13. KÖY ÖĞRETMENİ NEREDE OLURSA ORAYA IŞIK SAÇAR
ASKERDE YEMEK MASASI
Askerlik görevimi yapmak üzere Erzurum Askeri Konağına İnzibat Subayı olarak gönderildim.
Askerlerin yemeği nasıl yedikleri dikkati çekti. Erler yemek vakti geldiğinde mutfaktan karavanayı alıp, hemen orada uygun bir yerde toprağın üzerinde daire şeklinde oturup çal kaşık öğünlerini oracıkta yiyorlardı. Bunu görünce içim sızladı.
Halbuki binamız içeride yemek yemeğe müsaitti. Odaları dolaştım. Ranzalara baktım. Karyolalar duvar kenarlarında olduğu için odaların ortası boştu. Düşündüm. Boş olan yerlere masa ve oturaklar koyabilirim dedim.
Erlerle konuştum, masa ve sandalyeler, oturaklar nerelerde varsa toplattım. Asker koğuşlarına yemek masalarını koydurdum. Artık yemekleri yerde ve toprak üzerinde değil, masada ve yattıkları odada yemeye başladılar. Toplan otuz- otuz beş kadar asker böylece yerde değil, masalarda yemek yiyorlardı.
Masalar, sandalyeler tamamdı, ama çatal bıçak, tabak vb. ihtiyaçlarımız tam değildi. Kimilerinin hiçbir şeyi yoktu. Parası olan erler, durmadılar. Benden izin alarak çarşıya gidip herkesin takımlarını tamamladılar. “Parası nereden bulunacak?” dediğimde hemen “Biz alırız subayım diyorlardı.”
Öylesine samimi bir ortam oluştu ki, subaylar, Albay, yemek zamanı masalara oturuyor, birlikte yemek yeniyor, hoş sohbet ediliyordu.
Masalarda yemek yemek hepsinin hoşuna gitmişti. Zamanla masaları süslediler. Yeni yeni bardaklar aldılar. Hatta o zamanlar Erzurumda çiçek bulmak pek de kolay değildi. Erzurum pazarına gidip çeşitli çiçekler bulup getirdiler. Etrafı süslediler.
Hafta sonları, akşamları sohbetler, eğlenceler yapılıyordu. Çok daha güzel bir şey oldu. Binanın en üst katını gazino olarak düzenlediler. Artık Erzurum’dan subaylar da eğlencelere, sohbetlere katılıyorlardı.
14. “BEN ÖĞRETMENİM KOMUTANIM” DİYOR GENÇ ÖĞRETMEN ALİ TONGAZ
Görevim esnasında koğuşta olan değişiklikler, gelişmeler komutanımızı çok memnun etmiş olacak ki, bir gün beni yanına çağırdı:
– Ali, sen hem çalışkan, hem akıllı bir subaysın. Senin askerde kalmanı istiyorum. Senin iyi bir yere gitmeni de sağlarım. Vatanın senin gibi askerlere ihtiyacı var.
– Ama komutanım, ben öğretmenim! Öğretmen olarak en az yirmi yıl devletime hizmet etmek istiyorum. Beni devletim okuttu. Eğitti, hazırladı.
– Askerlikte kalırsan çok rahat edeceksin.
– Olsun komutanım. Ben asıl köylüme hizmet edersem rahat ve huzurlu olurum. Benim görevim; köylerimin kalkınması ve köylülerimizin rahata, huzura kavuşmasıdır. Teşekkür ederim.
15. ALİ TONGAZ BABA UMURLU İLKOKULUNDA MÜDÜR OLARAK
ÇALIŞIRKEN VAKIF KERESTESİYLE NASIL OKUL YAPTIRDI
Umurlu’da beş dershaneli ilkokulun müdürüyüm. Beş öğretmen görev yapıyoruz. Her sene öğrenci sayısında artış olmaya başlayınca okul binasının gelecekte yetmeyeceğini gördüm. Okul bahçesine ek bir bina yaptırmayı kafamda planladım. Nasıl yapabiliriz diye de etrafımı izlemeye koyuldum.
