Eğitim kurumuna geldiği ilk günden beri endişeliydi. Belli ki iç dünyasında bir problem yaşıyordu. Kendisiyle ilgili bir söz işitse, patlamaya hazır bomba olduğunu fark ettiriyordu.
Ortamın sıcak ilişkileri ve sevecen atmosferine ayak uydurmada açıkça bocalıyordu. Kapının sesli kapanmasına, radyonun açık olmasına ve ismiyle çağrılmasına huylanıyordu. Bazen cevap veriyor fakat karşılık alamayınca da susuyordu.
Müdür bey ile teşhisimiz, kötülükle yoğrulurken, üzerine bir de kötülük mayası katılmıştı. Bakışlarındaki hırçınlık, saçlarının bile isyan şeklinde tepkisiyle eşleşiyordu. Kısacası nefret nöbetlerini bastıramıyor ve gözleri dönüyordu. Soğuk ve hırçın davranışı kötü niyetli bir atmosfere çevriliyordu. Onun için ilk zamanlar yanında korkarak konuşuyorduk.
Dershanede olmadığında ise onun davranışlarını taklit edip gülüyorduk. Abdülhamit: bulut diyen insanları, içeri atarmış, çünkü bulut yağmur, yağmur su ve oluşan göletlerde yüzen ördekler. Çünkü Abdülhamit için burnu ördeğe benziyor, derlermiş.
Düşüncesine uygun konuşursan gülerdi. Sevmediği kişiye övücü laf edersen de hemen yüzü ekşirdi. Tarihi olayları yorumlamayı severdi. Doğum tarihini 1953 koymuştuk. Çünkü tarihi olayları o tarihe bağlardı.
Çalışma düzenimiz ve ona gösterilen değer verme adına davranışlarımız, tepkili hareketlerini azalttı. Buna rağmen arada eskiye özlem duyuyor gibiydi. Öğretmen odasında problemi olan için çözüm sırasında ön sıraya atlardı. Fakat neşeli ortama katılmaya çekinirdi.
Baharın sonuna doğru sınav bitmiş, kağıtları toplamıştık. Müdür bey öğretmenler beklesin dedi. Büyük sınıfa yemek gelmişti. Karar edilmemiş ve kendiliğinden gelişmiş bir ziyafet veriliyordu. İyi de olmuştu. Yemek yendi, şarkı ve türküler söylendi.
Öğretmenler ayrılmaya başladı. Sınıfların temizliği için kapılara bırakılan su dolu kovalar, sıralar kaldırılıp içeri alınacaktı. Yeni gelen arkadaş da sınıftan çıkıp öğretmen odasına uğrayıp gidecekti. İyi günler diledi ve çıktı. Çıktı ama bir gürültüyle ah ohlar havada yankılandı.
Dışarı koştuk, baktık ki öğretmen kovanın yanında uzanıyor. Ayağı kovaya takılmış yere uzanmış. İnsan istese de öyle bir şekilde kovaya takılmaz. Nasıl takılmışsa dershane ses içerisinde kaldı. Büyük gürültü koptu. Öğretmen arkadaşlardan biri “sonunda patladı,” dedi.
Kaldırıp koltuğa yatırdık. Rol yapsa bu kadar güzel başaramazdı. Hemen doktora götürdük ve iğne ilaç dershaneye geldik. Müdür bey, öğretmenle çıktı. Takım elbisesini, ayakkabısını ve gömleğini aldı. Öğretmeni sıfırdan giydirdi. İki gün de izin verdi.
İki günden sonra öğretmen arkadaş geldi. Geldi fakat sanki sinirleri alınmış gibiydi. Bizlerle şakalaşıyor, espriler yapıyor ve gülüyorduk. Sıcak kanlı davranışlarıyla dikkatleri çekmeye başladı. İyi ve samimi tavırlarına çok memnun oluyorduk. Öğretmen odasında, sizler olmasaydınız, insanların hayvanlaştığına inanacaktım. Olaylara bakışımızı ve hayal gücümüzü çok beğendiğini söyledi.
Verdiğiniz değere ve gösterdiğiniz samimiyete, layık olmaya çalışacağım, dedi.
O günden sonra, sınıftan sinirleri tepesinde çıkan arkadaşlara, “Su kovasına ister tekme, istersen kafa atabilirsin,” diyerek gülerdik. Hatta kim olumsuz davranış gösterse, neşeli olmazsa kısaca, “Su kovası” derdik. Yıl sonuna kadar su kovası esprimiz devam etti. Çok güzel de tuttu. Öğretmen arkadaşlar dershaneye girdikten sonra şarkı türkü söylüyor, hale geldi.
Dershanenin “Patlayan bombası” olan öğretmen arada bozulur gibi oluyordu. Yalnız onu kimse kale almıyordu. Davranış ve tepkileri, öğretimin sıcak atmosferini bozmuyordu. Çünkü patlasa da gülerdik. Öğrenci de bir şey demiyordu. Aynı yıl sene sonuna doğru, öğrencinin biri sınıfta boş bulunmuş ve sormuş, “Problemin sonucunu nasıl buldunuz?” Diye. Yüzünden düşen bin parça olan patlayan bomba, geri dönmüş “Çarptım ve böldüm,” demiş. Öğrenci “Böldükten sonra öyle bir sayı çıkmaz,” demiş. Öğretmen laf altında kalır mı? “Bir de toplaması vardı,” demiş.
Sınıfa girdim. Öğrenciler “Çarptım böldüm ve bir de toplaması,” diyerek gülüyorlardı. Neden güldüklerini anlattılar ve birlikte güldük. Peşinden sınıfa sordum. Öğretmeniniz patlamadan önce beynine denk gelecek şekilde bir kova su dökmüş olsaydık, acaba patlar mıydı? Dedim.
Öğrenciler bir ağızdan “On kova dökseydiniz de patlardı,” Dediler.
Hasan TANRIVERDİ