Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
TAŞIN ALTINA ELİNİ KOYMAK
Kültür, bir millet veya topluluğa özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünüdür. Tarihî ve toplumsal gelişme süreci içerisinde yaratılan maddi ve manevi değerlerin tamamıdır. Kültür; toplumları birleştirir, bütünleştirir, barış içerisinde yaşamalarını sağlar.
Kültürümüzün çok uzun bir geçmişi ve muazzam bir derinliği bulunmaktadır. Dolayısıyla çok büyük bir zenginliğe ve köklü bir yapıya sahiptir. Bu yüzden Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini yüksek Türk kültürü olarak belirlemiştir.
Hikâyeleri, bilmeceleri, ninnileri, koşmaları ile zengin bir külliyata sahip olan halk edebiyatımızın önemli türlerinden biri de masallarımızdır. Genellikle yaşanmamış, yaşanması imkânsız hadiseleri konu edinen masallar, yaşanmış fakat sonradan anlatıla anlatıla olağanüstülük kazanmış hadiseleri de konu edinir.
Sözlü kültürümüzün en önemli kaynaklarından biri olarak kuşaktan kuşağa, nesilden nesile aktarılmıştır.
Masallar her ne kadar halk edebiyatımıza ait bir tür olsa da özellikle çocukların hayal güçlerinin gelişmesi, çözüm üretme kabiliyetlerini güçlendirmesi, sebep-sonuç ilişkisi kavratması, kelime dağarcığını zenginleştirmesi, iyi ve kötü farkındalığını artırması, üretkenlik, cesaret gibi pek çok duygu ve beceri kazanması açısından da oldukça önemli bir edebi türdür. Masallar bu özellikleriyle evlatlarımızın kişisel gelişimine katkı sağlamaktadır.
Masallarımız sade bir dille, akıcı bir üslupla anlatılagelmiştir. Bu yüzden de kolay akılda kalmıştır. Masallar yedi yaşından yetmiş yaşına kadar toplumun her kesimine hitap edebilecek bir ifade gücüne de sahiptir. İçerisinde anonim halk edebiyatımıza ait atasözü, alkış, kargış, tekerleme gibi türleri barındırması nedeniyle de masallar edebiyat kültürümüzü de geleceğe taşır…
Bilirsiniz; deyimler ve atasözleri, az söz ile çok söz anlatma sanatıdır. Bunlardan biri, “taşın altına elini koymak” deyimidir ve bu deyim ile ilgili çok güzel bir hikâye vardır.
Bu söz, sıklıkla anlatılan ve ders çıkarılması gereken bir deyimdir ‘elini taşın altına koymak…’ Hele de, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!..” Ya da “Maşa varken elini ateşe sokma “gibi saçma sapan bir söze karşılık çok daha anlamlı olmaktadır. Ama bizler Maşa ve Yılan öğüdüne uyarak sorumluluğu başkalarına yıkarız. Eleştirilerde bulunuruz. Ama yakındığımız kişi ya da kurumu düzeltmeye çalışmayız. Sorumluluk almayız. Hep başkalarından bekleriz. İşin kolayına kaçarız…
Bu elini taşın altına koymak deyimi, “bir olay veya durum karşısında sorunun çözümü için, sorumluluk alarak çalışmaya başlamak” veya “sorunların çözümü için, üzerine fedakârca ve cesurca gitmek” şeklinde açıklayabiliriz.
Pek çoğumuzun çeşitli vesilelerle kullanmış olduğu, genellikle de siyasetçilerin ve bir problemin üstesinden gelmeye çalışanların dillerinden pek düşürmediği bu deyiş nereden geliyor, neden denmiş ki; “elini taşın altına koymak” ya da “taşın altına elini koymak” deyişi, hiç merak ettiniz mi?..
Gelin bu “taşın altına elini koyma” hikâyesini Nurullah Genç’in anlatımından iktibas ederek aktaralım:
“Padişah, yolun ortasına bir taş koyar ve pencereden insanların ne yapacağını merakla seyretmeye başlar.
Vezir gelir ve taşın etrafında döner. “Sultan ile konuşayım ve yolun ortasındaki taşları kaldıran bir adam bulalım, kadro tahsis edelim” der ve gider.
