Manava “şuradan iki kilo domates tart” dersiniz…
Eve gittiğinizde görürsünüz ki manav üç-beş tane eziğini, çürüğünü çaktırmadan sokuşturmuş. O an celallenir “ulan bir daha alırsam…” diye veryansın edersiniz… Öte yandan eşiniz “sinirine hâkim ol. Şekerin yükselecek. Bir daha domates alırken o manavdan almazsın olur, biter.” Der. Siz de düştüğünüz durumdan kendinizi sıyırmak için “ne bileyim tezgâhın önündekiler “gambak” gibiydi…”
Fakat gün gelir yine aynı manavdan domates alır ve yine tongaya basarsınız. Yine celallenme ve yine eşinizin ikazı… Bu böyle sürüp gider. Yani aynı manavda aynı tongaya defalarca basmak sizin için sıradan bir olaydır.
“O manavın tahsili ne ki… Adam zaten geçinmekten aciz… Zor ayakta duruyor.” Boş ver idare et… Diyorsunuz. Bu aslında düştüğünüz durumu meşrulaştırmak için yapılmış bahanedir.
Ya o kelli-felli kendilerine erişmek için kırk kapıya kırk değnek vurman gerektiği yöneticileri olan şirketlere ne demeli?
Kocaman ilanlar… “Sizi çok seviyoruz… Sizin için öldük-bittik… Sizi ihya edeceğiz.”
Ya da,
Telefonunuza bir mesaj… “Sizin için özel hazırladığımız kampanyamız var. Acele arayın.”
Yahu anam-mısın, babamısın… Yoksa benden gizlenen karındaşım-mısın?”
Bu alaka niye?
Veyahut…
Süslü resimler, cümleler ve vaatlerle dolu tanıtım broşürleri…
İyi, güzel de;
Hemen altındaki bir sürü karmaşık cümlelerden oluşan cindik kadar yazılar da ne demek oluyor? Belli ki tuzağın alası orada… Yersen.
Yukarıda örneklediğim ve daha bir sürü alanlarda birçok örneklerini verebileceğim bu tür davranışlara benim bir şey dediğim yok.
Tercih meselesi… Besbelli ki çok satmanın yolunun bu olduğunu farz ediyorlar… İşin dürüstlük tarafını öteleyebilirler.
Benim asıl yadırgadığım bizim gibi safların bunları yutmaktan öte gayet normal ve olağan karşılamamızdır.
Benim asıl çözemediğim bu…
Bundan bir adım daha ileriye gidelim ve kendimize şu soruyu soralım; “biz insanoğlu rengini ve kokusunu tuzak gibi kullanan etobur bitkilere meftun olan böceklere mi benziyoruz? Mübarekler zehirli nebatatları onca metreden algılayıp ters yüz oluyorlar da… O süslü etoburları neden algılayamazlar? Buna Rabbimizin takdiri mi diyelim… Yoksa bilimselcilerin “tersadüfen genetik kodlamasını mı tercih edelim?
Neyi tercih edersek edelim belli ki insanoğlu bu genetik kodlamadan nasibini almışa benziyor.
Öyle ya,
Hadi bir defa, olmadı iki defa tongaya bastın… Ama canım her defasında aynı yanlışa düşülmez ki?
Lakin ister Rabbimizin takdiri, ister tesadüfî genetik kodlama olsun bunun bir hikmeti olmalı…
İşte öteden beri kendi kendime sorup durduğum ve bir türlü anlayamadığım bu durumun cevabını nihayet geçen akşam buldum.
Yani her defasında aynı tongaya neden basıyoruz-un cevabını buldum.
Memleketin garip- guraba kullarına hep ümitle yaşayıp mutlu olsunlar diye olmayacak olduğunu bile-bile süslü vaatlere, yalanlara her defasında aynı saflıkta kanma melekesi verilmiş olmasıdır. Genetik kodlarımızın böyle düzenlenmiş olmasındandır. Bundan daha makul neden ne olabilir? Fukaranın ekmeği umut… Biraz da sırtının sıvazlanması değil mi?
Eğer öyle olmasaydı;
Siyasetçilerin seçimden seçime hemşerimiz olmalarına… Her seçimde oyunuzu bize verin memleketi uçuralım demelerine… Bize yutturduklarını zannettikleri abuk-sabuk projelerine… Gece yarısı da olsa arayın, emrinize amadeyim demelerine… Eyy millet vatanı hainler basmış naralarına…
Ve bunlar gibi sayısız bol keseden vaatlere kanar onları el üstünde tutup “ağam çok yaşa” der-miydik?