Duydum ki, vakıflara ait olan bir zeytinyağı fabrikası yıkılacak, yerine yeni bir bina yapılacakmış. Hiç durmadım, ilgilileri aradım. Onlara bizim okulun ileride öğrencilerimize yetmeyeceğini anlattım. Fabrikanın yıkımı sırasında işimize yarayacak keresteleri almak istediğimizi bildirdim. Uygun gördüler, gerekli izini yazılı olarak aldım.
Okulumuzun bahçesine bir odalı derslik daha önce yapmıştık. Fabrika yıkımı sayesinde elde ettiğimiz malzemeler sayesinde iki tane daha derslik yapabildik. Daha sonraki yıllarda rahatlamış olduk.
16. ALİ TONGUZ UMURLU’DA OKUL MÜDÜRÜ OLARAK ÇALIŞIRKEN
UMURLU’YA NASIL LİSE BİNASI KAZANDIRDI
Umurlu’da sadece bir tane ilkokul vardı. Su gelmeden paçayı sıvamak diye bir tabir vardır bizde. Öğretmen olarak bir iki sene sonra bu tek ilkokulun yetmeyeceğini hep düşünüyordum. Bu nedenle de araştırmaya başladım.
Önce Umurlulu bir beyin büyükçe bir binasını bahçesiyle birlikte verebileceğini, oraya okul yaptırabileceğimizi Milli Eğitim Müdürlüğüne bildirdim. Geldiler, baktılar. Sonuçta orayı uygun görmediler.
O yıllarda kızım Nilüfer Aydın Ortaokuluna tren ile gidip geliyordu. Tren sesini duyan köpekler nedense trenin arkasından koşarlardı. Nilüfer, bir okul dönüşü çok heyecanlı ve ürkek eve döndü. Trene yetişmek için başına gelen olayı dinledikten sonra, ortaokulun Umurlu’daki önemini daha çok görmeye başladım. Umurlu’ya ortaokul ve lise de gelmeliydi. Şimdi öyküyü kızım Nilüfer’in kendisinden dinleyelim:
“İlkokulu bitirmiş, ortaokula başlamıştım. Ortaokula tren ile gidip geliyordum. Tren Nazilli’den kalkıyor ve geçtiği istasyonlardan yolcuları ala ala Aydın’a ulaşıyordu. Umurlu’ya yaklaşınca da trenin düdüğü duyuluyordu. Bizim evimiz asfaltın kenarında tren yoluna paralel idi, ama pek de yakın değildi. O gün sabah her zaman olduğu gibi babam kahvaltımı hazırladı. Annem hasta yatakta olduğu için elimde tarak ve bir tasın içinde su ile annemin yatağının kenarına oturdum. Saçlarımı taradı. Çok uzun olan saçlarımı ördü ve çantamı alıp yola çıktım. Tam da o sırada trenin düdüğünü duyunca heyecanlandım. Ara sokaklardan tren istasyonuna doğru koşmaya başladım. Sokağın bitimi olan tam köşede değer sokaktan koşarak gelen bir köpekle çarpıştım. Kitaplarım, defterlerim yerlere dağıldı. Köpekten çok korkmama rağmen, korkuyu unutmuştum. Trene gecikmemek için hızlı hızlı okul eşyalarımı topladım trene yetişmek için koştum. Akşamüstü okul dönüşü başıma gelenleri aileme anlattım. İşte o zaman babam, Umurlu’da ortaokul ve lise açılmasının çok önemli olduğunu anlatmaya çalıştı. Umurlu’da ortaokul ve lise olmayışı sorun olduğunu, birçok velilerin çocuklarını bu yüzden ilkokuldan sonra okutmadıklarını biliyordu. Özelikle de kız çocuklarını ortaokula göndermiyorlardı.”
