Türkiye siyasi mücadeleleri yakın tarihinde toplumsal devingenlikler oluşturan iki dönem bulunur; 1968 ve 1978. Siyasi tarih kayıtlarında bu dönemler 68 ve 78 kuşağı olarak yer alır. Bu iki dönem ve iki kuşağın siyasi kimliği, ana başlık itibariyle soldur!
Özellikle son yıllarda bu iki dönemi yaşayanların anlatı, anı ve derleme kitaplarında bir artış oldu. Başta Ayrıntı olmak üzere Dipnot, Notabene, İletişim, Can, Kibele, Belge yayınlarından çıkan bu kitaplar, dünü anlamaya çalışanlar ve bugünü dün ile bağıtlamak isteyenler için okunası kitaplardır.
Birkaç yıldır bu yayınlar üzerine okumalarımı yoğunlaştırdım. Son olarak Tayfun Cinemre’nin Ayrıntı Yayınlarından Mart 2020 yılında çıkan “Anılar Belleğimizin Bekçileridir” kitabını yeni bitirdim.
Bu tür kitapları hafife almamak gerekir. Elbette bir toplumun tarihi, sosyo-politiği, iktisadi yapısı bu tür kitaplardan öğrenilemez. İddiam odur ki, anı, biyografi kitapları için bir marj payı bıraksak ve ‘sahibi’ tarafından bir kurgulama ihtimali olsa da, bir bakıma sözlü tarih çalışması vasfını taşıyan böylesi kitaplar, dönemin dokusunu anlamamıza katkı sunan küçük renkler veya tamamlayıcı parçalardır. Ve hatta toplum yapısından çok, dönemin insanına, insan ilişkilerine ve kültürüne dair öncül kaynaklardır.
Örneğin bu tür kitaplarda Türkiye’de milliyetçiliğin ve siyasal İslamcılığın toplumda yaygın bir varoluşunu ve bu durumun devletçe politize edilerek yükseltilmesinin sağlandığı net olarak görülmektedir. Özellikle devletin, sol muhalefet ile kendi arasına bu kesimlerden bir bariyer inşa ettiği ve daha önemlisi, soldaki işçi, köylü, öğrenci muhalefetinin bu kesimlerce şiddet yoluyla baskılanması için devlet destekli eylemler yapıldığı, bu kitaplarda geniş olarak anlatıldığı gibi, dönemin gazete arşiv taramaları yapıldığında bile görülecektir.
Her okuduğum kitapta kızdığım, sevdiğim, bu kadar düşüncesizlik de olur mu dediğim, öfkelendiğim, güldüğüm, onurlandığım bölümler oldu. Aslında bu duyumsadıklarım kendi geçmişimle de ilgiliydi. Ve bir 78’li olarak okuduklarım içiresinde kendimi de görüyordum. 68 ve 78’in siyasi kuşağı aynı ölçülerde olmasa da benzer süreçler yaşadı.
Döneme ait her kitabı bitirdiğimde beni kuşatan ve bende kalıcı olan esas duygu hüzün oluyordu. Kendi geçmişime baktığımda da birçok olumlu, olumsuz yaşanmışlıklarım üzerine akıl yürütüyor, dönem içi ve dönem sonrası toplumsal koşullarla karşılaştırmalar yapıyor, ama beni sarıp sarmalayanın, geriye kalanın hüzün olduğunu görüyordum. Ve o hüzün, geçmişin bana, bize, ait olduğunu hissettiren temel bir duyguydu.
Beni bu denli etkileyen, daha doğrusu yaşadığım duygunun ifadesi olan hüzün kelimesi üzerinde pek durmamıştım. Ta ki Cinemre’nin kitabının son bölümünü okuyana kadar. Burası bana insani olmaya yakışan hüzün kavramının bir manifestosu gibi geldi. Orada kendimi buldum.
Kitabın sonundaki bu bölümü aynen aktarıyorum ki, hüzün konusunu bundan daha iyi anlatamazdım.
Hüzün, Bir “Ardından Bakmadır” Yaşanana
“50 yıl öncesinin anılarından bu yürüyüşü yaparken içime derin bir hüzün doldu. Anıların bahçesinde gezinirken beni sarıp sarmalayan hüznün ne anlama geldiğini düşündün farkına varmadan.
