, naylon ile numara ve salkım çöplerini çaktırmadan yoldaki çöp sepetine atıyordum. Bu arada, her akşam tavla oynuyor. Tayyar Tahiroğlu’nu yeniyordum. Bana her defasında ”Allah, Allah beni kimse yenemez ama sen çok ters oynuyorsun, br türlü taktiğini öğrenemedim.” diyordu.
Denizden çıktığımız bir gün: ‘Bu gün Hava Kuvvetleri Kampına gideceğiz, yemeği orada yiyeceğiz.” dedi. Uzun bir yürüyüşten sonra kampın kapısına ulaştık, kapıda 5-6 asker. Başlarında da sanıyorum görevli bir astsubay olacak, ”Tayyar abi, hoşgeldin.” diyerek kimlik falan sormadan içeriye aldılar. İçeride yürüyoruz, basketbol-voleybol-futbol sahaları, yürüyüş yolları-oturma bankları vs.vs. içeride ne ararsan var. Çok yer gezdim ama resmen gözlerim kamaştı, bu arada bir çok kişi bana bakıyor. Tayyar Tahiroğlu’na ”Bu insanlar kadınlı-erkekli niçin bana bakıyorlar? Üzerimde, bir tuhaflık mı var acaba?” diye sordum. Bana ”Buraya tatile gelenlerin çoğunluğu birbirini tanır, seni tanımadıkları için bakıyorlar.” dedi. Yemekhaneye girdik, anacık-babacık günü. Neyse, onca kalabalığa rağmen yemeklerimiz erken geldi. Yemek yerken, Tayyar Tahiroğlu bir astsubayın kolundan tuttu. Beni göstererek ”Arkadaşım Nazilli’den Gazeteci-Yazar-Şair Kerim Özbekler.” diye tanıttı, el sıkıştık. 1 dakika kadar konuştuk, astsubay meğerse yemekhaneden sorumlu astsubaymış. Sonraki yıllarda, Tayyar Tahiroğlu ile birlikte buraya çok geldik. Gittik, çok insanla da tanıştım. O yıl geriye dönüyorum, ”Benim için buralara kadar geldin.” diyerek cebime 100 lira da para koydu. ”İstersen işlerini bitir, Eylül’de-Ekim’de tekrar gel. Kış’ı beraber geçirelim, kış’ın buralarda 5-6 aile kalıyor. Kimse olmuyor.” dedi.
Çok güzel bir 7 günden sonra geriye döndüm. Burada geçirdiğim tatil seyahatini ”Özdere’de 7 Gün 7 Gece” başlığı ile yazıya döktüm, bir çok dergiye gönderdim. Yazı önce Hatay’da, Mehmet Tekin’in yayınladığı ”Güneyde Kültür Dergisi”nde yer aldı. Bu, tatilden geldikten 2 ay sonra oluyor. Bir gün telefon çaldı, açtım. Tayyar Tahiroğlu rahmetli ”Yahu, Hatay’dan Güneyde Kültür Dergisi geldi. Senin yazdığın yazıyı okudum, gülmekten yerlere yattım. Ben de, taraçada ki üzüm salkımlarını sayıyorum günlerdir. 7-8 salkım eksik ama bir türlü ne olduğunu anlayamadım, yazıyı okuyunca jeton düştü.” dedi.