Tarıma dayalı sanayilerin (gıda – tekstil) ciroları da eklendiğinde tarımın milli gelirimizde % 40’lara varan bir payı vardır. Diğer taraftan tarım sektöründeki istihdam oranı % 30 civarındadır. Aynı yaklaşımla bu sayıya tarıma dayalı sanayide çalışanların oranı da eklendiğinde, tarım sektörünün ne kadar stratejik öneme sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle, sektörün rekabetini sürdürebilmesi için, alışılagelmişin dışında yaklaşımlara daha çok gereksinim vardır. Bir diğer ifade ile Türk tarımı, rekabet gücünü artırmak zorundadır. Dolayısıyla ileriye yönelik planlama, projelendirme ve stratejilerin güncellenerek yeniden ele alınması gerekir. Özellikle uzun vadede sonucu alınan çok yıllık bitkilerde yeni çeşitlerin geliştirilmesi gibi konularda, olayın kurumlar üstü ele alınması kaçınılmazdır. Gerek bitkisel ve gerekse hayvansal üretimde “gen” kavramının gittikçe öne çıktığı çağımızda, tarım konusuna farklı bir çerçeveden yaklaşmak durumundayız. “Bitki Islahçı Hakları Yasası”nın yürürlüğe girmesiyle üretimini yapmakta olduğumuz yurt dışı kaynaklı bitki çeşitleri göstermektedir ki yarın bahçelerimizde yetiştirdiğimiz meyvelerimizi yabancılara royalite (ıslahçı hakkı-http://www.kkgm.gov.tr/genel/birimfaal.html) ödeyerek yiyebileceğiz.
Yurt içinde yeni genotiplerin geliştirilmesi için şu an ve yakın gelecek için ne derece ümitliyiz? Bu yönde performansları beklenen üniversite ve kamu araştırma kuruluşları tohum firmalarına, fidancılara genetik materyal sağlayabilecek konumdalar mı? Daha doğrusu geleceğe yönelik olarak birbirlerinin isteklerini öğrenmek için yeterli düzeyde diyalogu paydaşlar toplantısında sağladılar mı? “Küreselleşen ticarette Türk tohumculuğu, sistemlerini oturtmuş ülkelerle nasıl rekabet edebilir?” sorusunun cevap arayışına girdiler mi?
Bu soru 1980’lerde bir AB ülkesinde de gündeme geldiğinde; üreticisinden, ihracatçısına tüm paydaşlar bir araya gelerek, öncelikle kendine döllenen bitkilerde çalışan tohumculuk sektörünün geleceği için 25 yıllık bir süre için tohumculuk firmalarının desteklenmelesi kararını almışlardır. Başta vergi olmak üzere yapılan yasal düzenlemelerle kredi, bilimsel danışman, uzman, ekipman desteği verilerek bu gün o ülke dünya tohumculuğunda söz sahibi olmuştur.
Türkiye ekolojik ve tarımsal potansiyeline rağmen dünya tarımsal ürün ticaretinden payını alamamış bir ülkedir. Oysa ki sahip olduğu iklim, toprak, nüfus ve biyolojik çeşitliliği ile ülkemiz rakipsiz bir tarımsal ürün ihracatçısı konumunda olabilirdi. Tarım – dış girdi katkısının azlığı nedeniyle- ihracat potansiyeli çok yüksek olan bir sektördür. Ancak, bu potansiyelin harekete geçirilmesi için “Yeni Stratejilere” de gereksinim vardır. Ulusal düzeyde tarımsal geleceğimizin stratejisini belirlememiz aşamasında, öncelikle AB ve küresel rekabete adaptasyon bakımından konuya yaklaşmak gerekmektedir. Bu da; politikacıların, sivil toplum örgütlerinin, bürokrat ve düşünürlerimizin bilgilendirmesiyle başlamalıdır. Gelecekte çok büyük şansa sahip olabilecek alt sektörlerin belirlenip, irdelendikten sonra stratejiler çerçevesinde, plan ve programa alınmasını sağlamak üzere konu uzmanlarının, önerilerle olayı tartışmaya açması gerekmektedir. Bu konuda çarpıcı birkaç örnek senaryo ile yola çıkacak olursak: Kuzey ülkelerinin gelir düzeyi artmakta, tarımdaki nüfus ise azalmaktadır. Diğer taraftan artan bilinç düzeyinde insan beslenmesinde bitkisel ürünün önemi ön plana çıkmaktadır. Bu durum Türkiye için çok önemlidir, çünkü coğrafi avantajı ve milyonlarca hektar gerçek ve potansiyel sebze ekim alanı ile hedef üretimler için en avantajlı ülkelerden biridir. Peki böyle bir senaryo (aslında bir gerçektir) için tarımımızı nasıl yönlendirebiliriz? Hedef tüketicinin tercihine yönelik olarak tür – çeşit bazında araştırma sonuçlarının öncelikle üreticilere ulaştırılması gerekir. Ne var ki bu işi kim nasıl yapacak? Bu konuda, ABD’nin ülkemize yaptığı soya ihracat yöntemi güzel bir örnek olabilir. Soyacılar Birliğinin Avrupa sorumlusu ve Ankara’daki ABD tarım ateşesinin çalışmaları benzer yaklaşımları çağrıştırabilir. Üreticisi, paketleyici -işleyici, halcisi, yerel kooperatifleri, ihracatçısı ile yeni yasa çerçevesinde örgütlenecek ve uzman – danışman kullanmasını da öğrenmiş bir “Türkiye Sebze Birliği” yaklaşımında bu sorunlara çözüm bulunabilecektir.
