“Acı çekmeyenler, başkalarının acı çekebileceğini, akıllarına bile getirmezler.”
Samuel JOHNSON
“Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir.”
Şükrü Erbaş
“Bizi pişiren ızdıraptır, gezip görmek değil.”
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Çok acı günler geçirdim son günlerde… Bu olay, bu zamana kadarkilerin hepsini gölgede bıraktı. Uzun yıllar geçmesine rağmen, bu satırları yazarken bile o anı yaşar gibi oluyorum!
Bir an geliyor ki, insan kendini tutamıyor. Yanı başında kimse olmasa bile gözlerinden sızan yaşları saklamaya çalışıyor!
***
Yıl: 1999… Bayram nedeniyle akrabalarla birlikte olmak için Mersin’den Kahramanmaraş’a gittik. Ablamın evine yerleştik. Kurban bayramı arifesinde alış veriş ve bayram hazırlıklarını yaptık. İşlerimizi bitirdik. Yorgun argın oturduk. Gecenin geç saatleri oldu, yarın bayramdı, onun verdiği coşkuyla yatmaya hazırlanmaya başladık. Mutlu ve huzurluyduk! Çocuklarlarımız kuzenleriyle hoş vakit geçiriyorlardı! Eşimle ben, sevdiklerimizle beraber olmanın mutluluğu içerisindeydik!
Bir ara eşimde anlaşılması güç bir tuhaflık hissettim! Yanına uzanarak; iyi misin, neyin var, yolculuk mu seni yordu acaba? Diye ardı ardına soru yağmuruna tuttum.
-İyiyim canım! Yok, bir şeyim. Üzerime hafif mahmurluk çöktü. Bu da geçer. Dedi ve yattı.
Yine de içim içimi yiyordu! Benden sakladığı bir şey mi vardı, varsa bu ne olabilirdi? Soruları beynime hücum etti!
Yeniden tuhaflaşmaya başladı! Ben, tekrar neyin var? Diye sordum.
-Önemli bir şeyim yok hanım, sadece midem bulanıyor. Dedi.
-Haydi, doktora gidelim, dedim.
-Offf, boş ver ya! Yanıtını verdi.
-Neden gitmiyorsun? Diyerek biraz da olsa kızdım! Haydi, haydi doktora gidiyoruz çabuk… Dedim.
Zar, zor aldım, hemen evin karşısındaki polikliniğe götürdüm. Biz içeri girdik, doktor alık alık yüzüme baktı, şaşırdık! Bana:
-Eşiniz mi? Diye sordu. Ben:
-Evet, doktor bey, dedim.
-İlk defa mı enfarktüs geçiriyor? Diye sordu ben şok oldum!
-Nasıl yani? Dedim.
-Eşiniz enfarktüs geçiriyor, diyerek ve ilk müdahaleyi yaptı. Sonra bizi hastaneye yönlendirdi. Gece yarısıydı. Ben hastaneye gitmeden önce hemen eve geldim ve çocuklara siz yatın, ben babanızı hastaneye götürüyorum, sizi durumdan haberdar ederim. Dedim.
Hastaneden içeri girdik. Hemen yoğun bakıma aldılar! 24 saati atlatması gerekiyor, dediler. Doktorlar, gereken tüm müdahaleleri yapıtılar ama benim içim, hiç de rahat değildi!
Doktora tekrar tekrar sordum. Burada yapılanlar yetersiz geliyorsa ve en iyi, en teşkilatlı hastane nereyse oraya götüreyim, diye umarsızlığımı anlattım. Bir çocuğun annesine, en sevdiği oyuncağı satın alması örneği, yalvarıyordum!
Nihayet doktor dayanamadı:
-Bak kızım, sen aklı başında birine benziyorsun. Eşinizin durumu çok kritik! Her şeye hazırlıklı olmanız lazım! Dedi.
Ne yapacağımı bilemedim! Eşime bir şey de diyemedim. Sakin ol, akşama çıkacağız diyerek teselli etmeye çalıştım. Onu teselli etmeye çalışırken benim içim içimi yiyor, Allah’ım, beni kim teselli edecek diyerek düşündüm! İçinde bulunduğum ruhsal durumu belli etmemek çabasını da gösterdim!
