8 Ağustos 2014 tarihli “Tarihin Döküldüğü Demler” başlıklı yazımdan:
“Kanaatimce tam da şu sıralar tarihin kendi seyrinde aktığı değil, “bir mecradan yeni bir mecranın başlangıcına döküldüğü” bir süreci yaşıyoruz. En az üç vakitten beri bu süreç devam ediyor ve bu
dökülüşün daha ne kadar süreceğini de kestirebilmek kolay değil. Yeni mecranın nasıl birşey olacağının ayrıntıları kafamda çok net olmasa da, bu dökülme süreci bitip de hayat yeni mecrasına eriştiğinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye düşünüyorum.”
Ve ondan önce de 06 Nisan 2014 tarihinde de (ki son yerel seçimlerin ertesine tekabül ediyor) “Muhalefetin Millet Algısı Üzerine” başlıklı yazıda;
“ “Türk Ulusu, Türk Milleti, millet” lafızlarını dillerinden düşürmeyenler, bu milletin sosyolojik kalabalıktan öte bir varlık olduğunu fehmetmeliler. Bu milletin bir “kolektif akıl” sahibi olduğunu, sezgilerinin, coşkularının, kırgınlıklarının olduğunu, kusuru-zaafı olduğu kadar bir feraset ve irfan damarının da olduğunu, her türlü kemiyet hesabının ötesinde bir de ruh taşıdığını… hâsılı, bildiğin bir canlı varlık olduğunu görmeleri gerekir. Bu püf noktası es geçilirse, ortalığı yıkması beklenen feryatlar bile millet nezdinde ma’kes bulamaz (bakınız: son seçim kampanyası süreci). Şaşkınlıkların da sonu gelmez.” demişiz..
Eh, aradan geçen bir-birbuçuk seneden ve üç seçimden sonra ne değiştiğini siz takdir edin!.
Alıntı yaptığım ilk yazıda sözünü ettiğim “tarihî dökülüş”ün bitmesinin eli kulağında olduğu kanaatindeyim. Bundan sonra şahit olacağımız hır-gürlerin çoğu dökülüşün tamamlanmasıyla birlikte yeni mecranın şekillenmesine bağlı sancılar olacak. Bu öngörümün etki alanı, tabii ki coğrafi olarak bizim merkezinde olduğumuz yakın çevremizdir.
İkinci konuya gelince: Bana göre, yaşananlar açıkça gösterdi ki, ‘muhalefet’in belkemiği, taşıyıcısı olması beklenen her üç siyasi parti ve ilave olarak medya ve sesine kulak verilen okumuş yazmışlar için 1 Kasım seçimleri, ellerine tutuşturulmuş tasdikname hükmündedir. Mevcut tavırlarını ve zihniyetlerini devam ettirdikleri sürece, geçecekleri bir sınav, bütünleme, kurtarma yazılısı v.s. kalmamış, ümit kesilmiştir. Kendilerine ümit bağlayan milyonları daha fazla hüsrana uğratmalarına, oyalamalarına müsaade edilmemelidir. Ne kendi tabanları, ne de daha genel olarak Türk demokrasisi ve milletin demokrasiye olan yaklaşımı bunu haketmiyor ve daha fazla da taşıyamaz.
Geniş kitlelerin farklı beklentilerini, iktidara alternatif arayışlarını, ezcümle ‘muhalefet’i temsil iddiası ile icra-yı faaliyet edenlerin acilen tasfiye edilip yeniden yapılanması gerekir. Mevcut durum pansuman tedbirlerle, sade suya tirit vitrin değişiklikleri ile sonuç alınacak durumun çok ötesindedir. Muhalefet partileri-medya-aydın bileşenleri, tabiri caizse hallaç pamuğu gibi atılıp “siyasi geri dönüşüme” tabi tutularak yeniden şekillen(diril)melidir. Bunun başka çaresi yok gözüküyor!.
7 Haziran ve sonrasını düşünürsek; seçimden önce adı konmamış bir ittifak görüntüsü veren ve koalisyonun, uzlaşmanın faziletlerinden bahseden üç parti, seçim sonunda toplamda yüzde 60’ı bulan oy oranlarına rağmen tornistan yapıp topu taca atmayı tercih ettiler. Üç ayrı telden çalan üç parti uyum içinde iktidarı alaşağı etmek, o da olmazsa hırpalamak için saf tutarken, iş memleket için elini taşın altına sokmaya gelince çil yavrusu gibi dağıldılar. Hal böyle olunca; kimse açıktan dillendirmese de “bu partilerin varlık amacı nedir, iktidara alternatif olma konusunda bu iddiasızlık niye?” sorusu pek çok kişinin zihinde altyazı olarak geçti. Artık her üç parti için de yavaş yavaş bu altyazıların manşete doğru yükselmeye başlayacağını düşünebiliriz.
Hangi parti onun kendi partisine teveccühünü sağlayıp iktidara aday olmak istiyorsa, bu hizmeti en iyi şekilde yapacağına halkı ikna etmekten başka yolu var mı? Halkın tercihini/iradesini bilinçli ve doğru yönde kullanmadığını düşünenlere de malumu ilan edelim: Beğensek de beğenmesek de elimizdeki halk bu!..
SIDDIK S. ALTUNBAŞ