İttihad-ı Osmaniye cemiyeti Anayasa programı dahilinde Osmanlı Devleti’nin gelişmesi niyetiyle Sultan 2. Abdulhamit yerine Sultan 5. Murad’ın, o olmazsa da Mehmed Reşat’ın tahta geçirilmesini, yurt çapında şubeler açıp kadrosunu güçlendirmeye çalışmıştır. Mason teşkilatının usul ve kaidelerini kabul eden bu cemiyet, üyelerinden bazıları tarafından ihanete uğrayıp, padişah tarafından yurtdışına sürgüne gönderilmişlerdi.
Zengin bir Osmanlı çocuğu olan Ahmed Rıza Bey, Paris şubesinin başına geçip oradaki genç Türklerin lideri olmuştu. İlk kez 1884 yılında padişah aleyhinde muhalefate başlamış, sürülen cemiyet üyelerini Paris’te kendi etrafında toplamıştı.
Fransızlar tarafından Jeunes Turk(Jön Türkler) diye adlandırılan bu grup İttihat ve Terakki Cemiyeti adını almıştı. Kendi aralarında anlaşmazlığa düşen cemiyet; Ahmed Rıza Bey’in Auguste Compte modelini örnek aldığı pozitivizst akımcılığı, Abdulhamit’in kızdan torunu, Damat Mahmut Paşa’nın oğlu Prens Sabahattin Bey’in Edmond Desmolina ve Frederic Le Play modelini örnek aldığı İlmi İçtimai Doktrin’i benimsemiş iki ayrı gruptan oluşuyordu. Cemiyet içindeki aykırılıklar dolayısıyla Tunalı Hilmi, Şefik ve Hasan Beyler Osmanlı İhtilal Komitesini kurup Jön Türkleri fikir birliği içerisinde aynı çatı altında toplamak istemişlerdi.
Jön Türk hareketi, Selanik mason locaları tarafından başlatılmıştı. İttihatçıların 1908’te anayasanın ilanını kutlamak amacıyla Selanik’te yaptıkları sokak yürüyüşlerine mason localarının temsilcilerinin de katılmasıyla mason ilişkisi başlamıştı. Zaten özünde, kişilerin toplumlar adına karar verdiği liberal görüş karşıtı burjuva adı altındaki elit takılan, totaliter mantığı benimsemiş jakoben Jön Türkler, mason localarını kendilerine toplantı mekanı yapmış, onların kullandıkları metodları kendilerine düstur haline getirmişlerdi.
İttihatçılar siyasal ilkelerini locaları örnek alarak çıkarıyorlar, yazışmalar, mücadele kasası, üyeler ve komitelerle ilişkiler hep Selanik locasının kontrolündeydi. İttihat ve Terakki’nin liderlerinden biri olan Enver Bey haber ve mektuplarını localardan alıyordu…
Dünya medyasının bu gerçeği tasvip etmesini ispatlayan bir örnek The Morning Post (London 1920), The Cause of World Unrest başlıklı yazıda “Kesin olarak söyleyebiliriz ki, Türk ihtilâli, hemen hemen tümüyle bir mason-Musevi komplosudur şeklinde yapılan yorumdur.
Günümüz ihtilal yanlısı gizli örgütü Ergenekon; oluşum ve faaliyet açısından Enver Paşa’nın ve Kuşçu Eşref’in başını çektiği Osmanlı’nı istihbarat teşkilatı niteliğindeki, Trablus’tan Hindistan’a kadar kayıtlı bir çok ajanı olduğu halde halen günümüzde aydınlanmamış teşkilat-ı mahsusa’ya benzerlik gösterir. Bu ittihat ve terakki cemiyeti’nin en seçkin eylemcileri tarafından kurulan gizli bir örgüttür. Harbiye nezaretine bağlı gizli ödenekten kaynak kullandığı iddia edilse de aslı Alman masonları tarafından finanse edildiğidir.
Son iki senedir gündemden düşmeyen Ergenekon davası tarihin bu anlattığım kısmıyla ne de çok benzerlik gösteriyor aslında.
“Türkiye cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etme, Türkiye büyük millet meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçu, darbe planlarının detaylı anlatımı, Ergenekon’un suikastları, legal-illegal yapıları, gizli anayasası, planlama yürütme kurulu, organize suç örgütlerinin kullanımı, terör örgütlerinin kullanımı, sendikalar ve medyadaki çalışması, siyasi partileri ele geçirme-bölme faaliyetleri, zanlıların birbiriyle irtibatları/kaçar defa konuştukları ile “örgütsel içerikli dokümanlar, arama yakalama ve el koyma tutanakları, iletişim tespit tutanakları, şüphelilerin beyanları, tanık beyanları, gizli tanık beyanları, mağdur beyanları, bilirkişi raporları, kriminal polis dairesi başkanlığının raporları, dijital veri inceleme raporları, genelkurmay başkanlığı askeri savcılığının yazıları, emniyet genel müdürlüğü’nün yazıları, mit müsteşarlığı’nın gizli belgelere ilişkin yazıları, eylem evrakları, emanet makbuzları ve tüm dosya kapsamı olup ayrıca her bir şüpheli için ilgili bölümde ayrıntılı belirtilmiştir” şeklindeki delillerle iddia edilmektedir.