Yanında oturdum ve monitörden görüntüyü takibe başladım. Kalp atışlarında monitörle bütünleştim! Gözümü kırpmadan onu izledim. Ama gördüklerim hiç mi hiç normal değildi!
Yanında yatan bir başka hasta vardı. Onunkiler normaldi. Bunu görebiliyordum. Tek yapabileceğim şey dua etmekti! Elbette ki bu da bir çözüm değildi. Başka yapacağım hiç bir şey yoktu, sanki elim, kolum, düşüncelerim bağlanmıştı!
Sabah oldu. Artık duyanlar gelmeye başladı. Ne oldu diye soran sorana… Onlara da bir şey diyemedim. Yirmi dört saati atlatırsa çıkacak, dedim. Bunları derken çıkabilecek mi, olumsuzluğu beynimi kemiriyordu!
***
Ne acıdır ki; tamı tamına on beş saat sonra Eşimi kaybettim! Hem de benim ellerimin arasından kayıp gitti! Ne yapacağımı bilemedim! O sırada doktorlar geldiler. Tüm müdahalelere rağmen kurtaramadılar. Artık eşim yoktu!
Dünyam başıma yıkıldı! Çaresizdim! Ne yapacağımı bilemedim! O an yanımda kimse yoktu. Çığlık atarak dışarı fırladım! Herkes durumu algıladı! Yanıma koşarak geldiler. Ne oldu, yoksa kayıp mı ettik, diye sordular. Ben, hiç ama hiçbir şey diyemedim. Sanki dilim tutuldu! Nefes bile alamadım! Boğazımda bir şeyler düğümlendi! Acının derinliğinde kalakaldım!
Ben ne yapayım Allah’ım? Diye düşünür gibi oldum. Çocuklara ne diyecektim, onlara nasıl söyleyecektim! Onları üzgün ve çaresiz görmeyi de istemedim.
Durum, beni kahrediyordu! Çünkü hiç böyle bir şey beklemiyordum. O an ölmek istiyordum. Tek kurtuluş yolu bu, diye düşündüğüm oldu. Artık benim için yaşamanın hiç bir anlamı yoktu! 0 an çocuklarımı düşünmeseydim çıldırırdım ve canıma kıyardım!
***
Beni hayata bağlayan çocuklarımdı. Sorumluluğum iki kat daha arttı. Bir anda ölüm duygusu, yerini sorumluluk duygusuna bıraktı.
Tanrım, kimseye yaşadıklarımı yaşatmasın. Beni çok ama çok zor günlerin beklediğini tahmin ettim. Eşimin öldüğü gece nasıl geçti hatırlamıyorum!
Zar, zor ve uykusuz gün ışıdı. Ben sabahın olmasını da istemedim. Çünkü onu bizden ebedi ayıracaklar! Cansız bedeni bile bana güç verdi. Çünkü ondan ayrılıyordum. Yapacak bir şeyin olmadığının bilincindeydim. Onunla vedalaştık, çok acı verici bir veda oldu! Artık o gitmişti, sonsuza kadar bizden uzaklaşmıştı!
Benim için zorlu günler başladı. Bundan böyle hem anne, hem de baba olmam gerekli, diye düşündüm. Çocukların her şeyleriyle ilgilenmem asıl oldu. Kendimi toparlamaya çalıştım, Herkes bir şeyler söyledi ama hiç birisi de benim aklıma yatmadı. İki gözüm ile sadece alık alık baktım.
Aradan dört gün geçti yani bayram tatili bitti. Bazı evrakı temin ettim. Yapmam gereken işler vardı.
Artık orada işlerimiz bitti. Kalmam için hiç bir neden yoktu. Eşimin ailesi kırıcı olmaya başladı! Buna rağmen onları kırmayı düşünmedim. Çünkü acımız büyüktü! Ne yazık ki, hiç beklediğim, beni üzen, yersiz ve zamansız sözcükleri kullandılar. Neyi mi? “Öküzümüz öldü, ortaklık bitti!”
