Son dersin ardından, ruh halimiz adeta hissizleşmişti. Dönüm noktası olarak nitelendirdiğim sınav sonucunu heyecanla bekliyordum. Kalbimin vuru sayısının artışı, çevreye karşı kayıtsız kalmama neden olmuştu.
Gözlerimiz yolda, pencereye yaslanmış duruyoruz. İkram edilen pastayı bile yemek aklımıza gelmiyordu. Okula doğru öğrencilerin geldiğini görünce içimde büyük bir coşku belirdi. Pozitif bir anlayışla, kazandığımı düşündüm. Psikolojim ve moralim düzgündü.
Tahtaya sözleri sıralıyor ve şekiller çizerek içimi yatıştırmaya çalışıyorum. Titremek bile, iç dünyama karşılık gelmiyordu.
Kendimi yalnız hissediyorum. Güven eksikliği tepelere çöken sis gibi beynimi sarıyor. Stres katsayım yükselip duygusal körlüğü tetikliyordu.
Son dersin süresi, zilsiz bitti. Herkes dışarıda ve üç arkadaş tahtanın yanı başında, gelecek planlaması yapıyoruz. Günün mana ve önemini sosyal yapısına uyarlamayı düşünüyoruz.
Tahtaya tebeşirle; Değerli okulumuz bizlere katkın çok büyük, saygı değer öğretmenlerimiz, hakkınızı ödeyemeyiz. Arkadaşlar sıkıntılara birlikte katlandık, birbirimize moral kaynağı olduk, hepinize teşekkür ederiz. Cümlelerini yazmakta geciktiğimizi anladım. Yıl ortasında gündeme getirip tartışsaydık, şık olacaktı. Bugün boş sıralara karşı, biraz da gösteriş olsun diye, yazmanın ne anlamı kaldı.
Hayal gücüm aktivitesini yitirmiş olacak ki, geçmiş olayları, göz önüne getiremiyorum. Arkadaş tahtanın üst arka köşesine; “veda” yazdı. Bize döndü ve veda ediyorum, okula ve tüm arkadaşlara. Bu atmosferden her kim gelip geçmişse hepsine “veda ediyorum,” dedi.
Bir uyuşukluk sardı benliğimi, çarpan kalbim, sakinleşti. Okula kayıt günü arkadaşın, file içindeki plastik topu tekmelemesini takip eder gibi oldum.
Arkadaşın gözlerinin içine baktım ve “nasıl bir söz öyle, ne demek istiyorsun,” diyebildim.
Arkadaş sessizce, “içimden geldi,” dedi.
İçinden geldiği gibi konuştuğunu sandım. Belki de beynine hâkim olamamış ve gayri ihtiyari o “efsunkâr” sözü sarf etmişti.
Sınıftan çıktık ve müdüriyete doğru yürüdük. Müdüriyete döndüğümüzde çağrıldığımın farkına vardım. Arkadaşlara izninizle deyip ayrıldım. İyi günler deyip içeri girdim. Müdür bey tebrik etti ve evraklarını hazırla, dedi.
Teşekkür üzerine teşekkürlerimi sıraladım ve dışarıya fırladım.
Sevincimi anlatamam, önce ilçeye ve sonra eve koştum. “Kazandım” demek büyük bir şanstı.
Duyularım çevreyi algılamada yetersiz kalıyordu. Aile olarak yaşantımızda önemli bir değişim olacaktı. İstiridye misali, kum tanesinin inciye dönüşmesinin, yolunu arayacaktım.
Tatillerde arkadaşlarla buluşup okulu ziyareti ihmal etmedik. Bu yıl öğretmenimizle son ders olarak nitelendirdiğimiz sınıfa girdik. Öğrencilerin sorularını cevaplandırdım. Hayat tatlıdır. Fakat bazen de acı oyununu oynamaktan geri kalmaz, dedim.
Son olarak, çocuklara bir arkadaşımız kalkıp tahtanın üst köşesinin arkasına baksın. Arkadaşımızın yazdığı “veda” kelimesini ve yazılış tarihini görecektir.
Arkadaşımız iki ay sonra veda etmişti, denizin dalgaları arasında hayatına.
Yaşanan acı bir vedaydı.
Dil hazinesin, hem de dermanı olmayan dertsin.
Hasan TANRIVERDİ