Bir süre sonra asker gelir ve taşın etrafında döner. “Vezirle konuşayım. Yolun ortasına taş bırakanlara hangi cezayı vereceğimizi kararlaştıralım” der ve gider. O da cezadan anlıyor. Onun hüneri de bu. Belinde kılıcı var, çekti mi tamam.
Farklı birçok kişi gelir. O geliyor, bu geliyor, menfaatperest geliyor, saray dalkavuğu, saray maskarası da…
Bir yerde muhabbet ediyorduk konu geldi bir dalkavuk hikâyesi anlatım. Arkadaşlardan biri dedi ki; eleştirecek ya beni. “Sarayda dalkavuğun ne işi var?..” dedi.. Başka dalkavuk olmasın diye dedim. Durdu… Düşündü…
Devam ettim sözüme: Dedim ki; Padişahlar öyle akıllı adamlar ki sarayda dalkavuk tutuyorlar ki başkası dalkavukluk edince diyor ki “Duur, o senin işin değil, burada benim dalkavuğum var.”
-Yaa ben hiç öyle bakmamıştım!..
Evet böyledir. Saray dalkavukluğun kadrosu bundan var. Çünkü adam maskara, işi o. Maskaralık yapıyor, dalkavukluk yapıyor.
Hatta şiir yazanlar da var. Bazıları da şair!.. Şairliğin ne olduğunu bilmeden şair… Saray şairi diye geçiniyorlar. Yani oradan buradan alıntılarla şiir yazmaya çalışıyor. O geliyor taşın etrafında taklalar atıyor.
Böyledir biliyor musunuz?.. Dalkavuklar, menfaatperestler, ikiyüzlüler sürekli sorunların etrafında taklalar atarlar. Asla düzetmezler. Düzelmesi için de hiçbir şey yapmazlar. O sorunları çoğaltanı da överler. Onları da efendimiz gözüyle bakarlar zaten.
Neyse: menfaatperest ve saray dalkavuğu da gelir bakar ve taşın etrafında taklalar atar ve “Padişahıma bununla ilgili bir şiir yazayım” der o da oturur, yolun ortasında bırakılmış taşa şiir yazıyor. “Sultanıma okuyayım diyor” ve kalkıp gidiyor.
Ve en sonunda bir köylü gelir yolun ortasında duran, insanların geçmesini engelleyen bu taşı, insanları rahatlatmak ve insanlara yardımcı olmak büyük “sadakadır” inancıyla da tüm gücünü kullanarak taşı, yoldan sürükleyerek kenara alır ve yolu açar.
Ama taşın altında bir kese görür. Kesenin üzerinde padişah şu notu yazmıştır; “taşın altına eli koymasını becerenler içindir…”
Toplumsal yaşamda, birçok sorun ya da hikâyedeki deyimle, yolumuzun üzerinde birçok taş bulunabilmektedir. Bu taşlar; ellerimizi, ayaklarımızı ve bedenlerimizi yaralayabilmektedirler!..
Kimi zaman da ve en önemlisi yüreğimizi yaralayanlardır!..
Yürek yaralanması, tahribatı ya da yıkıcılığı daha fazla olabilmektedir. Kuşkusuz taş sözcüğü, mecaz anlamında kullanılmaktadır. Hayatın her alanında yaşadıklarımız ya da bizlere yaşatılan sorunlar/dertler kast edilmektedir.
Taşın altına elini sokmazsa bir insan, başarılı olamaz, mümkün değildir. Maalesef bu ülke taşlarla dolu…
Bir hayale gitmek için de, başarılı olmak isteyen kişi çalışarak taşın altına eline sokacak, sokmazsa olmaz… Elini taşın altına koymadan evrim olmaz…
Ama diyorlar ki; her ele de güven olmaz:
“Eller var:___ Karıştırıcıdır. Her şeyi karıştırır. Münasebetsiz ellerdir bu eller. Olur olmaz yere sokulur. Girmemesi gereken yerlere girer. Karıştırıcı eller, pislikten kurtulmaz. Çünkü karıştırma aşkı her şeyi kapsadığı için, bunlar arasına pislik de girer. Bu tür eller bulaştığı pisliğin faturasını kendi karıştırıcılığına kesmez. “Oralarda ne arıyordun?..” diyene, “Öyle her şeyi ve her yeri karıştırırsan, boyuna kadar necasete batarsın” diyene söyleyecek bir sözü yoktur.
