Tarih kitaplarının ne kadar arttığını fark ettiniz mi? Hemen her çeşidinden var. Ama en çok satanlar Osmanlı son dönemine ait. Ha bir de resmi ideolojinin aksine söylemelere sahip alternatif bakış açıları, popüler tarih konularından. Hani şu tartışmalı konular var ya onlar işte!
Abdülhamid Han’ı eskiden anlatmak tehlikeyi göze almak demekti. Hele Vahideddin Han’ı anlatmaya kalkmak kelleyi koltuğa almak demekdi. Taa 1968’de çıkan “Osmanoğullarının son padişahı Vahideddin han” kitabı nedense hiç kimse tarafından görülmemişti. Çok satmamıştı demiyorum, görülmemişti diyorum. Aynı akibete, Necip Fazıl Kısakürek’in yazdığı Büyük Doğu’dan çıkan “vatan haini değil büyük vatan dostu Sultan Vahiduddin” kitabı da uğradı. Bu kitap da çok sattı. Ama ne konuşuldu ne tartışıldı. Sadece bilindik mahkemeler, açılan davalar vs.
Çok değil 2003’te ilk baskısını yapan Mustafa Armağan’ın “Osmanlı; İnsanlığın Son Adası” 20’den fazla baskı yaparak bir tarih kitabına nasib olmayacak rekora imza attı.
Efsane tarihçimiz Mehmet Genç bir konuşmasında Osmanlı arşivlerinin ancak % 10’unun incelenebildiğini söylemişti. Yani anlayacağınız yazılan onlarca cildlik eserler bu % 10’un sonucu…
Bugün neredeyse her gün bir tarih kitabı basılıyor. Alakalı alakasız, ciddi, gayri ciddi binlerce Osmanlı tarihini anlatan kitap var piyasada. İlgi duyduğunuz bir alanda tarih kitabı satın almak uzunca bir ön çalışmayı gerektiriyor. Peki ama nasıl oluyor da bu kadar çok tarih kitabı aynı dönemde aniden ortaya çıkabiliyor?
70’li yıllarda sol tarih okumazdı. Bu konuyu, sağ olsunlar sağın eline bırakmışlardı. Eğer okuyan varsa da küçümsenir aşağılanır dışlanırdı. Hatta Murat Belge o dönemleri çok iyi hatırlar, çünkü kendisi de bu konuda az eleştirilmemişti. Derken bu kaba ideolojik tavır yerini daha makul ellere bırakınca Ortodoks olmayan sol, tarihi keşfetti! Sağ kesime ait bu hak, biraz da “yerli” solun açılımıyla ( iyi ki bu kelime ortaya çıktı) yerini “ortaya karışık” hale geçti. Artık solcular da tarih okuyorlar hatta yeniden yorumlayıp kitap da yazıyorlardı. Hatta yetmedi bir de tarih vakfı kurdu arkadaşlar. İyi de oldu. Dünya’da binlerle ifade edilecek çok değerli belgeler, kitaplar bu sayede ortaya çıktı. Ha kimi dostlarımız bunun yanlı olduğunu ileri süreceklerdir. Haklı olabilirler. Ama bu tarih biliminin, özelinde Osmanlı araştırmalarının gün yüzüne çıkmasına her koşulda vesile olacak bir durmdan ibarettir.
Eskiden solun tarih’le ilintisi “Türkiye’nin toprak meselesi” çapında ele alınır, ATÜT’ uyup uymadığı yorumlanırdı. Bu meyanda “Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı İmparatorluğunda Mülkiyet İlişkileri”nin ayrı bir yeri vardı. M. İlhan Erdost’un adı geçen kitabı pek muteberdi. Marks’a bağlamadan okunmazdı böylesi bir araştırma. Eh bu kadarı da yeter artardı bile… Öyle ya elde okunacak tuğla kıvamında kapital cildleri dururken kim bakardı tarihe canım.
Toplumsal değişmelerin yasaları keşfedilseydi herhalde tarihe bu kadar ilgi olmazdı. Son çeyrek yüzyılda Türkiye’nin geçirdiği inanılmaz değişim birtakım soruları da beraberinde getirdi. Dünyanın değişmesiyle paralel olarak farklı soruların sorulması gerektiği ortaya çıktı. Teknolojinin olağanüstü gelişimi, bunun gündelik hayata yansıması, alışkanlıklarımızı ve düşüncelerimizi etkiledi. Bu süreci anlamlandırabilmek çok da kolay değil. Her yorum, düşünce dünyamıza kattığı zenginlik kadar, beraberinde yeni soruları da taşıdı. Yarına ait sosyal ve psikolojik etkilierini tahmin etmek pek kolay olmasa gerek!
İşte tarih okuyuculuğu böyle bir sosyal değişmelerin tam da ortasında yer aldı. Aslında bilginin bu kadar kolay ulaşılabilir olduğu başka bir dönem olmamıştı. Malumat yığınının arasında gerçek “bilgiye” ulaşmak daha da zorlaştı. Fakat bu kirlenmenin içinde kendine ait bir doğru çıktı. Özellikle Türkiye ve Osmanlı arasındaki tarihsel kırılma konusunda. Araştırmacılar, ki bazıları gerçekten yepyeni bilgilere ulaştılar, meseleye farklı açıdan bakmaya başladılar. 16’ıncı Yüzyıla’a ait bu kadar çok araştıma olması bu döneme ait belgelerin bol ve kola ulaşılabilir olmasında ileri geliyor. Hem ayrıca “altın çağ”a ait bilgiler daha keyifli oluyor itiraf etmek lazım.
Anlaşılan tarih, yavaş yavaş “yerine” oturuyor. Daha insanca bir özgürlük ortamında, düne kadar üstü örtülmüş, çarpıtılmış gerçekler birer birer gün yüzüne çıkıyor artık. Öyle ki Cemil Koçak doğru bir zamanlamayla “Geçmişiniz İtinayla Temizlenir” kitabını İletişim yayınlarından yayınladı. Anlaşılan dayatılanları bir kez daha sorgulamak, resmi tarih anlayışına sarılan bürokratik iktidar’ın aksine, her kesimden okuyucu ilgisini çekiyor. Bu etkiyi ölçebilmek ve yorumlayabilmek için daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var. Biraz ötesini söyleyecek olursak, hiç hesap edilmemiş “yeni bir insan” tipi şekilleniyor. Osmanlı’nın sahip olduğu hoşgörüye, bilgiye, medeniyet anlayışına daha yakın duruyor günümüz Türkiyesi.
Ortak akıl kendine yeni çözümler bulacak gibi görünüyor…
merha ben trb sürmeneliyim siz nerelisun merak ettim yanıtlarsan sevinirim not:bizden 20 30 tane var