Kendi kendime dedim ki; haydi kızım haydi… Çok şükür bir evin var. Buralarda daha ne sürünüyorsun. Evine dön. Senin burada yapacak bir işin kalmadı.
Hemen dışarıya çıktım ve yazıhaneden otobüs biletlerimizi aldım. Eve dönerek eşyalarımızı topladım. Oradakilere; biz gidiyoruz, dedim.
Ne yazık ki, acımızı paylaşamadık! Dört saat süren yolculuktan sonra ve eşsiz ve babasız olarak Mersin’deki evimize döndük.
Zor günlerimiz başladı. Onun varlığına o kadar alışmışım ki, yokluğuna alışmak çok zor geldi! Sabah evden işe gidişini, akşamları eve dönüşünü beklediğimiz günler oldu.
Bazı geceleri eve geç gelirdi. Gelene kadar iki gözüme uyku girmezdi. Geç geldiği zaman beklerdim. Şimdilerde o yok artık, onun yokluğunu kabullenmek bize çok zor geldi!
***
Büyüklerimizin söylediğine göre; birisi öldüğünde sevenlerinin yüreğinde kırk mum yanarmış, ilk günlerde yüreği çok acır, gün geçtikçe mumlardan birisi sönermiş. Kırkıncı günün sonunda tek mum kalırmış. O mum, yüreğinde ömür boyu yanmaya devam edermiş. Bunu çok iyi biliyorum ki, bu mum yüreğimde hiç sönmeyecek…
Acılarımız zamanla azalacak… Benim tek şeye ihtiyacım olduğunun farkına vardım: manevi destek… O da olmadı. Ne diyelim. Ne gelir elden. İş başa düştü.
Mantıklı ve akla yatkın adımlar atmalıyım, her şeyin üstesinden gelmeliyim. Düşenin dostu olmaz, Onun için düşmemeliyim. Dimdik ayakta kalmalıyım. Diyerek düşündüm, durdum.
Korktuğum gibi olmadı. Hayatın üstesinden geldim. Acısıyla tatlısıyla yoluma dosdoğru ve onurla devam etmeyi sürdürdüm. Sınavı başardım!
***
Sararan çimenlerin yeşilliğini ve solan çiçeklerin tazeliğini hiçbir şey geri getiremez. Evet, tüm bunlara rağmen üzülmeye değer mi bilmem? Gerçek şu ki; yaşam, tüm hızıyla devam ediyor. Onlarca yıl önce yaşama gözlerini yuman ünlü yazar Ümit Kaftancıoğlu: “Ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi…” demişken, bir başka ünlü romancı Honore de Balzac’ın belirttiği düşünce:“Her ızdırabın öğrettiği bir şey vardır.”
Emine Dönüş ÖZATAR
dönüş hanım ,
sabah işe geldiğimde okudum yazınızı.
çok üzüldüm desem bu neyi anlatır ki…
demiş oldum bir kerre..
Tamer bey ilginize çok teşkkürederim.
Hayat işte acı tatlı günler yaşıyoruz üzülmek malesef hiç bir şeyi geri getirmiyor.
Hayat akıp gidiyor acısıyla tatlısıyla,
saygılar şen ve esen kalın.
21 yıl önceye taşıdı beni de satırlarınız.
Babam izmir tepecik hastanesine sevk edilmişti manis ssk dan.
Biz onun vefat haberini 4. günde alacağımızı hiç ummuyorduk.
Ama oldu işte
Annem abim ve ben kalakalmıştık
Öküz öldü ortaklık ayrıldı lafını bizde yaşaduk çevremizden
Hayatın sillerini yedik akıllandık ayakta kalmayı öğrendik çok şükür
Yıkılmadık hayattayız mücadeleyi öğrendik ve başardık
Sizde de bir başarı öyküsü okudum ve kutlarım devamını dilerim
Uğur bey ilginize çok teşekkür ederim evet hayat mücadele ile geçiyor hayatın silesini ben üç kere yedim ama çok şükür her şeyin üstesinden geldim ALLAH kimseye yaşatmasın bu acıları sağlıcakla kalın.
Bu acıları bende dahil çoğumuz yaşadık ve yaşayacağoz.Allah szie sabır ve güç versin.