Türkiye Cumhuriyeti, dünyanın en önemli ve güçlü devletlerinden biridir. Kim ne derse desin, devletimiz dokuz yıllık AK Parti İktidarı döneminde, dünyadaki önemini ve müessiriyetini arttırmış ve küresel bir güç hâline gelmiştir.
Lâkin, ırkçı- bölücü terör, âdeta bir ‘kükreyen fare’ gibi devletimize ayakbağı yapılmış ve Türkiye‘nin süratle gelişmesine mâni olmak için kullanılmıştır. 12 Haziran Genel Seçimleri’nden sonra, Türkiye‘nin demokratik temsil bakımından en başarılı şekilde teşekkül eden parlamentosunda ‘Yeni Anayasa’ çalışmaları başlatılmış; Türkiye, hedef aldığı 2023 yılına doğru süratle gelişmeye devam etmiştir. Ancak, seçimden sonra eylemlerini arttıran terör örgütü, son Çukurca saldırısında bütün melâneti, alçaklığı ve kalleşliği ile çok sayıda Mehmetçiğin canına kıymış; milletimizi gene şehit cenazeleriyle yaralamıştır. Hiçbir zaman ‘devletçi’ olmadım. Devletçiliğin ekonomik ve sosyal bakımdan mahzurlarını biliyorum. ‘Zorba Devlet’ (Prof. Sami Selçuk) anlayışının milletimize ve halkımıza ne kadar zarar verdiğini görenlerdenim. Lâkin insan hak ve hürriyetlerinin korunabilmesi ve demokratik hukuk nizamının uygulanabilmesi için, milletin egemenliği esasına dayanan bir ‘devlet gücü’nün mevcudiyeti şarttır.
Türkiye‘yi bölmek isteyen hainlerin şehit ettiği Mehmetçikler ve vatandaşlarımız kadar, bu hâdiseler karşısında devletimizin âciz duruma düşürülmesi de bizi yaralıyor.
***
Otuz yıla yaklaşan bir zaman diliminde terörle mücadelede yer yer başarılı olunmuşsa da terörün sona erdirilemeyişi ve istisnasız bütün hükûmetlerin bu konuda acze düşmesi neticesinde ‘bıçak kemiğe dayanmış’ ve artık kemiği kesmeye başlamıştır.
Türkiye‘de terörle mücadelenin bu derece uzun sürmesinin yüzlerce iç ve dış sebebi arasında iki tanesi ön plâna çıkmaktadır:
* Siyasî iktidarların, terörle mücadele konusunda olumsuz psikolojik yönlendirmelere ve saptırmalara mâruz kalmaları; bunun sonucunda da terörle mücadeleyi gevşetmeleri.
* Güvenlik güçlerinin ve özellikle TSK‘nın yaptıkları hatâlar ve başarısızlıklar. TSK‘nın yavaş işleyen bürokratik yapısı ve askerin siyasete müdahale etmesi (Bu arada TSK‘daki darbeci ve Ergenekoncu yapının da terörle mücadelede olumsuz ve engelleyici tesirleri olmuştur).
Sınır ötesi kara harekâtının başladığı bu kritik günlerde, bütün hatâlarına ve ihmalkârlıklarına rağmen, daha sonra hesap sorma hakkımız mahfuz kalmak şartıyla TSK‘nın ve bütün güvenlik güçlerimizin milletçe arkasındayız.
Sınır ötesi operasyonun başlatılması fevkalâde isabetli olmuştur. Bazı medya organlarının ve artık PKK‘cı kimlikleri ortaya çıkan köşe yazarlarının aleyhteki neşriyatına bakmayınız. Bu harekât, sadece kamuoyunu tatmin için yapılan neticesizliğe mahkûm bir operasyon değildir. Sonuna kadar kararlı olunmaya devam edilirse, bu defa terör örgütünün temizlenmesinde etkili olacaktır.
***
PKK terörünün yatağı, Türkiye sınırının birkaç kilometre yakınındadır. Türkiye içindeki terör eylemleri, sınır ötesinde konuşlanmış bu kaynaklardan beslenmektedir. Terörle mücadelede bu kaynakların kurutulması şarttır.
Ancak, Türkiye içinde de hâlen mevcut olduğunu bildiğimiz terör yuvalarının da çökertilmesi lâzımdır. Düşünebiliyor musunuz? Hakkâri vilâyetimize sadece 30 km. mesafedeki PKK‘nın Kavaklı Kampı, yıllardır bütün istihbarat ve güvenlik güçleri tarafından bilinmesine rağmen hainane terör eylemlerine yataklık etmiş ve daha birkaç gün önce temizlenebilmiştir. Sevgili Emre Aköz‘ün yazdığı gibi, bunun hesabını birilerinin vermesi gerekmez mi?…
Son dönemde defaatle yazdık: Bu defa terör örgütlerini etkisiz hâle getirmek mümkündür. Yeter ki hiç değilse bu yıl sonuna kadar dışarıda ve içerideki operasyonlarımıza kararlı bir şekilde devam edebilelim.
Prof. Dr. Ümit Özdağ‘ın söylediği gibi, terörle mücadelede ‘alan hâkimiyeti’ şarttır. Düzenli TSK birlikleri sayesinde hiçbir boşluk bırakmadan alana hâkim olmak lâzımdır. Fakat terörle mücadelede bu da kâfi değildir; tek elden koordine edilen ve süratli hareket edebilen ‘özel harekât timleri’ de mutlaka kullanılmalıdır.
‘Apo-PKK-KCK-BDP Çetesi’nin bu defa sonu gelmiştir.