Avrupa Birliği (AB); 6. Çerçeve Programında (ÇP) neredeyse hiç değinmediği tarım konularına, 7. ÇP’de oldukça fazla yer vermiş ve toplam 30 araştırma platformunun beşini tarıma yönlendirmiştir. Bunlardan biri olan “gelecek için bitki” kapsamında, yarınlarda hangi ürünlere talebin artacağından hareketle, desteklenecek araştırma projeleri belirlenmeye çalışılmıştır. Söz konusu bu yaklaşımda, konu ile ilgili paydaşların görüşlerine yer verilirken, örgütlü uluslar arası tohumculuk firmalarının endüstriyel ve biyoteknoloji tabanlı görüşleri ağırlık kazanmıştır. Dolayısıyla AB’nde yarının araştırmaları planlanırken klasik bitki ıslahı, sebze tohumculuğu ve üretimi göz ardı edilmiş, bu şerit sanki Türkiye için boş bırakılmıştır. İşte Türkiye, arayış içinde olduğu kalkınma seçenekleri arasına emek yoğun, demografik-sosyal çözümlerle dolu bir sebze projesini katarak “Kuzeyin sebze bahçesi” olma şansını yakalayabilir.
GENLER TİCARETE YANSITILABİLİR Mİ?
Tohumculukta çeşidin önemi büyüktür. Çünkü tohumu aslında çeşit sattırır. İsim yapmış bir çeşidin getirisi çok fazla olur. Ülkemiz tohumculuk stratejilerini buna göre geliştirmek zorundadır. Türkiye’nin; özellikle mısır, ayçiçeği ve bazı sebze türlerinde sürekli yeni çeşitleri yani yeni teknolojiyi transfer eden bir ülke olduğu gerçektir. Hatta bu konuda teknolojiyi değil de bizzat ürünü ithal ettiği bilinmektedir. Şekilden hareketle bu olayı analiz etmeye kalktığımızda görürüz ki, söz konusu teknoloji bir ülke ekonomisi için geçici bir çözümdür. Tohumculuktaki teknoloji transferi, tamamen yurt dışında araştırma sonucu bulunmuş yeni çeşitlere ödenen ıslahçı hakları – isim hakları anlamına gelir. Hâlbuki ülkemizde üreteceğimiz teknolojinin daha da gelişerek kendine yeterliliği sağlamanın yanında, ihracata da yönelebileceği meydandadır. O halde: TÜRKİYE KENDİ ÇEŞİTLERİNİ KENDİ GELİŞTİRMEK ZORUNDADIR. Bu zorunluluğun birçok nedeni vardır. Tohum stratejik bir üründür. Dışa bağımlı olmak yalnız parasal açıdan değerlendirilmemelidir.
GENLER NASIL PAZARA YÖNLENDİRİLEBİLİR?
