Acaip bir iç güdüyle doğrulmuştum yatakta. Gözlerimde uykuya dair mahmurluk dahi yoktu! Sanki hiç uyumamış gibiydi gözlerim.
Saçlarımı alnımdan başıma doğru parmak uçlarımda taradım. Sonra da yan tarafıma doğru çevirdim başımı.
‘Ne de güzel uyuyorsun.’ diye fısıldadım. Sevdiğim adama bir an dokunasım gelmişti.
‘ Hadi kalk kahvaltıyı erken edelim. Uykum piç oldu…” diye bir anda içimden geçirmiştim.
Vazgeçtim!
Kıyamamıştım.
Kimbilir kaçıncı rüyasını görmekteydi.
Sırtımı yastıklarla destekleyerek yatağımın başucuma yasladım kendimi. Beni ani uyandıran sebebi düşünmeye başladım.
Neydi uykumu böyle ani bölen şey?
Tabi ki ilk anda km’lerce uzaklarda okumakta olan evladım aklıma gelmişti.
Etajerin üzerindeki cep telefonuma uzanıp saate baktım. Sabahın 03:00’nü gösteriyordu. Daha gün doğmasına saatler vardı. Susamıştım. Etajerdeki sürahide su kalmamıştı. Sürahiyi elime aldım. Mutfağa gidecektim anlaşılan…
Ayak parmaklarım yerdeki terliklerimi ararken salondaki çevirmeli ev telefonumuz acı acı çalmaya başlamaz mı!
Az kalsın yüreğim ağzıma gelecekti..!
Öyle bir sıçradım ki yataktan..!
Yatak odamızdan koşar adımlarla salona doğru koşturdum.
Ahizeyi elime alır almaz daha “Alo,” bile diyemeden kızımın sesi kulağımın içine doluvermişti.
“Anne karnım çok aç. Açlığımı neyle giderebilirim?”
Hoppala!
Yüreğim burkulmuştu. Bir evlat neden ailesinden uzaklarda yaşardı ki? İçim kıyılarak sordum:
” Annem paran mı bitti?”
” Evet anne.”
” Hay Allah! Kartında da mı paran yoktu?”
“Kalmadı ki anne!”
” Yine mi çaputlara yatırdın paranı be kızım?”
” Yok anne ya…Başka birisinin karnını doyurdum ama ben de aç kaldım işte. Şimdi midem felaket! Susturamıyorum bir türlü gurultusunu!”
O dakika çocukluğuma yolcu olmuştum…
Yetiştirme yurdundaydım. Afacan ve yaramazlık yaptığım yıllarımdan bir kare düşüvermişti bellek raflarımdan.
İnsanın bir kere adı çıkınca yetmişe, inmiyor ellilere. Yurdun salonundaki oyun alanındaki oyuncaklardan birini kırımışlardı. Yurt öğretmeni
” Kim kırdıysa söz dövmeyeceğim!” Diyordu. Tabi koro halinde ismim bir güzel havaya yükselmişti. Her zamanki gibi yine günah keçisiydim. Bu kez cezam, iki katlı ahşap konağın iki kat salonuyla merdivenlerini temizlemek olarak kesilmişti. Yanısıra akşam yemeğimden de olmuştum.
Gece açlık seslerini, midemi susturamıyordum. Çözümü içgüdüsel bulmuştum.
Musluktan kana kana su içerek…
” Su iç kızım. Açlığını bastıracaktır. Sabah sana havale çıkartırım.”
” Peki anne …”
Sonra öğrendim ki kızım part time çalıştığı iş yerinden evine dönüşünde bir sokak çocuğuna denk gelmiş.
” Ablacığım çok açım. Para versene karnımı doyurayım…” Demiş çocuk.
O da muziplik değil mi para vereceğine;
” Eğer gerçekten aç isen gel benimle seni doyurayım.” Diyerek onu İskender kebapçısına götürmüş.
Eh olacağına bak sen!
Gece de rüyasında kepapları yerken görmüş kendisini…
Tabi bu arada uzaklardan uykumu bölen nedeni öğrenince biraz olsun rahatladım ama uyumak ne mümkün!
Hem de çocuğun açken…
Su içip uyuyacaktım güya…
Emine Pişiren/Akçay