Eller var:___ Düzenleyici ve düzelticidir. Çapak gördüğü göze yumruk olmaz. Kimseye hissettirmeden, bir ana şefkatiyle o çapağı alır. Yüzün ve gözün güzelliğini çapağa feda etmez. Değdiğini bozmaz, düzeltir. Düzelteceğim diye “düz” hatta “dümdüz” etmez. Çünkü bu eller, amuda kalkıp da dünyayı düzeltme iddiasına soyunan “ters”lerin elleri değildir.
Eller var:___ Hiçbir taşın altına girmeye yanaşmaz. Nice taşlar, kayalar, dağlar kaldırılır. O pamuk eller arazi olmuş, ortalardan tüymüştür. Ara ki bulasın. Israrla o elleri arar gözleriniz, ama yok. Sıkıntıya gelemez pamuk eller. Fakat dağlar gibi taşları taşımaktan yorgun ve bitap düştüğü için ayağı sürçenleri, tökezleyenleri görmeye görsün bu eller. Hemen ovuşturma vaziyetine girerler. Utanmadan yakasına sarılır, tokatlamaya yeltenirler. Utanmaz eller. Taşın altına sokmaya gelince toz olan bu eller, yakaya sarılmaya gelince aslanpençesi kesilir. Kırılası eller o eller.
Eller var:___ Pamuk değil, nasır tutmuştur. Neden olacak? Elbet, her yarım kalmış yükün altına girdiği için. Her hayırlı teşebbüsün ucundan tuttuğu için. Her yükü ağıra el atığı için. Her yolda kalmışın kolundan tutup kaldırdığı için. Her dermanı tükenmişe derman kattığı için. Öpülesi eller o eller.
Eller var:___ Vuracağı yeri bilmez, duracağı yeri bilmez. Kabarmış bir koltuğun elleridir bunlar. Sürekli tokat halinde gezer. Hiçbir şey bulamazsa, havayı tokatlar, suya yumruk atar. El ele vermişler zincirine girip, diğer ellerle birleşmez bu eller. Aksine birleşmiş elleri çözüp ayırır, kırıp koparır. Kırıp koparacağı başkalarının eli tükenirse, bu kez kendi ikizine yönelir, onu kırar, ona vurur.
Eller var:___ Vuracağı yeri de bilir, duracağı yeri de. Dostu da tanır, düşmanı da. Yalnız dosta değil, düşmana bile rahmettir o eller. Yara sarar, ayıp örter. Bir ananın elleri gibi, okşayacak yetim, yaşını silecek öksüz, sıvazlayacak kırık yürek arar. Yıkılmışları yapar, dağılmışları toplar, yarımı tamamlar, tamamı kucaklar, ayrılanı birleştirir, birleşeni sıklaştırır.
Eller var:___ Her önüne gelenden bir şeyler ister. Hiç işe girişmez, hep beleşe girişir. Sürekli istemek için açılır. Almaya bayılır, vermekten nefret eder. Bu ellerin bildiği tek dua “Rabbena hep bana”dır. Böyle elleri bin kez de doldursanız, bin birinciyi ister. Hapsini de kendi cebine boşaltır. Başka elleri de görmek gibi bir derdi yoktur. Bencil eller bu eller.
Eller var:___ Hep almaz, ama hep verir. İddialı değildir, fakat kararlıdır. O elleri herkes ortalarda görmez. Muhatabının gözüne sokulmaz. Alkışı hak edeni alkışlamaktan çekinmez, fakat kendisi alkış istemez. Verirken görünmemek için köşe bucak saklanır. O eller, bir Allah’tan ister, başkasından istemektense taş kesilmeyi tercih eder. Fedakâr eller o eller.
Eller var:___ Sürekli bedduaya durur. Bedduaya duran, suizanna ayarlı, kara yüreklere bağlı eller bunlar. Armudun sapı der, beddua eder. Üzümün çöpü der, beddua eder. Kusursuz kadı kızı arar, fakat kendisi pür-taksirdir. Herkese beddua için açılan bu uğursuz eller, herkesin ellerinin kendisi için duaya kalkmasını bekler. Bunu bulamadığında da yumruk olur, sağa sola saldırır. Haddini bilmez, kadir bilmez eller.
