Türkiye’de farklı ideolojik ve dini oluşumlar, yıllardır geniş kitleleri peşinden sürüklüyor. PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ve Nur Cemaati gibi yapılar, ilk bakışta birbirinden tamamen zıt gibi görünse de, bu oluşumlara katılan bireylerin psikolojik motivasyonlarında ortak bir nokta dikkat çekiyor: “baba figürü” arayışı. Said Nursi ve Abdullah Öcalan gibi liderler, takipçileri için sadece ideolojik bir rehber değil, aynı zamanda şefkatli, koruyucu ve otoriter bir baba figürü olarak algılanıyor. Bu durum, bireylerin çocukluk travmaları, aile içi çatışmalar veya otorite eksikliğiyle bağlantılı olabilir.
Baba Figürü ve Psikolojik Boşluk
Psikanalitik teorilere göre, bireylerin hayatında baba figürü, güven, disiplin ve aidiyet hissinin temel taşlarından biridir. Ancak, bu figürün yokluğu, zayıflığı ya da baskıcı bir şekilde varlığı, kişide derin bir boşluk yaratabilir. Türkiye gibi ataerkil bir toplumda, aile yapısındaki çatlaklar—örneğin, otoriter ama şefkatsiz bir baba, terk eden bir ebeveyn ya da ekonomik zorluklar nedeniyle dağılmış aileler—genç bireyleri bu boşluğu dolduracak alternatif otorite figürlerine yöneltebiliyor. İşte tam bu noktada, Said Nursi ve Abdullah Öcalan gibi liderler devreye giriyor.
Said Nursi: Manevi Baba ve Şefkat Kaynağı
Nur Cemaati’nin kurucusu Said Nursi, takipçileri tarafından “Bediüzzaman” (zamanın eşsiz bilgini) olarak anılır. Onun yazdığı Risale-i Nur eserleri, sadece dini bir rehber değil, aynı zamanda bireylere bir anlam ve aidiyet sunar. Nursi’nin hayat hikâyesi—sürgünler, yalnızlık ve mücadele—onun takipçileri için bir “fedakâr baba” imajı çizer. Özellikle otoriter rejimlerin baskısı altında büyüyen, ailede sevgi ve rehberlik bulamayan bireyler, Nursi’nin şefkatli ama otoriter dilinde bir sığınak bulur. Onun “cemaat” vurgusu, yalnız bireyleri bir aileye kabul eden bir babanın sıcaklığını hissettirir. Bu bağ, travmatik bir geçmişten gelenlerin, Nursi’yi hem bir kurtarıcı hem de koruyucu bir figür olarak görmesine yol açar.
Abdullah Öcalan: Devrimci Baba ve Koruyucu Lider
PKK’nın lideri Abdullah Öcalan ise bambaşka bir bağlamda, Kürt topluluklarının yaşadığı tarihsel(!) travmaların bir yansıması olarak ortaya çıkar. Öcalan, “Apo” lakabıyla anılırken, bu isim bile bir samimiyet ve yakınlık içerir; tıpkı bir babanın çocuklarına hitap edilişi gibi. Kürtçü ideologlara göre; Kürt halkının yıllardır süregelen kimlik mücadelesi, dışlanmışlık ve devlet baskısı, genç bireylerde derin bir öfke ve aidiyet ihtiyacı doğurmuştur. Öcalan, bu duyguları kanalize eden, hem sert hem de şefkatli bir baba figürü olarak görülür. Onun yazıları ve söylemleri, takipçilerine “seni anlıyorum, seni koruyacağım” mesajı verir. Ailede otorite eksikliği yaşayan ya da baskıcı bir babadan kaçan gençler, Öcalan’da hem bir intikam aracı hem de bir sığınak bulur.
Travmaların Rolü
Her iki oluşumda da, katılan bireylerin geçmişlerinde travmatik unsurlar sıkça göze çarpıyor. Aile içi şiddet, terk edilme, ekonomik yoksunluk veya toplumsal dışlanma, bu bireyleri güçlü bir lidere bağlanmaya itiyor. Psikolojik açıdan, bu liderler, kaotik bir dünyada düzen ve anlam sunan birer “idealize edilmiş baba” haline geliyor. Said Nursi’nin manevi rehberliği, ruhsal bir boşluğu doldururken; Öcalan’ın devrimci söylemi, fiziksel ve toplumsal bir koruma vaat ediyor. Her iki figür de, takipçilerinin travmalarına hitap ederek, onları bir “aile”ye—cemaate ya da örgüte—katar.
—
Karşılaştırma ve Ortak Nokta
—
Nur Cemaati ve PKK, ideolojik olarak zıt kutuplarda dursa da, liderlerinin takipçileri üzerindeki etkisi benzer bir psikolojik temele dayanıyor. Said Nursi, dini bir şefkatle bireyleri kucaklarken, Öcalan militan bir sevgiyle kitleleri mobilize ediyor. Her iki lider de, otorite ve şefkatin birleşimiyle, travmatik geçmişlerden gelen bireylerin baba figürüne duyduğu özlemi karşılıyor. Bu durum, Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısında aile dinamiklerinin ne kadar derin bir rol oynadığını da gösteriyor.
*
PKK ve Nur Cemaati gibi oluşumlara katılım, sadece ideolojik bir tercih değil, aynı zamanda psikolojik bir arayışın ürünü. Said Nursi ve Abdullah Öcalan, takipçileri için birer “baba” olarak, travmaların yarattığı boşluğu dolduruyor. Bu liderler, şefkat ve otoriteyi birleştirerek, bireyleri hem koruyor hem de yönlendiriyor. Türkiye’de bu tür yapıların varlığını anlamak için, ideolojinin ötesine geçip bireylerin iç dünyasına bakmak gerekiyor. Belki de asıl mesele, ailede bulunamayan babanın, bu oluşumlarda yeniden inşa edilmesi.
—-
X Ümit Sönmez