Aslında benim bu tür konulara girmemem lazım, çünkü sayısız yayın organında zaten her gün her meşrepten gazeteci bu konuyu orasından burasından didikleyip duruyor. Benim gibi kenarda köşedeki bir garibin bunları dile getirmesi kimin umuruna ki?
Lakin geçen hafta içinde bir tv kanalında birinci ordu komutanı “silahlı kuvvetlere saldırmayı, iftira atmayı demokratikleşme zannediyorlar” deyince yemek sofrasında donup kaldım, tansiyonumun terazisi şaşmaya başladı.
Anlaşılan o ki komutan ya kendini hala 90 lı yılların ortalarında zannedip her şeyi “Fadimeleştiriyor” , yada siyasetçiler gibi yılların tecrübesini konuşturup demagoji yapıyor. Ne var ki her ikisi de askerlik mesleği ile uzaktan yakından alakası olmayan, olmaması gereken şeyler ama iyi beceriyor doğrusuDünya olduğu yerde durmuyor, Sovyet imparatorluğunun Kızıl ordusu bile kendini yenilemek zorunda kaldı. Yıkılan imparatorluğun mirasçısı Rusya Federasyonunda yeni şartlara uygun vaziyet aldı, kaldı ki dünyanın en politik ordularından biri olduğu halde.
Silahlı kuvvetler şöyle diyor “Cumhuriyetin kurucu gücüyüm, öyleyse en büyük söz hakkı da benim”.
Silahlı kuvvetlerin kurucu güç olduğu 1920 li yıllara gidelim ve o yılların Türkiye’sini analiz edelim. İttihat ve Terakki’den beri gırtlağına kadar siyasete bulaşmış bir ordu, büyük toprak sahibi ağalar, gayri Müslim tüccarlar, yine gayri Müslim sanatkarlar ve aç sefil Türk köylüler ile her biri ayrı kafada bir avuç aydınlar.
Yani gırtlağına kadar siyasete bulaşsa bile asırlarca Osmanlının koruyucu gücü olmuş ordu elbette ki devletin en teşkilatlı ve disiplinli kurumu olacaktı. Onun haricinde örgütlü başka bir sınıf ve kurum yok ki başı çeksin.
Kurtuluş savaşından sonra orduyu yönlendirecek, yönetecek, dizginleri tutacak, kendi asli vazifesine çekecek örgütlü ne bir sınıf ne bir siyasi parti ve nede siyasi partilerin alt yapısını oluşturan kurumlar ve kesimler vardı.
Burada ele avuca gelecek tek örgütlü kurum(güç) ordu idi. Zaten ondan da kimliği gereği demokratik bir tavır beklenemezdi.
Şu iddia edilebilir,”Mustafa Kemal savaştan sonra askerin hem siyasetçi hem asker olmasını istememiş askerlerin bu konuda tercihte bulunmalarını talep etmiştir” denilebilir.
Ben huyum gereği liderlerin de en nihayet hepimiz gibi etten kemikten yaratıldığını ve beşeri ihtirasları, hataları olabileceğini kabul eden bir kişiyim. Dolayısıyla en üst mevkideki lider bile olsa tartışılabilir ve sorgulanabilir kabul ederim. Kaldı ki siyasi manevralar yapmak onun da hakkıydı, öyle de yapmış olabilir mi?
Yani güç onda idi ve oda kendine göre sağlam zemini sağlamak için böyle bir düzeni uygun gördü, yada onun mirasını devralanlar onun arkasına sığınarak, Atatürk’ü kullanarak bize böyle bir düzeni dayattılar.
Neresinden bakarsanız bakın cumhuriyet yanlış mecrada başlamıştır ve devam etmiştir. Ordu da kendini hala bu ülkenin tek karar vericisi olarak görmektir.
Benim anlamadığım orduyu yöneten komutanlar şu gerçekleri neden hala görmezler?
Dedemin okuma yazması yoktu, babam ilkokul mezunu idi, ben üniversite mezunuyum, benim oğlum hem üniversite mezunu hem dil biliyor,bu bir,
Dedem köyünden başka bir yeri bilmiyordu, babam kasabadan başka bir yeri bilmiyordu, ben kasabada büyüdüm büyük şehre okumaya geldim, oğlum internet vasıtası ile dünyayı geziyor,bu iki,
O devirde ağalar ve gayri Müslim zenginler vardı, seksenlerde halkına yabancı devlet destekli yerli zenginleri vardı bugün her meşrepten zengin var, bu üç,
O zaman milli gelir 200-300 dolardı bugün 7000 dolar civarında, bu dört,
Yani toplum 1920 lerin toplumu değil, artık kimse Fadimeleri, Müslümleri unutmadığı/kanmadığı gibi, vatan millet edebiyatına da kanmıyor, bunu komutanlar nasıl görmüyor, çok manidar bulurum.
“İhtimal,bazı kafalar kesilecektir !”
Gazi Mustafa Kemal,
Kasım 1922,Meclis’te Saltanatın kaldırılması müzakereleri.
Şimdi sorularımı soruyorum,cevabının çok zor olacağını zannetmiyorum.
Bir, demokratiklik bunun neresinde?
İki, Mustafa Kemal aynı cümleleri kurtuluş savaşına başlarken söyledi mi veya en önemlisi bugün yaşasa idi aynı cümleleri söyler miydi?