‘Nil’in Paris’i’ Tahrir Meydanı ile Anadolu’nun Merkezi Taksim görüntü ve konum bakımından benzeşiktir. Tunus Meydanında ateşlenen “Arap Baharı” ile gündeme gelen, Mısır’ın “Son Firavunu” olarak nitelenen Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle sonuçlanan isyanların da merkezi olma nedeniyle, “Tahrir Meydanı” başka bir anlama da geliyor: Devrim!
Başlarda 3-5 ağaç üzerinden patlak veren “Gezi Parkı” olayları, daha sonra “Taksim Meydanı” ekseninde geniş çaplı bir isyana dönüştü Türkiye’de. Zaten bütün isyanların ve devrimlerin ateşini fitilleyen ya bir insandır ya da 3-5 ağaçtır. Taksim Meydanı’nın Devrim Sloganlarıyla birleştirilmesi Tahrir örneğini hatırlatıyor -ister istemez. Acaba Taksim’den Tahrir çıkar mı? Uluslararası Medya ve Türkiye Muhalefeti bu görüştedir.
Taksim ile anılmaya başlanan geniş çaplı isyanları devrime dönüştürmek biraz engebelidir. Bu bir isyandır, evet bir isyandır. Ancak bu bir ayaklanma veya devrimci hareket değildir. Bunun nedenleri Türkiye’nin Sosyo-Politik ve Sosyo-Ekonomik yapısından kaynaklıdır. Arap Ülkelerinin devlet yapılanmaları diktatöryeldir. Mısırlı Asker ve Devlet adamı, tepeden inme darbeyle başa geçen Hüsnü Mübarek’in devrilmesi kolay olsa gerek. Oradaki halkın isteği alternatif bulmak, ülkenin kalkınması veya Mübarek’in şahsı değildi… Halkın iradesi, açlık ve sefaletinin kışkırtılmasının -yanı sıra- otoriteden öc-alma, bıkma şeklinde ortaya çıkmıştır. Tahrir Meydanında toplanan toplulukların tek isteği “Mübaret Gitsin!” şeklinde dizayn olmuştur. “Devrim Sonrası” hesaba katılmamış, “Sandıkla Belirlenen bir Lider Olsun da Taştan Olsun” ilkesiyle yol alınmıştır.
Türkiye’ye gelince… Türkiye’nin Tarihi darbeler, koalisyonlar, suikastlar, komplo teorileri, meclis oyunları ve demokrasiden umut kesmeye varacak düzeye varacak derecede siyasi krizler tarihidir. Arab’ın korktuğu şey “Diktatördür.” Türkiye’nin ise korktuğu şey “Dış Güçlerdir.” Bu siyasi kaygıların belirleyiciliğidir, Türkiye’de “Otoriter Başbakan” istemine yardımcı olmuştur. Öyle ki toplum kendi geçmişini karanlıklar, örtülü olaylar tarihi olarak bilirler. Zaman geçmiş korkutucu gelmiştir. “Geriye Dönme Korkusu” bazen oy rengine, tercihlere, konuşmalara yön veren öncül etki olmuştur. Bu nedenle olacak ki, ‘İktidar partisine yöneltilen her eleştiriye karşılık sıkça duyulan soru şudur: “Bu İktidarın yerine alternatifin nedir, Bu giderse kim yönetebilecek ülkeyi.” İşte bu korku ‘İktidara umutsuzca bağlanışın sebebidir. Umutsuzca diyorum, çünkü ‘Umutlu bir bağlanış değildir.
Türkiye’de “Bölünme Korkusu, Kürd Karşıtlığı Edebiyatı” isyanların ve devrimlerin engelleyici başka bir sebebi olmuştur geçişten beri. Bu nedenle tarih boyunca Türk Otoriteler halkı açlığa alıştırmanın en kolay yolunu bu edebiyatı tekrarlamak da bulmuşlardır. Kürd Lider Öcalan ile Türk ‘İktidar arasında geçen yarı-şeffaf diyaloglar ve Kürd Sorununa dair gelişen umutların ardında böyle bir isyanın patlak vermesi manidardır. Nitekin PKK-Devlet çatışmaları sırasında böyle bir isyanın patlak vermesi imkânsızdır. Acaba! Kürd Sorununu besleyen ve Kürd Ulusunun “Kendi Özgürlüğünü Koruma ve Geleceğini Tayim Etme Hakkı”nı tanımama meselesi, Türk Otoritelerin {Siyasi Partiler ve Ordunun} Türkleri daha kolay yönetmek için besleyip büyüttükleri bir konu mudur? Bu soruyu aklımızın bir köşesinde her zaman saklamışızdır.
Türkiye’de meydana gelmiş olan isyanların devrime dönüşü sosyolojik olarak zayıftır. En azından şimdi {…} Sınıf Çatışmalarının toplumun bir gerçeği olduğu tartışılmayacak derecede gerçek olduğu aşikardır. Lakin sınıfların çarpışmasını ‘Burjuvazinin ve Üst-Yapının istediği şekle dönüştürmenin ve dolayısıyla geçiştirmenin de yolu yapay -belki de öcü araçların devereye sokulmasıyla mümkündür. Ortaçağ’ın en etkili silahı Din ve İnanç aracı yerine çağımızın en etkili aracı Milliyet/Millet {Ulus} dolayısıyla Devlet ve Vatan paydasında eritilmiştir. Vatan ve Namus sloganıyla etkili bir silah hâline gelen bu türkü, bazen aç ve sefil insanların kendi arasında çarpışmasına neden olur, alt-sınıf proleteryanın kurtuluş mücadelesi olarak zihinlere kazınır.
{…} Bütün bu gerçek ve tespitlerden sonra, diyelim ki, halkın isyanı her açıdan sınıfsaldır. Lakin sınıfın karakteri “Sınıfsal Bilinçte” değildir. Marks’ın dediği gibi “Köle”, “Köle Bilincine Sahip Oandır.” Hâla Taksim Meydanında bir takım semboller, resimler, sloganlar en Faşizane dozajdadır. İnsanlık bu görüntüye bakarak “Devrim Sonrası” hayallerin suya düştüğünü ilan edebilir. Hatta bugün toplumun yek-vücut isyana katılmamasının tek sebebi de isyanların karakter kazanmamasıdır. Hiçkimse bir bilinmeze teslim olmak istemez. Hiçkimse bir bilinmezin yönetileni veya bir bilinmezin çatısı altında hareket etmez istemez.
{…} Mehmet Salih ÖZALP
{…} http://malamazdek.wordpress.com/
{…} http://www.bilgiagi.net/