Kızımın bu olayı tüm çocuklarımızın başına gelebilecek zorluklar olduğu için,zengin arazi sahibi kişileri armaya daha da hızlı bir şekilde devam ettim. Umurlu’nun zenginlerinden Yahya ÇAYIRLI ile görüştüm. Çok zengin ve gözü tok biriydi:
– Benim zeytinyağı fabrikam çalışmıyor. Boş duruyor. Orayı devlete vereyim.
– Bütünüyle mi?
– Evet.
– Bahçesi ve tüm kapladığı alan mı?
– Evet.
Bu konuşmadan derecesiz mutluluk, tarifi mümkün olmayan bir sevinç hissettim. Hemen Milli Eğitim Müdürlüğüne gereken haberi ulaştırdım. Milli Eğitim Müdürümüz bir gün okulumuza geldi. Şoföre: “Araba ile gidip bakalım. Okula ne kadar uzaklıkta tesbit edelim.” dedi. Hepimiz cibe bindik, fabrikanın olduğu yeri gördük geldik. Okul ile arasında beş dakikalık mesafe olduğu öğrenilince, tamam denildi ve teklif kabul edildi. Fabrikanın sahibi Yahya Bey ile anlaşmalar yapıldı.
Belli bir zaman sonra yepyeni bir bina yapıldı. Adını YAHYA ÇAYIRLI LİSESİ verebilirlerdi.. Lisemiz de açılmış oldu. O yıllarda Ortaokul lisenin içinde idi. Aydın lisesinde olduğu gibi, ortaokul alt bölümü de açılmıştı.
Yeni bir ilkokul açılsın niyeti ile arsa verecek zenginleri araştırmaya başladığımda devletimiz de bu konunun üzerine eğilmiş ki, Umurlu Bayramyeri Mahallesinde yeni bir ilkokul yapımını başlattı. Böylece benim kafamdaki düşüncelerin biri daha eyleme geçmiş olduğu için gönlüm rahatlamıştı.
O yıllarda çocuklar, sabahın köründe trenle Aydın’a ortaokula gidip geliyorlardı. Sorunlar bir iki değildi ve biz öğretmenler gece gündüz ülkemizi nasıl aydınlık yarınlara çıkarabiliriz kaygıları ile yaşıyor, her anımızı bu yolda değerlendirmek için tüm gücümüzle çalışıyorduk. Ülkemizi medeni ülkeler seviyesine getirmek için elimizden geleni yapıyorduk. Biliyorduk; çağdaşlığın yolu mutlaka ve kesinlikle eğitimden geçer.
17. ALİ TONGAZ CUMHURİYET OKULUNA NASIL MÜDÜR OLARAK
GÖREVLENDİRİLDİ
BASKETBOL SAHASI NASIL YAPILDI
Aydın Güzelhisar İlkokulu müdürü iken okulumuza Atatürk büstü yaptırdım. Büstün açılışında Vali, Milli Eğitim Müdürü, Özel İdare Müdürü vb. kurumlara davet gönderdim. Katılım hayli kalabalıktı.
Konuşmamın sonunda valimiz okul binasını dolaştı. Okulun içi ve dışı itibariyle bizleri takdir etti. Çalışmalarımı beğendiğini de ayrıca dile getirdi.
O yıl içinde ülke genelinde bir boykot başlatılmıştı. O boykota okul müdürü olarak ben katılmadım. Öğretmen arkadaşlarım benim de katılmamı istediler, ama ben onlara; “Sınıflardaki öğrenciler hizmet bekliyor, katılmayacağım.” dedim.
Cumhuriyet okulunun müdürü Mehmet Özü boykota katıldığı için hemen o gün görevden alınmış. Mehmet Özü de ertesi günü sokakta simit satmaya başlamış. Özellikle de valinin geçtiği yerde durmuş, valiye de satmak istemiş. Tabi bunlardan benim haberim yok. Daha sonra duydum.
