Okul sıralarında Türkçe ve edebiyat öğretmenlerinin; deyimler ve atasözlerine ait çıkış hikâyeleri ödevi verdiğini biliriz. Tamamen “anonim” olan bu sözlerin çoğunun bir hikâyesi vardır.
Bu hikâyeler o sözleri daha kalıcı kılar. Tıpkı, fen derslerinde konuların deney yapılarak işlenmesi gibi.
Atasözlerinin ilk defa kim tarafından söylendiği de bilinmez.
Ancak bütün atasözleri ülkenin her tarafında bilinmeyebilir. Kimisi ya bir köye, ya da dar bir alana sıkışıp kalmıştır. Aynı sözün başka benzerleri başka bölgelerde söylendiği için bazıları dar çevrelerinden çıkamaz.
Sadece köyümüzde bilinen sözler de vardı. Şimdi size çocukluğumda duyduğum ama o zaman fazla anlam veremediğim bir söz üzerinde duracağım. Sözü ilk defa Kerim amcadan duymuştum. Kerim amca kan yoluyla amcam değildi. Babamın akranı olduğu için yaşça çok küçükler Kerim amca, küçükler ise Kerim abi derlerdi. Zaten bundan yarım asır önce saygı hitabı çok yaygındı toplumda.
Kerim amca komşumuzdu. Evlerine sık giderdim. İlkokulu şartlar gereği bitiremeden ayrılmıştı. Ancak ben ortaokulda eğitim görürken bile onun kadar şey bilmezdim. Kerim amca benim “Hayat bilgisi” öğretmenimdi bir bakıma.
İyi çay demler, iyi çay içerdi. Zaten çay hususunda da ondan çok şey öğrendim. Bana hayata dair bazı konuları uzun uzun anlatırdı. Ben de usanmadan dinlerdim. Hiç sıkılmazdım. Zaten sıkılmış olsam çok sık uğramazdım yanına.
Bazen anlamadığımı düşündüğü veya sezdiği konu olursa basit örneklerle tekrar anlatırdı. İkinci defa anlatışında ilk seferdekini de anlamış olurdum. Sadece bu özelliği bile bana öğretmenlik hayatımda çok işime yaradı. Sanki diplomasız pedagoji öğretmeniydi. En azından benim için öyle olmuştu.
Yine gecelerden bir gece bana bir şeyler anlatıyordu. Gece diyorum çünkü köy yerinde gündüz çok kişi işinde olur, gece ise misafirliğe gidilirdi. Yemekler yenilmiş Kerim amca ile baş başa kalmıştım. Kendi usulüne göre çayı demler, bir yandan da konuşurdu.
İşte o akşamlardan birinde bana o zaman için anlayamadığım bir söz söyledi. Söz şöyleydi: “Sürüye kurt düşmüş, ‘vay birliğe’ demiş.”
Tabii bunun ne manaya geldiğini o yaşlarda bilemezdim. Bana önce hikâyesini anlattı bu sözün. Şöyleydi:
Bir köyde köylüler kendilerine çoban tutmuş. Çoban ücret karşılığı koyun ve sığırları otlatmaya götürür, akşam olunca sahiplerine teslim edermiş. İşte o köyden sadece bir tane koyunu olan biri ücret ödememek için koyununu sürüye katmıyormuş. Bu epey böyle devam etmiş.
Günlerden bir gün köyün çobanı bir tek koyunu olan kişiye “Senin fazla hayvanın yok. Gel onu da sürüye katalım, ben bunun için senden ücret istemem” demiş. Köylü teklifi kabul etmiş. Çobana “Yarın götürürsün” demiş. Ve bir gün sonra bir koyunu olan köylüden koyunu alıp sürüye katmış.
Çoban iyilik yapmanın huzuru içinde, köylü de boş vakitlerini başka işlere ayırma memnuniyeti içindeymiş.
Akşam olunca çoban herkesin hayvanlarını teslim etmiş ama bizim bir koyun sahibi kişinin koyunu sürüde yokmuş. Köylü “Benim koyunum nerede” diye sorunca çoban; “Sürüye kurt saldırdı, bir de ne göreyim, senin koyunu kaptı” demiş.
Bu hikâyeden çok açıklama yaptı bana Kerim amca. Ancak yer darlığı bakımından bu yazıda bahsetmem zor. Sadece malınıza sahip çıkın diyebilirim. Malum, olan; “aza” veya “güçsüze” oluyor. Bir “birinizi” koruyun.
Ne zaman neyin taarruzuna maruz kalırsınız bilmem.
Şunu bilin ki “bir”iniz çok önemlidir.