“Ahmet İnam Hoca’nın dediği gibi hüzün, aslında bir ‘ardından bakma’dır yaşanana. Yaşananın tortusuna. Yaşanmış gerçeklikle birlikte titreşmektir. Yaşanmış üstüne bir yoğunlaşmadır. Yaşanmışlığın yarı belirsiz değerlendirilmesidir. Kaçırılanlar, yanlışlıklar, acılar, çaresizlikler, geçip giden zamanın bir daha geri gelmeyeceği…
“Bir pişmanlık, bir melankoli değildir hüzün. Tutku, kızgınlık, nefret, öfke, coşku yoktur hüzünde.
“Hüzün gerçekliğin, geçmiş zaman dilimini dingin bir tatla değerlendirme yaşantısıdır. Çığlık yoktur hüzünde, çılgın bir sevinç de. Hüzün, bir talep değildir. bir beklenti, bir doyurulması gerekli arzu değildir… Yitirdiklerimiz önünde derin acıların hüzne dönüşebilmesi, bizim mahzunluk duyarlılığımızla ilgilidir.
“Hüzün umutsuzluğu, küskünlüğü barındırmaz içinde: Dünyadan vazgeçme, geri çekilme değildir. Hüzünde çok alttan alta işleyen bir sevinç bileşeni vardır.
“Acı bizi savurmaz, sevinç hoplatmaz, öfke titretmez: Hüzün dingin bir ruh müziğidir içinde kıpırtılı sevinçler taşıyan…
“Şöyle ya da böyle, ne yaşadım ama! Diyebilmektir hüzün” (Syf. 240)
Tayfun Cinemre’nin bu duygulu anlatımına birkaç satır da ben ekliyorum:
Hüzün, yürekten aheste akışın gözlerdeki nemlenmesidir. Hüzün, hey gidi dünya diyen sesin içten yankılanması ve bu yankının hafiften gerilen dudaklarla dışa vurumdur. Hüzün, geçmiş hayatımıza tebessüm etmektir aynı zamanda.
Hüzün ve onur geçmişi taşımanın birbirine yakışan en iyi iki kavramdır; o geçmişi savunup savunmamaktan önce, o geçmişin iyisiyle/kötüsüyle sana ait olduğunun bilinmesidir.
Motosikletli Devrimci
68 kuşağının ‘motosikletli devrimcisi’ diye anılan Tayfun Cinemre’nin kitabını okuyunca, gerçekten de mücadele içerisinde Cinemre’nin aynı zamanda motosikletiyle devrimin emektar ‘şoförü’ pozisyonunda olduğu daha yakından görülüyor.
Mart ayı ortasında Orta Anadolu’da nasıl bir kış olduğunu bilenler, bilir. O koşullarda Ankara’dan Sivas’a doğru Cinemre ile Sinan Cemgil’in, Deniz Gezmiş ile de Yusuf Aslan’ın iki motosikletle yola çıkarlar. Ankara’daki yoğun aramalardan dolayı kısa sürede şehri terk etmek zorundadırlar. Bir araba da ayarlayamazlar. Karakışta motosikletle yola çıkış gençlik, akıl, inanç, umut bağlamında başlı başına incelenmesi gereken bir konu. Tarih, buna benzer örneklerle dolu.
Bu örnekte de olduğu gibi, tarihte devrimlerin, büyük çatışmaların, savaşların arka planında şu veya bu ölçüde elbette bir akılcılık var, ama o mücadeleyi, o savaşı yürüten asıl dinamiğin ve sahada olanın inanç olduğu kanısındayım.
Hemen her konunun olduğu gibi bu konunun da bir felsefi boyutu var. Melih Pekdemir şöyle diyor. “Dünya görüşü ontolojiktir; yani olmak ya da olmamak…İdeoloji, epistemolojiktir; yani bilmek ya da bilmemek. Hattı zatında ne olduğunu bilmeden inanmak imandır. Ne olduğunu bilerek inanmak inançtır.” (Devrimcilik Güzel Şey Be Kardeşim. Ayrıntı Yay. Syf.113) Onca zahmeti, işkenceyi, mahpusluğu, ayrılığı, ölümü göze aldıran, akıldan önce inançtır. O kara kışta motosiklette yola çıkmak, akıl alacak gibi değildir, ama aynı zamanda umudun ve inancın yola vuruşudur.
Kitabı okurken bir kez daha Che Guevera’nın “Motosiklet Günlükleri” geldi aklıma. Ve bu notlardan hareketle aynı adlı bir filmi bir kez daha izledim.
Tayfun Cinemre 27 Mayıs 2019 tarihinde 70 yaşında aramızdan ayrıldı.
Anısına saygıyla…