Yorgunluğunu elindeki kazmasına dayanarak gidermeye çalışırken, gücünü de verimli kullanmaya çalışıyordu. Toprak, yağmurdan sonra güneşin yakıcı ışınlarıyla pamuk gibi yumuşamıştı. Kazmayı her sallamasında, Hz. Musa’nın asasıyla denizi yarması gibi, toprağı yarıyor ve kazma görünmüyordu.
Mısır, kabak ve fasulye taneleri ayrılan yere giriyor ve kazmanın çıkarılmasıyla da toprakla örtülüyorlardı. Tohumların toprağa kapanması, çimlenme sürecinin başlaması demekti.
Günlerdir devam eden çalışmaya, harcanan emeğe karşılık, toprağa bir hazine serpiliyordu. Bu hazine iki hafta sonra, uç verecekti. Toprak örtüsü yeşerecek adeta canlanacaktı. Bahçenin mimarı, üretimi geliştirmek için, gübrenin her yana eşit dağılmasına dikkat ediyordu.
Bahçede yılladır aynı canlılık yaşanıyordu. Bahçenin toprağı hiç boş kalmıyor, üzerinde yaşayana her şeyini cömertçe ikram ediyordu. Tuttuğu suyunu, madensel tuzunu (Gübre), organik gübresini ve çimlenmeye aday hazineleri de vermekten çekinmiyordu.
Eli açıktı ve boldu toprak ananın. Elinde kazma ile toprağa ayağı değiyorsa, açlığını bile hissetmiyordu. Sırtı yanmış olacak ki, yan döndü. Dönmesiyle çimene girdiğimi gördü.
Baba, “Güneşten haberin yok galiba yanıyorsun.” Diye seslendim.
Elini kaldırdı, yandan doğru gel diye işaret etti. “Çalışıp başarılı olmak, sabırlı olmayı gerektirir.” Diye cevap verdi. Duymadım ve eve geçtim. Lastiklerimi giydim. Kenardan bahçeye girdim. Toprak bir üretim sahası, çalışılan bir atölye veya büyük bir fabrikaydı. “Baba yurdu ile çocukların yurdu aynı atölyedir.” Dedim.
Açık hava bol güneş ve oksijen istenen her şey vardı. Yarın da toprağın canlanmasını izleyeceğiz. Kenarlardaki meyve ağaçları çiçeklerini dökmüş, dalların beyazlığı kalmamış, yere serilmişti. Yerdeki çiçekler renklerinin güzelliğinin solmaması için direniyordu. “Hayatı anlamayan, yanıp kavrulsa da ısınamaz.” Diye düşündüm.
Hayatın anlamı, doğanın değişmeyen kuralıdır. Bu kuralı yaşıyorsun, hayal aleminde de olsan, doğal yapının güzelliğini tadıyorsun. Tadılan bu güzelliği yaşanacak hiçbir güzelliğe değişmem. Çünkü vücut fonksiyonlarına uyum sağlıyor. Bu sayede güneşin sıcaklığını, dağların esintisini ve toprağın şifa özelliğini hissediyorsun.
Çoğu insan, özgür ülke de bile, sahte kaygılarla ve yersizce, canlarını dişine takarak, hayat gailesiyle meşgul oluyorlar. Buna rağmen hayatın meyvesini elde edemiyorlar. Aşırı çalışıyorlar. Parmakları takoz gibi oluyor ama canlanan doğanın farkında olmuyorlar. Böylece emeği değer kaybediyor. İhtiyaç duyduğu boş vakte daha az sahip oluyor. Ayrıca insanca ilişkileri sürdürmeye zaman bulamıyor ve ekonominin çarklarında kıyılıyor. Bir makinenin parçası bile olamıyorlar. Bilgisi olsa da kullanmasını bilmeyen kişiler, cehaletin farkına varamıyor.
Dökülmüş çiçeklerin üzerine basmadım. Ayağımın ucuyla armut ve kirazın dibinden geçtim. Ağaçların dal uçlarında meyvelerin görünmeye başlamasıyla farklı bir güzellik oluşmuştu. Bundan sonra meyvelerin olgunlaşmasını bekleyecektik.
Kazılmış toprağa bastığımda, fasulye, domates, patlıcan ve biber diyorum ve soluklanıyorum. Babam, kazmaya yaslanmış hâlde topraktan gözünü ayırmıyor. Geniş ve yavaş adımlarla babama yaklaştım. Fakat merakımı meyve ağaçları ve bahçe kenarındaki gül çiçekleri aldı götürdü. “İnsan bakıp görebilse ve kulak verebilse hayatının yönü değişir.”
Bulutlarla tepelere uçuyorum, çiçeklerden bir taç giymiş gibiyim. Kazmaya yaslanmış babamın yanına sessizce varıyorum. Babam eliyle işaret etti. Kazmayı çıkardığı toprağın aralığına bak diyerek. Topraktaki oluşan aralığa fare girdi ve peşinden de dört yavrusu o aralığa yuvarlandı.
Ana fare incecik bir sesle yavrularına komut veriyor. Mısır tanesini birinin ağzına, kabak çekirdeklerini diğerlerinin ağzına dağıtıyor. Sonra yüzeye çıkıp bekliyor. Babam kazmayı toprağa vuruyor ve çekiyor. Ana fare, babama doğru sesini yükseltiyor, “Bekle acele etme.” Diyor. Yavrularına dönüyor ve yine incecikten sesiyle peşinden oluşan aralığa giriyorlar. Bu defa öncekinin tersini yapıyor. Üçüne mısır, birine kabak çekirdeğini veriyor. Toprağın yüzeyine çıkıyorlar ve beraber dans ederek babama teşekkürlerini bildiriyorlar.
Gördüklerime inanamıyorum. Farenin hareketlerine bayıldım. Babam bir şey diyemedim. Şaşkın bakıyorum. Ana fare, hemen yuvaya gitmiyor ve bir şeyler söylüyor. Babama ne istiyor dedim. Babam su kabını aldı ve kutu kapağına su döktü ve yuvanın girişine bıraktı.
Önce ana fare ve peşinden yavrular suyu içtiler. Kutu kapağını tekrar su doldurup bıraktı.
Babam “Farelerin hareketlerini izle diye çağırdım.” Dedi.
“Gönül güzelliği” diyebildim.