İhtiyaçtan Fazlasını Dağıtma, Devlet Yönetimi ve Ahilik: Kur’an’dan Osmanlı’ya Bir İnceleme
Kur’an-ı Kerim, ihtiyaçtan fazlasını dağıtmayı (infak) bir ahlaki ve toplumsal ilke olarak sunar; servetin birikerek az sayıda elde toplanmasını ise sert bir şekilde eleştirir. Bu ilke, bireysel sorumlulukla sınırlı kalmaz; ekonomik sistemlerden devlet yönetimine kadar geniş bir tartışma alanı açar. “Paradan para kazanma” mekanizması kontrolsüz bırakılırsa ne olur? Devlet, bu birikimi makul bir şekilde düzenlemezse sistem zarar görmez mi? Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ahilik teşkilatı, bu sorulara tarihsel bir perspektif sunabilir mi? Bu yazıda, Kur’an’ın yaklaşımını, potansiyel sistemik riskleri ve ahiliğin bu bağlamdaki rolünü ayrıntılı bir şekilde ele alacağız.
Kur’an’da İnfak ve Servet Anlayışı
Kur’an, paylaşımı teşvik eden açık mesajlar içerir. Bakara Suresi 2:219’da, “Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: ‘İhtiyaçtan fazlasını,’” buyurulur. “Afv” kelimesi, kişinin temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra geriye kalanını ifade eder; bu, zenginliğin topluma geri dönmesi gerektiğinin bir işaretidir. Âl-i İmrân Suresi 3:92 ise, “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe eremezsiniz,” diyerek paylaşımın fedakârlıkla pekişeceğini vurgular. Öte yandan, servet birikimi ve hırsı kınanır. Tevbe Suresi 9:34-35, “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanlar… Onlara acı bir azabı müjdele,” derken, Hümeze Suresi 104:2-3, malı sayıp duranları eleştirir. Faiz (riba) ise Bakara Suresi 2:275-279 ile kesin bir şekilde yasaklanır; çünkü bu, emeğe dayanmadan servetin çoğalmasını sağlar ve zengin-fakir uçurumunu derinleştirir.
Bu ayetler, ihtiyaç fazlasının birikip kapital haline gelmesinin hem bireysel hem toplumsal zararlara yol açabileceğini ima eder. Kur’an, servetin dolaşımda olmasını, az bir kesimde hapsolmak yerine toplumun geneline yayılmasını ister. Bu, adalet ve merhamet temelli bir ekonomik düzenin temel taşlarından biridir.
Kontrolsüz Birikimin Sistemik Riskleri
İhtiyaç fazlasının mal veya kapital haline dönüşmesi, modern ekonomilerde de ciddi sonuçlar doğurabilir. Eğer servet, üretime değil spekülasyona yönelirse, ekonomik balonlar oluşur ve çökmeler yaşanır; 2008 küresel finans krizi bunun çarpıcı bir örneğidir. Faiz ve borsa gibi mekanizmalar, “paradan para kazanma”nın kapısını aralar; bu da reel ekonomiyi zayıflatıp eşitsizliği artırır. Örneğin, Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre, 2020’lerde küresel servetin %1’lik bir kesimde toplanması, bu sorunun günümüzdeki boyutlarını gözler önüne seriyor.
Toplumsal düzeyde ise, eşitsizlik huzursuzluk ve çatışma yaratır. Tarihte, Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerinde latifundia (büyük toprak sahipleri) sistemi, köylülerin yoksullaşmasına ve iç karışıklıklara yol açtı. Benzer şekilde, 1789 Fransız Devrimi, aristokrasinin servet hırsının halkta biriken öfkeyle patlamasıydı. Eğer devlet bu birikimi düzenlemezse, sistemin çöküşü kaçınılmaz olabilir: Ekonomik verimlilik düşer, toplumsal güven erir ve siyasi meşruiyet kaybolur.
Devletin Düzenleyici Rolü
Peki, devlet bu riskleri nasıl önleyebilir? Kur’an, doğrudan bir yönetim modeli sunmaz, ancak ilkeler koyar. Nisa Suresi 4:58, “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder,” diyerek yönetimin adaletle yükümlü olduğunu belirtir. Şura Suresi 42:38 ise, “Onların işleri aralarında istişare iledir,” diyerek katılımcılığı över. İnfak ilkesi, devlete şu yolları ilham verebilir:
-
Progresif Vergilendirme: Zenginden daha çok vergi alıp yoksullara dağıtmak, zekâtın modern bir yansıması olabilir.
-
Faiz Kontrolü: Faizi yasaklamak veya sınırlamak, servetin emeğe dayanmadan büyümesini frenler.
-
Sosyal Politikalar: Eğitim, sağlık ve barınma gibi alanlarda kaynakların halka ulaşması, ihtiyaç fazlasının topluma dönmesini sağlar.