Türkiye polikültür tarım yapan, ihracatının % 40’i tarım veya tarıma dayalı sanayiye dayanan, tarımını da sub-tropik-ılıman iklimlerde gerçekleştiren bir ülkedir. Gereksinim duyulan tohumluklar için her yıl ortalama 70 milyon dolarlık döviz ödenmektedir. Gelecekte “kuzeyin sebze bahçesi” olmaya aday bir ülke olarak Türkiye’nin ivedilikle yoğunlukla yeni “çeşit geliştirme stratejilerini” oluşturması gerekir. Bu konuda özellikle dış pazarları göz önünde bulunduracak, çoklu senaryolara ihtiyaç vardır. Ayrıca unutulmamalıdır ki Tarım Bakanlığının “küçülmesi gerekli devlet” beklentisi içinde şimdiden “çeşit geliştirme ” konusunda bazı önlemlere gereksinimi olacaktır. Farklı disiplin ve farklı görüşleri devreye sokmak için yeni tip projelere gereksinim vardır. Çünkü özel tohumculuk firmalarının uzun yıllara dayanmayan geçmişleri; tohumculuğun gerektirdiği tüm yatırımlarda, özellikle “yarı yol materyali” geliştirme konusunda onların, desteklenmelerini zorunlu kılar. Bu bağlamda araştırıcı gereksinimi hemen hemen her bölgeye yayılmış Fen, Mühendislik, Eczacılık ve Ziraat Fakültelerinde mevcut bitki koruma, bitki ıslahı, bağ-bahçe, gıda, ecza, botanik, taksonomi, moleküler biyoteknoloji, tohum teknolojisi, tohumculuk mevzuatı, strateji uzmanlarıyla karşılanabilecek olup bu uzmanlar bir ve birden fazla proje altında kolayca toplanabilir.
Yüzlerce kültür bitkisinin açıkta – serada, ana ürün – ikinci ürün gibi farklı seçeneklerini, ve ortalama 5-8 yıllık çeşit ömrünü de göz önünde bulundurduğumuzda çok yoğun bir çeşit geliştirme programına gereksinim olduğu ortadadır. Bugün tüm bitkileri kapsayan çok disiplinli ıslah projelerinin başlatıldığını ve bu projelerin 2020’lerde %50 tamamlandığını varsaydığımız küçük bir değerlendirmede, yıllık milyarlarca dolarlık bir katma değer karşımıza çıkar. Bu sistemle bölgede bir kökten iki ürün alan çeltik çeşitleri geliştirilebilecek, Akdeniz bölgesinde serada değil, kışın da açıkta sebze yetişebilecek 10C0’de dahi çiçek tozlarının canlılığını sürdürebilen genotipler geliştirilerek (İsrail biberde bu işi 2004 yılında başardı!) dünya tarımında rantabl çözümlerle rekabet açısından imrenilecek bir ülke konumuna gelinecektir.
Tohumculuk yeni yatırımcı için uzun vadeli, fakat karlı bir yatırımdır. Olayı ulusal açıdan ele alacak olursak, Türkiye’nin özellikle elle kastrasyon – melezlemeye yönelik birçok sebze türünde F1 tohumluk elde edilmesinde çok büyük avantajı vardır. Bu tip tohumluk üretimleri gerek gelecek vaat eden sebze ihracatı ve gerekse komşularımızın tohumluk gereksinimi karşılamak üzere planlanıp projelendirilmelidir. Böyle bir projeksiyonda özellikle AR-GE gereksinimi fazlaca olacaktır. Çünkü gerek ekoloji gerekse tüketicinin beklentisi doğrultusunda her tür sebze için binlerce yenilik gerekecektir. Her yenilik de bir veya birkaç gen demektir. Bu genlerin saptanması, izolasyonu, melezlemelerle aktarımı çok büyük, ulusal bir proje planlanmasını gerektirir. Bu proje sonunda geliştirilen rayihalı, hastalıklara dayanıklı, raf ömrü uzun ve yüksek verimli çeşitler, gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı tüketicisi tarafından tercih edileceğinden ıslahçı hakları (royalite) gelirleri ile araştırma masrafları da karşılanabilecektir.