Boykotun il günü akşamı valinin makamında toplantı yapılmış. Cumhuriyet İlkokulu için vekil müdür aranmış. Vali, çalışmalarımdan tanıdığı için beni uygun görmüş. Çağırdılar, gittim.
Vali:
– Mühürü, okul kaşesini al, git. Cumhuriyet İlkokulunda vekil müdür olarak görevine başla.
– Ama efendim ben oraya gitmek istemem. Benim okulumdaki öğretmenlerin hepsi boykota katıldılar.
– Eğer gitmek istemiyorsan, istifanı ver!
Çaresiz kabul etim. Okula gittim.
Okuldaki öğretmenler beni görünce selam vermedikleri gibi, selamımı da almadılar. Yılmadım ama, fırsat buldukça onlara izaha çalıştım. Olanı biteni anlattım. Bir ay kadar bir zaman sonra aramız düzeldi. Benim durumumu kavradılar.
Daha sonraki günlerde okul müdürü okula gelip gidiyordu. Okulda iki müdür vardı. Ben ama hiç davranışlarımı değiştirmedim, sürekli onlara olduğum gibi samimi ve insanca davranınca beni okulun eski müdürü Mehmet Özü de anladı ve yakınlaştık.
Birkaç ay içerisinde okulda, yaptığım çalışmalar, öğretmen arkadaşlara karşı tutumum herkesin üzerinde olumlu etkiler bıraktı. O sıralarda Milli Eğitim Müdürlüğünden okula bir yazı geldi. Cumhuriyet İlkokulu Müdürlüğünün boş olduğu, isteyen öğretmenin dilekçe vermesi gerektiği bildiriliyordu.
Eski okul Müdürü Mehmet Özü:
– Ali Bey, siz başvuruda bulunun. Siz bunu hak ettiniz. Çalışkan ve dürüst bir meslektaşımızsınız. Sevinirim.
– Teşekkür ederim. Siz de uygun görüyorsanız, müracaat edeceğim.
Dilekçemi verdim, asil müdür olarak tayinim gerçekleştirildi.
18. ALİ TONGAZ CUMHURİYET İLKOKULUNA NASIL BASKETBOL
POTASI KAZANDIRDI ?
Okulumuzda basketbol potası yoktu. Öğrencilerimiz ama arada sırada yanıma geliyor, “Öğretmenim okulumuza basketbol potası kuralım.” diyorlar, hatta çoğu zaman da kendilerince yalvarıyorlardı. Belli ki çok istekliydiler. Malum okulun bütçesi dar.
Nasıl yaparım ederim derken bir haber duydum. Vatandaşlardan bir tanesi, Milli Eğitim Müdürlüğüne bir tane basketbol potasını; “Okullarımızdan birine hediye edersiniz.” diye bağışta bulunmuş. Hemen Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim, potayı okulumuza vermelerini rica ettim. Yazılı işlemler yapıldı, okulumuza Basketbol Potası verildi.
Okulumuzun bahçesi büyüktü. Uygun bir yerine potayı öğrenclerimizle birlikte kurduk. Çok sevinçliydiler. Her gün okulun bahçesinde basketbol oynamaya başladılar. Zamanla veliler de katıldılar oyunlara. Bununla da kalmadı, diğer okullların öğrencileri bile aramıza katıldılar. Okul bitimi olan akşam üstüleri, hafta sonları, tatil günlerinde sıkça okul bahçesi oldukça hareketli oluyordu.
Bir sabah okula geldiğimde basketbol potasının kırıldığını gördük. Bazı veliler bile bile basketbol potasını kırmışlardı. Hiç sesimizi çıkarmadık. Hep birlikte basketbol potasını tamir etik. Daha sonraları böyle bir durumla karşılaşmadık. Kim yapmış, neden yapmış diye de araştırmadık. Önemli olan ” sağlam kafa sağlam vücütta bulunur” felsefesi ve inancıyla yarının genç beyinlerini yetiştirebilmek çabasının gerçekleşmesinde önemli bir yeri olan sporun kıymetini kazandırabilmekti.