Eller var:___ Sürekli duaya durur. Peygamberlerin ellerinden bir hisse kapmıştır. Dostlarına değil sade, düşmanlarına bile duaya durur. Sevdiği güllerin dikenleri tarafından kanatılınca, gülü kökünden sökmeye kalkışmak gibi bir cinayet işlemez bu eller. Aksine, gülünü sevdiği için, kendini kanatsa da, dikenini de sever. İçinde hayır olan bir yüreğe bağlı eller bunlar. İçinde umut ve sevgi olan bir yüreğe bağlı eller…
Ellerinize bakın, kendinizi tanıyın!.. Zira onlar, sizin aynanızdır.
Ya Rabbim!.. Ellerimizi bırakma senin yolunda!..”
Kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları (STK) çalışmalarının ya da hizmetlerinin ana ekseni insan olması gerekmektedir. Amaç; en yüce varlık olan insanın; huzur ve güven ortamında adalet ile yaşayabilmesi, çalışabileceği ortamlar oluşturarak oluşabilecek sorunları ortadan kaldırmaktır. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) bunu, “insana yaraşır iş ortamları” olarak tanımlamaktadır.
Her kurum, kuruluş ya da birey, uzman olduğu alanda görevini yerine getirerek insan mutluluğuna katkı yapabilir.
Çalışma hayatı, insan yaşamının ana merkezidir. En çok zaman geçirilen ve emek verilen yaşam alanıdır. Hayat alanımız için yolda duran en önemli taşlardan biri, iş yaşamında karşılaştığımız; baskılar, ötekileştirmeler, yok saymalar, aşağılamalar, hakaretler, tehditler gibi çok sayıda yürek yaralayıcı (taşlar) davranışlar için kullanılan mobbing kavramıdır.
Bu davranışlar, insan yüreklerini kan revan içinde bırakmaktadırlar. Bunalıma, boşanmalara, yaşama arzusunun yok olmasına ve hatta intihara sürüklenebilmektedirler. Baş etmek, derdini anlatabilmek, hele de ispat edebilmek bir hayli güçtür. Bunu yaşayanlar ne demek istediğimi çok iyi anlayabilmektedirler. Ama yaşamayanlar veya tuzu kuru olanlar, “tok açın halinden ne anlar” misali konuya duyarsız, gereksiz ve “eski köye yeni adet” olarak görmeye devam ediyorlar.
İnsanları yaralayan, yok edebilen “yoldaki taşlar”, çalışma hayatı için mobbing davranışlarıdır. Bu taşlar, teknolojik gelişmelerle; internet ve sosyal medya gibi araçların kullanılması ile yeni bir boyut kazanmakta, yıkıcılığı artarak devam etmektedir.
Bu nedenle, sorunun önemi ve haksızlığın ortadan kaldırılması amacıyla; anlatmaya ve çalışmaya etmek zorundayız. Bu zorunluluk, insan ve ülke içindir. Çünkü daha çok üretmek, ürettiklerimizi de daha kaliteli üretmemiz gerekiyor. Bunu; kafası dingin ve kendini güvende hissedebilen insan yapabilecektir. Yoksa adeta birbirini yok etmeye “and içmiş” Dünya’nın korkunç emperyalizminde, özgürce yaşamak imkânsızdır. Yaşatmazlar!..
Bu ülkeyi canı, kanı pahasına kurtaranlar, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN banisi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları, vatan için şehit olan onca Mehmetçiği, insanların mutluluğu, iş barışı, işyeri huzuru, ülkenin gelişip güçlenmesi ve destek verenler de aklına gelirse teşekkür ederim ya da Allah razı olsun, Allah rahmet etsin demek de bu çabaları ve fedakârlıkları yapmaktadır unutma…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Her daim, bu bize emanet Vatan için elini taşın altına koymayanların karşısında, koyanlardan olasınız… Olduğu gibi görünen, ya da göründüğü gibi olan herkese sevgi ve muhabbetimle… Hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça kalın… Bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#