Vaktiyle…86-87’li yıllarda Belediye meclis üyesiyken Başkan Sn. Cerrahoğlu ile aramda bir konuşma geçmişti.
“Reis bağış alarak kaçak ilave kat yaptırıyorsun. Bu usule pek uygun değil gibi geldi bana.” “İyi de Yakup bu hizmetleri, yolları, parkları, kaldırımları ne ile yaptırdığımı zannediyorsun.
Kaldı ki; Memlekete bina lazım. Bununla vatandaşa yardımcı oluyoruz.”
“Reis sen iyi niyetle yola çıkıyorsun(?) ama ileride bu usul haline gelip gayri meşru mecralarda yürürse ne olacak?”
Geldiğimiz nokta belli değil mi?
Her devirde (özellikle) imar hukukunun (meşrebe uygun) bir tarafı kullanılarak gayri meşru alan tesis edilmiştir. Bunun istisnası yok… Her devrin başkanları az-çok zamanın şartlarına, meşreplerine, modasına ve getirisine göre mutlaka bir yol bulmuşlardır.
Ne kadarı belediyenin kandiline damladı, ne kadarı kaçaktı? Bunun çetelesini tutmadım. Son Çamyar olayında kantarın topuzunun epeyce kaçtığı belli. Ondan öte yüzsüzleşip ayağa düşürdüler.
Zaman beni haklı çıkardı demek ağrıma gidiyor.
Ben bugün işin maddi tarafında değilim. Yenen bir gün fazlası ile çıkar. Benim asıl korkum gayri meşruluğun toplumun ahlakı haline gelmesi.
Kaldı ki,
İşin en kötü tarafı hukuk üzerinden, yani namus kullanılarak namussuzluğun meşru hale gelmesidir. Toplum olarak şehir yaşamımızın her alanında bu zihniyete aşina olmamızdır. Vara-vara belediye başkan adayları halkın karşısına “ben dürüst olacağım” diye yeminlerle çıkmak durumunda kaldılar. Yani dürüstlük meziyet haline geldi. Acınacak bir durum.
Belediye başkan adayları seçim esnasında ve seçildikten sonra hep imardan bahsederler. Parklar, yollar, modern binalar vs. Ama bilmezler ki; Bunları kullanacak olanlar bu şehrin insanları. Şehir insanlarının sosyal yaşamlarının geliştirilmesi, şehirlilik bilincinin artırılması çok daha önemlidir. Bundan öte nasıl bir şehir ve şehirlilik tasavvur ediyoruz? Ama varsa yoksa imar uygulamaları ve bunun üzerinden nemalanmalar!
Nitekim iş öyle bir hale geldi ki meclis üyeleri bu zihniyet üzerine kurgulanır oldu. Her devrin müteahhitleri peydahlandı. Her devrin sonunda da batık müteahhitlere yenileri eklendi.
Bundan öte,
Belediye öyle bir hale geldi ki… Bir konu için görüşmeye gelen vatandaştan acaba nasıl faydalanırım da bir şeyler tırtıklarıma dönüştü.
Kısaca “ona menfaat sağlıyorsam, o da bana sağlamalı.”
İyi de,
Birincisi haram para ile camii yaptıran “hayırsever” gibi gayri meşru kazanç ile topluma hizmet doğru bir şey mi?
İkincisi bu kirli alış verişin gayri meşru nemalanmaları olmayacak mı? Nitekim yukarıda da belirttiğim gibi iş “yüzsüzce organizeye” kadar vardı. Hem de seçimden önce organize olunarak.
Buna kim dur diyecek?
Bu yozlaşmayı belediye yönetimleri başlattı, iyileştirecek olanlarda belediye yönetimleridir. Sırasıyla (istisnasız muhalefet de dâhil) parti yönetimleri ve tabii ki belediye meclisidir.
Konu harici gözükse de;
90’lı yıllarda Sovyetler henüz yıkılmışken merakıma mucip oldu; Azerbaycanlı dostlarıma Sovyetler zamanında hangi lider daha çok seviliyordu? Diye sorduğumda ittifakla Brejnev demişlerdi. 0nun çok sert bir lider olduğunu duymuştum. Hayretle sordum… Neden? Sertti ama yolsuzluğa hiç izin vermez, yapanları şiddetle cezalandırırdı. Devlet dairelerine gittiğimizde bize haksızlık yapılmayacağından emindik.”
Demem o ki; “İnanan” olmak ve beş vakit namaz da yetmiyor. Bunlar işin kişi özeli ve yaldız tarafı… Adalet duygusu ile hareket etmek hem insanların hem de toplumun nazarında mükemmel olmanın baş şartıdır.
Sadede geleyim,
Sayın Tavlı bu işi düzeltebilir mi? Neden olmasın… O da bu memleketin adamı. . Burada büyüdü, burada yaşadı, yaşıyor, yaşayacak. Beş yıl sonra da bu toplumun yüzüne bakacak.
Diğer taraftan,
Mutlaka o da ömr-ü hayatında bir defa olsun böyle çarpık bir ilişkiye maruz kalmıştır. Keyfini sürdüğü kadar acısını da çekmiştir. İstese pek ala becerebilir. Başkanlık koltuğuna yolsuz ve yalınayak oturmadı. Dünyalığı da torunlarına bile yeter.
Lakin bir sorun var… Ağalar, paşalar bu işe ne derler? Onlara nasıl dur diyecek? Başkan olmanın zevkli ama bir o kadar da zor tarafı burası. Gerisi laf-ü güzaf… Yeter ki istensin.