İddianamede Ergenekon’un gizli anayasası, suikast planları, lobi belgesi ve bunun ne anlama geldiği de yer almaktadır. Maksat demokrasiye darbe vurup kaos çıkararak meclisi yıkmaktır. İttihat ve Terakki benzeri faaliyetlerde bulunmuş oldukları iddiasının yanında Ergenekon terör örgütü davasının tutuklu sanıklarından İsmail Yıldız`ın evinde bulunan belgeler arasında, Masonların Türkiye Örgütlenmesi Nasıldır` başlıklı belgeler de ele geçirilmiş, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği, Rotary Kulüpleri ve Lionsların, Türkiye Masonluğunun legal yapılanması olduğu belirtilmiş, illegal yapılanmada ise, sivil, bürokrasi, istihbari, tarikat ve cemaatler, etnik gruplar, medya, akademik hayat ve kadınlar başlıca hedefler olarak gösterilmiştir. illegal örgütlenmede yer alan siyonistlerin ise Türkiye’deki sabetayistler olduğu açıkca göze çarpmaktadır.
Toplum imkanlarını zor kullanarak kendi siyasi görüşlerini yerleştirme taraftarı olan bu jakoben ruhlu Ergenekoncuların; toplumsal mütabakatı zedeleme, fitne fücur çıkarma, milleti birbirine kırdırma niyeti tamamen ülkeyi birbirine düşürerek bölmek ve Türkiye’yi bir İsrail kolonisi haline getirmektir.
Senelerce mesnetsiz iftiralarla sağ kesimi zan altında tutan Ulusalcıların politik olarak nemalandıkları o korkunç cinayetlerin ardından kendi adamlarının çıkması çok da şaşırtıcı değil doğrusu. Provakasyonlarla halkın vicdanı zaaflarını sömürenlerin mumu elbet sönecek, Allah’ın Settar sıfatını ortadan kaldırmasıyla bütün yaptıkları gün yüzüne çıkacaktır…
Bugün Genel Kurmay Başkanı masaya yumruğunu vurup ‘Allah Allah’ diye askerine hücum ettiren, taarruz ettiren bir ordu, nasıl Allah’ın evi camiye bomba atmayı düşünür. Vicdansızlıktır, lanetliyorum bunları. Bu kadar vicdansızlık olur mu? Türk ordusunun da bir sabrı var” dediyse bu; ordunun da, aralarına sızmış mason uşağı, devlet-millet haini kişilere karşı artık sabrının taştığını gösterir. Zira bu tür durumlarda sui misal emsal olamaz ve genelleme yapmak çok yanlış olduğu gibi bütün Türk Ordusunu zan altında bırakmak haksızlıktır.
Tarihin her zaman tekerrür ettiğini anımsatarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim; Teşkilat-ı Mahsusa’nın başındaki Kuşçu Eşref, Anadolu’da Çerkez Devleti kurma niyetindeyken Yunanlılara esir düşmüş, Enver Paşa ise herkesi Türk yapayım derken Orta Asya’da kendini mitralyözün önüne atarak intihar etmiştir. Tarihteki bu olay geçtiğimiz günlerde intihar eden yarbayı anımsattı bir anda. Suçu ispat edilene kadar herkes masum olsa da ateş olmayan yerden duman çıkmaz, böyle ciddi iddiaların belli bir dayanağı olmasa bu kadar deşifre olmaz, bunca askeri erkan gözaltında tutulmaz…
Milletin hakkı hukuku hassas meselelerdir ve şunu unutmamak gerekir ki Allah’ın değirmeni ağır döner ince öğütür… Faili meçhul cinayetlerin arkasındaki gerçek katiller hem insafsızca katlettikleri kişilerin hem de bu günahı üzerlerine atıp lekeledikleri kişilerin hakkını elbet ödeyeceklerdir…
Bugün genel kurmay başkanın yaptığı konuşmayı dinledim
de 1998 yılından sonra yapılmaya başlanan bir uygulama geldi aklıma.. malum gazeteyi “camiye bomba koyacaklardı” başlıklı haberinden dolayı lanetleyen sayın başkana acaba neden kimse tanklar Sincan’da gezdikten sonra yapılmaya başlanan “namaz kıldığı için irticacı” damgası yeyip ordudan ihrac edilen askerleri ihrac edenleri lanetlemiyorsunuz diye sormuyor?
bunu yapan bizim ordumuz değil miydi ya da başı kapalı olduğu için ordu evindeki OĞLUNUN düğününe alınmayan annenin hesabı peki kimden sorulmalı
bence HERKES bilmelidir ki; Türk halkı affetmeyi sever ama ASLA unutmaz
“…Tarihteki bu olay geçtiğimiz günlerde intihar eden yarbayı anımsattı bir anda. Suçu ispat edilene kadar herkes masum olsa da ateş olmayan yerden duman çıkmaz, böyle ciddi iddiaların belli bir dayanağı olmasa bu kadar deşifre olmaz, bunca askeri erkan gözaltında tutulmaz…”
Tarih tekerrürden ibaretmiş;
Ama maalesef ibret aldığımız da yok.