Böyle bir projeyle; Türkiye dünya tohumluk pazarında adını duyurabilecek, dünya sebze pazarındaki payını artırabilecek, kendi sebze tohumluğunu üretebilecek, tüketici yıllardır eksikliğini hissettiği kaliteli sebzeleri -örneğin o rayihalı domatesini- 12 ay boyunca sofrasında görebilecektir. Bu örneğin benzer projeleri de tetiklemesiyle, yüzlerce bitkiye ait çeşit – tohumluk sorunu kısa zamanda çözülebilir. Özellikle ve öncelikle bu kapsamda ele alınması gerekli bazı projeler: yüzyıllardır Anadolu’da tahıllara zarar veren süne – kımıla dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesi; nohutta “bulut çaldı – ülker – antraknoz” hastalığına dayanıklı çeşitlerin ıslahı, kestane kanserine dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesi vb. Daha genel anlamda Türkiye amaca yönelik projelerle şu konuların da üstesinden gelebilecektir: İhraç ettiğinin 3-4 katı fazla tohum ithal eden Türkiye, bu ithalatını ihracata dönüştürebilecek; Yeni geliştirdiği çeşitlerle tarımsal ürün ihracatını artırabilecek; Dış satıma yönelik dondurulmuş gıda üretiminde karşılaştığı “ihracata uygun tarımsal ham madde” sıkıntısını aşabilecek; binlerce uzmanına bilimsel üretkenlik kazandıracaktır.
Biyoteknoloji, organik tarım, işlenmiş ürünler ve diğer değişimler göz önünde bulundurulursa; her yıl bir önceki yıldan daha fazla çeşidin devreye girmesi, yani ıslahı gerekecektir. Unutmamak gerekir ki, her bir ürünün farklı alanlarda kullanımı farklı çeşitlerin ıslahını gerektirir (yemlik mısır – ana ürün- ikinci ürün vs). Bunun bilincinde olan ülkelerin, yarına yapacakları yatırımdan en çok yararlananlar yine o ülkeler olacaktır. Özellikle bir çeşidin ömrünün kısalığı nedeniyle, çeşit geliştirmeye yani “gen”e yatırımın, çok karlı bir yatırım alanı olacağı bir gerçektir. 2020’lerde “gen piyasaları” hatta borsalarının oluşacağı beklenmektedir. AB’nin 7. çerçeve programlarındaki detaylar dikkat çekicidir. Hatta hangi bitkilerin tüketimlerinin teşvik edileceği dahi belirlenmiştir. Biyoçeşitlilik bakımından Türkiye kadar zengin bir sermaye ile bu pazara girebilecek olan ender ülke vardır. Bir çoğunun gen kaynağı Anadolu olan kültür ve yabani bitkilerde, kamu araştırma kuruluşlarımızın karakterizasyonla başlayan çalışmaları onları “gen” sahibi yapabilecektir. “Patent”, “Islahçı hakları” gibi sorunların da çözüme kavuşmasıyla, var olan genetik kaynaklara dayalı zenginliklere kavuşturacak stratejilerin şimdiden; planlamacılara, strateji uzmanlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve diğer ilgililere duyurulması kaçınılmazdır.
AB tohumculuk endüstrisinin oturuşmuş yapısı, yüzlerce yıllık mazisine dayanmaktadır. Bu süreçte tohumculuk mevzuatının yürütülmesinde UPOV (International Union for the Protection of New Varieties, Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği) üyelik işlemleri sürdürülmekte olup, CPVO (Community Plant Variety Office – AB Islahçı Hakları Ofisi) üyeliği ile ilgili işlemlerin AB mevzuatına uyum çerçevesinde ele alınması beklenmektedir. Batı’da artık hiçbir kamu kuruluşu tohumculukla uğraşmamaktadır. Kamu araştırma kuruluşları adeta özel kuruluşlara genetik materyal (hat – çeşit) sağlayan bir birim gibi çalışmaktadır. Diğer taraftan tohumculuğun gerektirdiği izolasyon koşullarının devlet garantisinde sürdürülmesi işin AB bünyesinde ne denli ciddi boyutta ele alındığının göstergesidir. Co-existence olarak tanımlanan konvansiyonel, organik ve transgenik tarım için ekim mesafelerinin belirlenme çalışmalarına başlanması ise AB’nin tarımsal üretim sistemlerinin tümünden yararlanma amacıyla geleceğe yatırım yapmak istediğini sergilemektedir. Ülkemizde 2004 yılında kabul edilen “Bitki Islahçı Hakları” yasasının uygulamaya aktarılmasında kamunun bilinçlendirilmesine gereksinim vardır. Aksi takdirde, bu yasayı da benzerleri gibi kullanarak, temelsiz karşı görüşlerle, olaylardan yararlanıp, popülerite kazanmak isteyen kesimler harekete geçecektir.