Okulumuzda basketbol potasının olması birçok velilerin hoşuna gitmişti. Kimileri özel olarak gelip teşekkür etmişlerdi. Çocuklarının spor ile ilgilenmesinin hem beden hem ruh sağlığı açısından önemini anlamış olan velilerdi bunlar özellikle.
Öyle bir zaman geldi ki, artık basketbol potamızın bakımı, boyanması, tamiri, korunması gibi bir sürü işlerin takibini öğrencilerimiz yapıyorlardı. Okulumuzda basketbol oynamaya gelen velilerimiz, öğrencilerimizle takım karşılaşmaları bile yaptılar.
Belli bir zaman sonra diğer okullarda da basketbol potalarının kurulduğunu duyduk. Bu benim için çok sevindirici bir haberdi. Başarmış olmanın sevincini bügün bile hala yaşarım.
O zamanlar köylerimiz değil, şehirlerimiz de tam donanımlı değildi. Biz öğretmenler daha iyi bir öğretim ve eğitim için gözümüzü, kulağımızı dört açıyor, öğrencilerimizin daha iyi bir geleceği için kafa yoruyorduk.
19. ALİ TONGAZ EŞİ GÜLDANE HANIMI DA KÖY KALKINMASINDA
DESTEKLİYOR
Eşim Güldane çok becerikli bir hanımdı. Köy hanımlarına elinde, el makinası ile elbiseler dikiyordu. Bu iş tabi çok yavaş oluyordu.
Köylüler elbiselerini diktirmek için Uluborlu’ya, Senirkent’e gitmek zorunda kalıyorlardı. Eşime bir makine alırsam, köylünün elbiselerini eşim diker, köylü de uzaklara gitmek zorunda kalmazdı. Dikerken de köy kızlarına dikiş dikmeyi öğretir düşüncesiyle makine almak için Uluborlu’ya gittim.
Tama da o gün Singer Makinası reklamı yapılıyormuş bayide. Onlarla anlaşarak singer dikiş makinasıyla Küçükkabaca köyüne döndüm. Eşime:
– Bak sana dikiş makinası satın aldım. Güle güle kullan.
– Sağ ol Ali, çok sevindim. Çok iyi yapmışsın.
– İşin kolaylaştı. Artık dikiş dikerken çok zaman kaybetmezsin.
– Evet evet, hem bundan böyle köylülere de dikerim. Uzaklara gitmek zorunda kalmazlar.Evimize de katkım olur.
– En önemlisi, sen onlara da öğretmeye bak. Köy kadınları beceriklidir aslında. Onların önlerinin açılması şart.
– Atatürk’ün istediği de bu değil miydi?
O akşam yatağa girerken içimdeki huzuru bir anlatabilsem… Eşim de köylüye gerçekten hizmet edecekti. Aynı zamanda o da kadın olarak mesleğini yürütecekti.
Onca meslek hayatım boyunca tek bunlar değil tabi ki çalışmalarım. İstedim ki, en önemlileri bilinsin ve unutulmasın. Köy Enstitülerinin değeri anlaşılsın ve anlatılsın.
20. ALİ TONGAZ’ın KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPANMASI İLE İLGİLİ
YORUMU
Köy Enstitülerine yöneltilen ve kapatılmaları ile sonuçlanan belli başlı eleştiriler birkaç ana başlık altında toplanabilir:
– Köylüler okul ve enstitü inşaatlarına yardım ile devlet tarafından mükellef kılınmıştı. Bu zorlamalar köylülere angarya olarak geliyordu.
– Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı.
– Bu geçimsizlikler köy öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği milletvekillerine şikâyet olarak ulaşıyordu. Bu durum toprak sahiplerinin durmaksızın Ankara’ya baskı yapmalarına neden oluyordu.