Sanırım birkaç sene geçti üstünden. Tatlı bir cumartesi akşamında çok sevdiğim bir dostumla buluşmuştuk, kahve içiyorduk. Kahvenin kokusu muydu huzur veren yoksa sohbetin koyusu mu, bilemiyorum. Nasıl sıkkındı yüreğim halbuki gelirken yanına. Tam manasıyla boğum boğum: gerilmiş, büzülmüş: dokunsan yırtılıp kanayacak, kanasa belki rahatlayacak. Ne mümkün… Belki bir yılı aşkın zaman saklamıştım kendime sıkıntılarımı, bir çıkar yol bulurum ümidiyle kendimi hırpaladığımı anlamadan, kalp kırmayayım diye kendi kalbimi yaraladığımı fark etmeden.” Kol kırılır yen içinde kalır.” “Kan kus da kızılcık şerbeti içtim de.” öğütleriyle büyüyen neslin çocuklarıyız biz, bilirsiniz.
Fakat o anda, birden oluverdi. Kahvelerimizi yudumlarken sözcükler dilimin ucundan “hooop” kayıyordu sanki, saçılıyordu ortalığa, içimi açmaktan utanmıyordum, ne garip. Anlattım, ağladım, anlattım. O dinledi, ben anlattım, o dinledi sessizce, gözünü bir an benden ayırmadan. Ve ben en nihayet dakikalardır nefes almadan konuştuğumu fark edince derin bir iç çekip şöyle dedim:
“Sabrediyorum.”
Durdu, belli belirsiz gülümsedi. Fincanından sakince bir yudum aldı. Kahvenin elmacık kemiğinden aşağı süzülüşünü izledim. Birkaç saniye… Bir yaşamca uzun. Bir teselli bekliyordum, bir nasihat ya da öyle bir şey işte. Ama beklediğim hiçbir cümleyi duyamamıştım. Arkadaşım, sohbetin bu kilit anına afilli bir söz kondurmak yerine hayatımın miladı olan “soru”yu sordu bana:
“Sabır mı ediyorsun? Tahammül mü?”
“Ne farkı var ki? İkisi de aynı şey değil mi?” dedim, burnumu silerek.
“Köken olarak belki aynı, ama aralarında belli belirsiz bir nüans var: Sabır “ümitle” harmanlanır, tahammül “ümitsizlikle”. Diye açıkladı.
Ve uyandım. (Aylar süren uyurgezerlik halinden sonra tam manasıyla uyanmış gibi hissetmiştim.)
“Sabretmek ya da tahammül etmek”. Bütün mesele bu mu? Shakespeare hayatta olsaydı belki cevaplardı “soru”mu. Ama ben şimdi sizin için anladığım ölçüde cevaplamaya çalışacağım:
Sabır, sabahın evvelidir; karanlığın ardından güneşin doğacağını kalbimizin derinliklerinde hissederiz, yaşadığımız zorluk yaksa da bazen canımızı, çabalamaya devam ederiz. Umut etmek, bize zorluklara dayanma gücü verir. Tahammül ise zifiridir; ne kadar mücadele edersek edelim, ne yaparsak yapalım yıllar, asırlar geçse bile, şafağın sökmeyeceğini içten içe anlarız. Bu gerçek bizi sinsice tüketir.”
Hepimiz günübirlik sıkıntılar yaşıyoruz, arkamızdan binbir dolap çevriliyor, biz yine o kaygan zeminde düşmeden ilerlemeye gayret ediyoruz, sayısız kez sınanıyoruz da çoğunda sorular bilmediğimiz yerden geliyor, eşe dosta kırılıyoruz, darılıyoruz. Ama bir şeylerin iyiye gideceğine dair inancımız varsa sabrediyoruz ve azimle devam ediyoruz. İlmik ilmik dokuyarak zamanı, emek vererek, kan ter içinde kalarak bazen… Elimizden gelenin en iyisini yapıyor, “ümit”le güneşin yeniden doğuşunu bekliyoruz.
Ümidimizi yitirdiğimiz anlardaki bekleyişin, gayretin ve gözyaşının adı ise “sabır” olmuyor ne yazık ki. Eskilerin tabiriyle “gün yüzü görmeyeceğimizi” anladığımızda bize keyif vermeyen, canımızı sıkan ne varsa o soruna “tahammül” etmeye başlıyoruz, içine çekildiğimiz karanlıkta debelenip duruyoruz. “Of”lar taşıyor yürekten. Gözün feri gidiyor, feri. (Aynada gözlerine bakanlar olacak tam burada, tahmin ediyorum.) Hayatın ne tadı kalıyor, ne tuzu. Öğün geçiştirir gibi geçiştiriyoruz günleri. Yaşama sevincimiz “ümitsizlik” girdabında savrulup duruyor oradan oraya. Bir gün mutluyuz, ertesi gün yasta.
…
Kuşkusuz, o kahve sohbetinden öğrendiklerimin kırk yıl değil kırk ömür hatrı olacak bende. Sizler de bir kahve koyun ocağa şimdi, tam zamanıdır. Ve açın kalp gözünüzü, hayatınızı izleyin şöyle bir. Sabahlar olmuşsa oh ne ala! Karanlıktaysanız da ürkmeyin öyle hemen! Kalbinize bir soru-n bakalım: “Ümit var mı ümit?” Bir tutam bile varsa umudunuz pes etmeyin ne olur! “Sabır” kılavuzunuz olsun, adımlarınızı takip etmeye devam… Elbet yolun sonu aydınlıktır. Fakat derin ve sahici bir “ümitsizlik” içindeyseniz, tüm kapıları çaldıysanız bir bir ve ısrarla cevap gelmiyorsa içeriden “tahammül” etmeyin daha fazla, vazgeçmeyi ertelemeyin, tüketmeyin kalbinizi. Yeni yollara, yeni yolculuklara takatiniz kalsın değil mi ama? Kim bilir, belki yolunuzu gözleyen vardır ve bir kapı da size açılır.
Bir dost
Kaleminize, yüreğinize sağlık. Bir sonraki yazınızı sabır ve merakla bekliyoruz.
Çok akıcı, çok güzel. İlgiyle takip ediyorum yazılarınızı. Bir “tutam” umuda tutunmaya devam 🙂
Güzel bir yazı 🙂
Hayata ve insan ilişkilerine dair ne kadar hoş bir yazı; ifadeler imbikten süzülmüş gibi, işte ikisi:
Sabır “ümitle” harmanlanır, tahammül “ümitsizlikle”.
Yaşama sevincimiz “ümitsizlik” girdabında savrulup duruyor oradan oraya. Bir gün mutluyuz, ertesi gün yasta.
Arkadaşınız kahveyi nasıl içiyormuş öyle de elmacık kemiğinden aşağı süzülmüş? 🙂
Değerli yorumlarınız ve görüşleriniz için çok teşekkür ederim.
Su gibi akıcı, kutlarım sizi.
Bu muhteşem yeteneğinizin daha hacimli eserler ile taçlandığını görebilmeyi ümit ediyorum.