Şimdi gelelim; Daha dün “değişim ve dönüşüm” denilen ve fakat bu gün: “değiştirme, yeniden yapılandırma ve dönüştürme” kalkışmasının ayrıntılarına. Hafızalarınızı iyi yoklayın ve hatırlamaya çalışın. Bu, ‘değişim-dönüşüm ve yeniden yapılandırma’ söylemlerinin kökeni ta 1938 ve nihayet 1960’lara dayanır. Turgut Özal tarafından piyasaya sürülen transformasyon bu “vatana ihanet örgüsünün” baba lisanı, yani İngilizcesi ya da Amerikancasıdır…
Sanki memlekette savaş varmış gibi; Sözde “barış” adına icat ve ihdas olunan menfur bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti devleti, eş başkan (çok utanç verici bir tanım) Erdoğan'ın eşkıyanın silah bırakması ve yurdu terk etmesi başlığında Türk düşmanı bebek katili Apo'nun himmetine çöktürülmüştür. Bu dayatma bir alçaklık, anarşi ve terör ile müzakereye kalkışmak ise tam bir acizlik, millete karşı küstahlık, insanlık düşmanlığı, hukuk katli ve rezilliktir…
Mahpus bir eşkıya ile sözde Kürt (gerçekte Rum, Ermeni) kimliğine tanınacak statüyü teminen Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun Türk inkılâbı ve ilkeleri yönünde belirlenen “Vatan ve Milletinin ebed-müddet varlığı ile Türk Devletinin bölünmez bütünlüğü” üzerinden hangi kesintilere gidileceği müzakere ve münakaşa ediliyor. Hangi hak, cesaret, yetki ve cüretle? Yuh artık! Hal bu ki, “Müslim ve Gayri Müslim esasına dayalı Milli Devlet” statüsünden en ufak bir kesinti dahi Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası hukuka bağdaştıran, hali hazır yaşanan huzur ve barışın teminatı olan Lozan’ın ihlali ve ilgasına yol açar.
Üstüne üstlük, bu kalkışma veya namı diğer açılımda Devleti eşkıyanın önüne düşüren müzakerelerde, Kürt nüfusun var olduğu tüm coğrafyalarda uluslararası hukukun çiğnenmesi sorumluluğu göze alınmakta. Sızdıranlar bulunarak doğruluğu sabit olan “meşhut suç unsuru” İmralı zabıtlarında Sırrı: “Rojava (Suriye Kürdistan’ı) için bir aktarımınız olacak mı?” diye sorar: “Suriye'de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını verirse onunla çalışsınlar. Suriye demokratik kurtuluş cephesi olsun. Türk, Türkmen, Kürt, Arap hepsi, Suudi Selefiler çok tehlikeli, Esat küçük burjuva diktatörü. Suriye Kürtleri Barzani emrine girmez. Onun çizgisi farklı. Kürtler mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı..” denilmekte..
Şu diyaloga, mücadele yerine yapılan “demokratik” müzakereye bakın!…
Kesinliği ve doğruluğu net olarak kanıtlanan ve içeriği Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Halkı, Hükümeti ve Anayasasına karşı “tartışmasız suç teşkil eden” işbu tutanaklar hakkında Cumhuriyet’in Savcıları henüz suskun. Adalet cihazı ilgisiz, siyasi taraf tehditkâr ve baskıcı; Müzakereciler tam bir saklılık, gizlilik ve mahremiyet peşindeler. Adeta millet ve devletten gizli menfur bir pazarlık yapılmakta…
Karanlık gecelerin kâbusu, bu ihanet şebekeleri ve işbirlikçileridir işte…
Şu anda Türkiye’de, “Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık nedeni olan” Anayasa ve hukuk ihlali yönünde, söylem biçimi dahi ihanet içeren, anayasal ve yasal suç teşkil eden teşebbüsler var. Bu bilinçsiz ve güdümlü kalkışmalar Türkiye'yi çok büyük bir risk, ağır sıkıntı ve ufukta belirmiş nice tehlikeli badirelere sokuyor?
Hatırlamaya çalışın:
Temmuz 2012'de Suriye Kürt bölgesinde kendisini Kürdistan ordusu olarak tanıtan YPG; Haseke ve Kamışlı kentleri dışında tüm alanı ele geçirmişti. Kentlerde halk meclisleri ve yargı sistemi oluşturulmuş, dış güvenlikte YPG, iç güvenlikte polis ve yerel zabıta görev başı yapmış, meslek ve kadın örgütleri, eğitim ve halk evleri çalışmaya başlamıştı. Resmi sınırın bu tarafı Ceylanpınar’ın tam karşısında Serakaniye'de YPG güçleri ile Türkiye'den kumandalı Özgür Suriye ordusu arasında rejime karşı işbirliğini geliştirmeye yönelik ateşkes anlaşması Suriye Kürdistan’ında özerkliğin inşasına hız vermişti!..
Karşı tarafta bunlar yapılırken, Türkiye Cumhuriyetinde de KCK’nın altyapısını oluşturmaya yönelik delege ve komite seçimleri yapılıyor; Yetkili ve sorumlu bir hükümete rağmen, sistematik olarak Türkçe coğrafi isimler Kürtçe’ye dönüştürülüyordu.
