Yaşam biçimi ona bir avantajdı. Süt arabası yılların izini taşıyordu. Elbise, ayakkabı ve şapkası şahsiyetini ortaya koyarken, onlarla tanınır olmuştu. Sokağın kenarında gördüğün “Süt arabası” dayıya aitti. Dayı teyp gibi aynı şeyleri sıralıyordu.
Her gün aynı dramı yaşıyordu. Yaşadığı dram sütü bitirememe kaygısıydı. Sokakta kime rast gelirse, “Sütü bitiremedim.” Derken yüzü kızarır, ekşir, omuzları çöker, şapkasını biraz kaldırır ve arabayı süremez hâle gelirdi.
Dayı, sütü satıp bitirmişse, evine doğru onu izlemek, mutlu olduğunu anlamaya yetiyordu. Yüzü güler, şapkayı aşağıya indirir, gözleri parlar ve pedalları sevinçle çevirirdi. Fırının önünde durur. Tam buğday ve esmer ekmeğini almayı unutmazdı.
Sütü satmak için kapıya gittiğinde “Alamayacağım” Diye duyarsa, “Buraya kadar niçin geldim.” Diyordu. O zaman yüzü iyice ekşir, sararır ve asılırdı. Arabaya tutuşu hırçınlaşır, buraya niçin geldim, gibi kelimeleri karıştırırdı. Arabadan bir parça ekmek çıkarır, ağzına atar ve sesi kesilirdi.
Çiğnemesi bittiğinde, yine ilk karşılaştığı kişiye, “Sütü bitiremedim.” Derdi. Tekerler de onu taklit eder, gıcırdamaya başlardı. Bir taraftan ağzı, diğer taraftan tekerler aynı sesi çıkarırdı.
Dayı için satılamayan süt, ek iş demekti. Çünkü sütü kaynatır ve yoğurt yapardı. Yoğurdu büfelere verirdi.
Tankerden süt güğümlerini doldurduğunda, her birine cebinden çıkarttığı şişeden sıvı boşaltırdı. Dayıya rastlayan arkadaş sormuş, “Süte ne döküyorsun.” Dayı gülmüş “İlaç” Demiş.
Süt hasta mı?
Olmasın diye döküyorum.
Ne hastası oluyor.
Bir süre sonra kesiliyor.
Dayı işi biliyorsun. Döktüğün ilaç insana zarar verir mi?
Zarar vermez.
Elbiselerinin içinde iskelet gibi duran dayının ayakkabıları da ayağından çıkıyordu.
Sütü bitiremedim, deyince irkildim. Sesin geldiği tarafa yürüdüm ve dayı, ne kadar sütün kaldı dedim. Kalanı naylon torbaya doldurdu ve bana verdi. Yüzü güldü, sevinerek arabayı sürdü. Sütüm bitti, belki de fırının önünde durana kadar on defa aynı kelimeleri kullandı.
Sütçü dayıya; sütün bitti mi diyenlere, ne yapalım iş. Arabanın hâli ne insan onu siler temizler. Diyenlere, ne yapalım iş, diyordu. İçinden de yağmur yıkıyor ya diye ekliyordu. Yorulduğunda, arabayı kenara çeker ve tekere yaslanır uyurdu. Yol kenarındasın, araba çarpar, biraz daha kaldırıma çıksan dendiğinde yine, “Ne yapalım iş” Diyordu.
Dayının zayıflığını gören, ayakta nasıl duruyor diye kaygılanırdı. Süt güğümünün yanında kiraz fidanı gördüm. Dayı hayırdır, arabanda fidan mı yetiştiriyorsun. Dedim.
Evin önüne dikeceğim. Yaşlı kiraz ağacını kestiğimiz için dedi. İncir ağacı da dikseydin, onu da oğlun diksin dediler. Oğlum akşama kadar yatıyor, kalktığında güvercinleriyle oyalanıyor.
Çalışmıyor mu? Yarın kim bakar onu, askerliğini yapmış gitsin çalışsın. Bir çocuk diye annesi hiçbir iş gördürmedi şimdi de çeksin. Dayı önüne baktı. Şapkasını kaldırdı. Gece gündüz koşturuyorum, ancak boğazımızı bakabiliyorum. Bu gidişle onu kimse bakmaz, kendi bilir.
Kahvede iki gün çaycılık yaptı, bıraktı. Ona göre değilmiş. Zamanında oku dedik, okumadı. Ortaokuldan terk. Şimdi kim bakar ona.
Yedirip içiriyorum, başından aşağı yağmıyor ve rüzgâr çatıyı uçurmuyor, ona çok bile.
Bir iş bul çalış diyorsun, o yere bakıp karıncaları sayıyor. Hayat böyle geçmez diyorsun, o trene bakıyor.
Araba ile ben de çürüyorum.