Bir sanat yapıtı her şeyden önce bir zihin serüvenidir. E. Ionesco
İnsan günlük yaşantısı dışında, neden kitap okumaya/ yazmaya, müzik dinlemeye, resim yapmaya, doğayı keşfetmeye, fotoğraf çekmeye ve diğer aktivitelere ihtiyaç duyar? Neden yaşamın akışı içinde tiyatroya/operaya gitmek, sergileri /müzeleri gezmek, konferanslara katılmak, doğa gezileri yapmak için özel zaman ayırır, neden nesnel olmayan aktiviteler için özel olarak para harcar? Neden yemek /içmek, eğitim almak, para kazanmak ve cinsellik gibi temel ihtiyaçlar yaşamak için yeterli gelmiyor insanlara?
Neden fiziksel gerçekliğini yaratamadığımız dünyalara bu denli çekiliyoruz? Bütün bunları yaparken neden duygularımız yoğun bir şekilde devreye giriyor?
Özetle temel ihtiyaçlarımızın dışında var olmak için neden bu kadar ısrarcı ve tutkuluyuz?
Sanatın Gerekliliği kitabında diyor ki Ernst Fisher: “Belli ki kendini aşmak istiyor insan. Tüm insan olmak istiyor. Ayrı bir birey olmakla yetinmiyor; bireysel yaşamanın kopmuşluğundan kurtulmaya, bireyciliğinin bütün sınırlılığı ile onu yoksun bıraktığı, ama onun gene de sezip özlediği, bir doluluğa, daha doğru daha anlamlı bir dünyaya geçmek için çabalıyor. Kişiliğinin geçici rastgele sınırları, yaşayışının kapanıklığı içinde kendini tüketmek zorunluluğuna baş kaldırıyor. İstiyor ki “benliğinden” ötede, kendi dışında ama gene de kendi için vazgeçilmez bir şeyin/benliğin parçası olsun.”
Duygu ve düşünceler bu noktada daha da anlam kazanmaya başlar hayatımızda. Duygu/düşüncelerimizin derinliği, onu yaşama, kullanım ve sunuş şeklimiz, Fisher’in bahsettiği daha anlamlı dünyaya geçişteki yaratıcılığımızı, farklılığımızı ortaya koyan önemli bir vasıta haline gelir.
Sanatın, insanı kendinden öteye ya da başka bir söyleyişle öz dünyasına taşırken, geliştirip dönüştürdüğünü görüyoruz. İnsan kendini aşarken, düşünsel ve duygusal olarak sınırsızlığını da keşfeder aynı zamanda. Bu sınırsızlık karmaşık bir şey değildir, tam aksine insanın teknoloji ile kaybettiği özü, aynı zamanda kendinden önceki ve sonrakilerin toplamıdır.
İnsan kendini aşarken ya da özüne ulaşırken bulduğu yaratıcı gücü, duygu ve üretimini sınırsızlıkla, bilinmeyenin yüce duygusuyla eşleştiriyor belki de… Bilinmeyenin yüce duygusu ise bizi içinde yaşadığımız fiziksel dünyadan ayıran, ihtişamı, sonsuz güzelliği, sınırsızlığı ifade eden Tanrısal gücün elinden başka bir şey değildir.
Mozart re minör 20. konçertosunu yazarken, “Bilinmeyen benimle konuşuyor” demiş. Yüzyıllar sonra kendini aşma yoluna girmiş bir dinleyici Mozart’ın re minör 20. konçertosunun sıra dışı güzellikteki notalarını dinlerken belki de aynı olağanüstü duyguya erişip, şaşkınlık ve hayranlıkla bestenin yaratıcısının duyumsadığı o bilinmeyeni hissediyor. Ya da bütün yıl para biriktirerek Vincent Van Gogh’un “Yıldızlı Gece” eserine hayat verdiği Saint -Remy’e gitmeyi başaran bir sanatsever, yıldızlı bir gecede ihtişamlı gökyüzüne Vincent’ın gözüyle bakabildiği bir an yakalıyor.
Her iki sanatseverin o an olduğu yer (duygu), insanın kendini aştığı, özünü hissettiği, bu duyguyla kendini ve sonrasında çevresini etkileyeceği yerin kendisidir aslında. O yer çok kıymetlidir. O yer, sanatın yaratıcılığının ve insan gelişiminin az bulunur parçasıdır.
Sanat, toplumların farkındalık eşiğini aşmasına yardımcı olurken, muhatabına da sınırsızlığı hediye etmektedir.
Sınırsız güzellikler, deneyimler ve farkındalıklar taşıyan sanatla yeniden var olmamız dileğiyle…
Sevgiler,
Zehra Emre
Yaşama sanatı, okuma sanatı, dinleme sanatı, konuşma sanatı…
Hayatımızın her yönü sanat ile çevrilidir. Hayat ve Sanat bütün olarak kavranır. Sanatsız hayat olmaz.