Şimdi Apo'nun mektubunu Kandil'e götüren, ıkçı, ayrılıkçı ve sahrada teröristlerle kucaklaşacak kadar küstah, bölücü parti heyeti; Irak Kürt Yönetimini ziyaretinde Barzani yönetimi ile temasta. Barzani yönetimi kim? Otuz yıldır Türkiye ile deFAKTO savaş halinde olan aleni ve alçak, hain düşman!.. Dahası farklı ideolojilerde siyasi oluşumlarıyla Kürtlerin demokratikleşme hareketi perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve dirliklerini teminen ortak dil ile siyasal nicelik ve niteliklerini kazanması anlamında; Terör ve tedhişin hamisi, 27 Mayıs’ın mimarı.; İnsanlık haysiyeti, şeref ve soy yoksunu, alçak Batı tarafından yaratılan sözde Kürt sorununun çözülmesini destekliyor.
Üstelik Erdoğan'a PYD'nin de barış sürecine dâhil edilmesi çağrısı yapılıyor!
Bu sıra, Erdoğan'ın Türkiye'deki misafiri Irak'tan idam mahkûmu eski Cumhurbaşkanı Sünni lider Tarık el Haşimi, Sünni milletvekillerinin Şii Maliki hükümetinden çekilmelerini istiyor. O sıralarda rejim muhalifi Özgür Suriye Ordusu da Suriye-Irak sınırının kuzeyinde El Anbar / Akaşat'ta pusuya düşürdüğü Suriyeli ve Iraklı askerlere saldırıp ağır kayıplara neden oluyor. Yoksa bu bahaneyle Suriye cephesinin Irak’a genişlemesi mi isteniyor? Çünkü ABD, başta Türkiye ve Arap olmak üzere bütün Ortadoğu, ülkelerini kayıtsız-şartsız kendi sömürge alanı, pazarına katmayı hedeflemiş ve projelendirmiş bulunmaktadır.
BOP, BİP ve Arap Baharı denilen menfur plânların yegâne hedef v amacı budur.
Bunu teminen Amerika askeri gücünü yedekte tutuyor. Ekonomik ve siyasi gücü ile demokrasi, yetki devri, yeniden yapılandırmalar gibi benzeri yöntemlerle ulusal sınırları anlamsızlaştırmayı, Ortadoğu'yu “Yeni Osmanlı” sanal tutkalıyla güya herkese ortak vatan yapmayı hedefliyor. Oysa bu tam bir yalan, hile ve desise…
Eş başkanlık yetkisi devrettiği sanılan (!) Erdoğan ise, Ortadoğu'da insanların eşitlikle mi yoksa dikta ile mi bir arada olacakları gerilimini yönetiyor. Bu noktada, emperyalistlerin en büyük korkusu Atatürk'ün "Mazinin kararsız, çürümüş zihniyeti çöktü. Bütün dünya bilmeli ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmaya kadirdir. Türk, vatanının bir karış toprağı için ayağa kalkar. Türk milletinin haysiyetinin bir zerresine, vatanın bir avuç toprağına vuku bulacak tecavüzün bütün mevcudiyetine vurulmuş hain bir darbe olacağını fark etmeyeceğini sanmak hatadır" ifadesi ibretle hatırlanmalıdır.
Ama bakınız, tam bir ihanet, şer ve şeamet skandalı var!..
Aleni ihanet ve meşhut suç belgesi “İmralı tutanakları” etrafa saçıldığında Eş başkan Erdoğan, "Bana güvenin. Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" diyor, bir yandan da ihanet şebekesi ile mücadeleyi rölantiye alıp müzakere ediyor. Ne elemli bir çelişki değil mi?..
Diğer tarafta: "Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" konseptinde acuze, zavallı İslam Konferansı Örgütü; Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin ilgası ile başsız, etkisiz, güçsüz ve karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini dini esaslar, dini bir çekirdek etrafında toplanmış ümmet anlayışında devletler konfederasyonu olarak temsil ettiğini sanıyor… Oysa bu iddia bütünüyle yalan. En utan verici hakikat ise; Sözde İslâm devletleri adına “Örgüt temsilcisi” olanların çoğu, bir Yahudi tarikatı olan masonluk illetinin mensubu.
Mason Locasından mülhem ABD-İngiltere ve AB kullarında mürekkep ve çoğu ilmi toplantılarında bile “İngilizce” konuşulan bu deforme yapı, güya ümmetin dayanışması, siyasi – ekonomik-kültürel-bilimsel işbirliği ve Müslüman halkın hukuk ve haklarını savunmayı amaçlıyor. İslam Kalkınma Bankası ise güya İslam şeriatı yönünde ekonomik, mali ve bankacılık faaliyetleriyle ümmetin münferit ya da birlikte ekonomik kalkınmalarına ve sosyal gelişmelerine katkıda bulunuyor gibi görünüyor! Bunların hepsi yalan…
AB uydurması, Amerikan senaryosu ve yeni sömürge girişimlerinin iğrenç maskesidir. İşte bu yüzden, petrol ve maden dâhil olmak üzere, aslında bütün insanlığın ortak malı, doğal hak ve servetlerinin sahibi İslâm, Afrika coğrafyası şimdi yeniden talan ve tarumar edilmek, yağmalanmak isteniyor. Karanlık kâbus budur. Bu karanlık ve kâbustan nurlu sabaha; Beşinci Cumhuriyetle değil; Ancak ve sadece Milli Devlet, Milli Hükümet ve Milli Şuur ile ulaşılır.
Aksi takdirde “muktedir olmayı”, “diktatör olmak” biçiminle anlayanlarla değil..