-
Tekel Karşıtlığı: Büyük sermayenin aşırı güçlenmesini engelleyecek yasalar, dengeli bir ekonomi yaratabilir.
İslam tarihindeki örnekler de bu rolü destekler. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde, devlet gelirleri (ganimet, zekât) eşitlikçi bir şekilde dağıtıldı. Hz. Ömer’in, “Herkese ihtiyacına göre, fazlasını alana engel olacağım,” dediği rivayet edilir. Bu, infakın devlet politikasına dönüşmüş halidir.
Osmanlı’da Ahilik: Tarihsel Bir Uygulama
Osmanlı İmparatorluğu’nda ahilik sistemi, bu ilkelerin pratik bir yansıması olarak öne çıkar. 13. yüzyılda Ahi Evran tarafından Anadolu’da kurulan ahilik, esnaf ve zanaatkârları birleştiren bir teşkilattı. Hem ekonomik düzeni hem de ahlaki bir yaşam tarzını hedeflerdi. Ahiliğin Kur’an’daki infak ve adalet anlayışıyla örtüşen yönleri şunlardır:
-
Paylaşım ve Yardımlaşma: Ahiler, “fütüvvet” (cömertlik ve kardeşlik) anlayışıyla kazançlarının bir kısmını topluma dağıtırdı. Zaviyeler (misafirhaneler) ve aşevleri, yoksullara destek olurdu. Bu, Bakara 2:261’deki “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği…” ayetiyle uyumludur.
-
Servet Birikimini Sınırlama: Ahilik, piyasada fiyat ve kalite kontrolü yaparak haksız kazancı engellerdi. Bir esnafın aşırı kâr hırsıyla hareket etmesi, teşkilat tarafından cezalandırılırdı. Ustalık-çıraklık sistemi ise, mesleki fırsatların yaygınlaşmasını sağlayarak servetin belirli bir zümrede toplanmasını zorlaştırırdı.
-
Toplumsal Denetim: Ahiler, dürüstlük, adalet ve kanaatkârlık gibi değerleri benimser, servet hırsını kınardı. Bu, Hümeze Suresi’nin mal biriktirme eleştirisine paraleldir.
Ahilik, devletin bir parçası olmasa da, Osmanlı’da sosyal dengeyi güçlendirirdi. Devlet, ahilerin yardımlaşma ağını teşvik eder, böylece yoksulluğu azaltıp huzuru korurdu. Örneğin, bir ahi şeyhinin şehirde düzeni sağlaması, devletin yükünü hafifletirdi. Ayrıca, zengin ahilerin kurduğu vakıflar, ihtiyaç fazlasını cami, medrese ve han gibi toplumsal projelere yöneltirdi.
Ahiliğin Sınırlamaları ve Modern Bağlam
Ancak ahilik, “paradan para kazanma” sistemini tamamen engelleyemezdi. Osmanlı’da faiz, İslam’a aykırı görülse de, gayrimüslim tüccarlar ve son dönemlerde bazı finansal uygulamalar (örneğin, “murabaha”) yoluyla dolaylı olarak mevcuttu. Ahilik, bu konuda katı bir denetim getirmedi. Ayrıca, bireysel zenginlik tamamen yasak değildi; bazı ahiler servet sahibiydi, fakat bu servet topluma hizmetle dengelenirdi.
Modern dünyada, ahilikten ilham alınabilir mi? Progresif vergi sistemleri, sosyal yardım programları ve tekel karşıtı yasalar, ahiliğin paylaşım ve denge ruhunu yansıtabilir. Ancak günümüzün küresel ekonomisi, ahiliğin yerel ve esnaf odaklı yapısından çok daha karmaşıktır. Yine de, servetin dolaşımını teşvik eden politikalar, Kur’an’ın adalet anlayışıyla uyumlu bir alternatif sunabilir.
Sonuç
Kur’an’daki “ihtiyaçtan fazlasını dağıtma” ilkesi, bireysel bir erdemin ötesinde, ekonomik ve toplumsal sistemler için bir rehberdir. Kontrolsüz birikim ve “paradan para kazanma” sistemi, eşitsizlik, kriz ve huzursuzluk doğurur; devlet, adalet ve paylaşımı merkeze alarak bunu düzenlemelidir. Osmanlı’daki ahilik, bu ilkeyi paylaşım, denetim ve dayanışmayla hayata geçirmiş bir örnektir. Günümüzde ise, bu ruhu modern politikalarla (vergi, sosyal refah) yeniden yorumlamak mümkündür. Adalet ve dengeyi sağlayan bir sistem, hem Kur’an’ın mesajına sadık kalır hem de çağın ihtiyaçlarına yanıt verir.
X Ümit Sönmez: