Sınıfa iki ay geç katılmış ve bugün de derse geç kalmıştı. Meslek lisesi mezunu olarak, teknik yüksek okula hazırlık yapacaktı. Şehir dışından gelmişti. Zavallı, garip ve derbeder bir hâli vardı. Boyu uzun, zayıf, sararmış bir yüz ve yarı baygın gözleri sanki hissiz bakıyordu. Kolları Pinokyo’ya benzer, takma gibiydi.
Sıra arkadaşlarıyla kısa sürede kaynaşmıştı. Sıra arkadaşı, “Hareketlerine, davranışına ve konuşmasına gülersin. Mimikleriyle derdini anlatır.” Dedi.
Kapı çalındı, içeri girdi ve özür dileyip yerine oturdu. Yerine otururken de arkadaşlarına bir de nanik yaptı. Meslek liseleri program gereği, birinci basamaktan yüksek okula girebiliyorlardı. Dershanenin de programı ona göreydi. Konuları birinci basamağa göre anlatıyorduk. Pinokyo, biraz sonra öksürdü ve dışarı çıkmak için izin istedi. Doğal olarak normal öksürmeye izin vermem mümkün değil fakat bu derbeder Pinokyo öksürükten boğuluyordu.
Meğer derbeder, ilk öğretimden beri tiyatro çalışıyormuş. Arkadaşlarına demiş ki, öksürürüm ve kahvaltı için kantine çıkarım.
Baktım ki, boğuluyor, “Hemen çık, ne içersen iç” dedim. O gidince arkadaşları, “Aramıza yeni katıldı, o kadar komik ki, gülmekten ders dinleyemiyoruz. Sınıfa geldiğinde öyle bir rol yapınız ki, sınıftan en ağır lafları söyleyerek dışarı atın.” Dediler. Kabul ettim, ben de rol icabı onu kovacaktım.
Kapı çalındı ve içeri girdi. Sırasına oturdu. Arkadaşı arkadan ona dokundu. “Ah” dedi. Rolüm gereği devreye girdim. Yavaş ve kararlı adımlarla yanına vardım. Ne bağırıyorsun, burada yabaniler hayat bulmaz. Yabani sesi dışarıda çıkart. Böyle duygu yoksunluğu, keyfi davranış, senin gibi aptallarda görülür. Bu sesi, ancak su samuru gibi suya batıp çıkanlar çıkarır. Yazın bile faul. Dedikten sonra çık sınıftan, çabuk terk et dedim.
Kapıyı kapattı ve sınıfta beraberce güldük. Zil çaldı, iyi günler deyip ayrıldım.
Haftaya derse girdim. İyi günlerde başarılı çalışmalar dedim. Yoklamada vardı. Yeni konuya girdim. Yeni konunun, geçmiş konularla olan bağıntısını vurguladım ve örnek sorular çözdüm. Bizim Pinokyo’yu göz ucuyla takip ettim. Yorgun hâli vardı. Sanki sahnede dram oynuyor durumdaydı.
Öğrencilerden birinin sorusuna tam cevap verecekken, kontrolden çıkmış kamyon gibi, bir homurdanma duydum. Homurtunun geldiği tarafa döndüm ki, derbeder, sararmış ve titriyor. Arada sesler de çıkarıyor ve ağzından köpükler çıkmaya başlamaz mı?
Şafağım attı. Arkadaşlarına bağırdım. Çabuk olun tutun. Hemen doktor, öğretmen odasından kolan yağı alın, Dedim.
Heyecanlandım, elim ayağım titredi. İlk defa, sınıf içinde böyle bir olay başıma geliyordu. Korktum, çocuk sarardı, soldu. Ağzından çıkan sesler anlaşılmıyordu. Çenesi düşmüş, bağırmaya çalışıyordu. Ellerimi açtım ve ne yedide zehirlendi dedim. Arkadaşları kucaklayıp sınıftan çıkartılar. Arkadaşlarının hepsi çıktı. Doğru kantine çay içmeye.
Sınıfta gezindim. Pinokyo’nun peşine çıkmayan öğrencilere, dışarıda bir şey yemeyin, dikkat edin. Mikroplu veya bayat olur, diye öneride bulundum. Onlarda can kulağı ile dinledi göründüler. Hiç gülmediler. Sanki onlarda rol yaptılar.
Zil çaldı ve kendimi öğretmen odasına attım.
Bir gün sonra unuttuk gitti. Öğrenciyi görmedim, nasıl oldun diye de sormadım.
Haftaya sınavları vardı. Dersim sınav için kaynadı. Ondan sonraki hafta derse gittim. Öğrenciler önce güldüler. Sonra oynadıkları komediyi anlattılar. Sınıfın çoğu tiyatro bölümündeymiş, öyle inandım ki, şaka deseler de inanmazdım.
Niçin kızmadınız diye sordular.
İki olay için kızmadım: Birincisi, çocuğun ağzından köpük çıkartmasını, başarması. İkincisi ise, sınıfta kalanların rollerini çok iyi yapması ve hiç açık vermemesi. İnsan biraz olsun tebessüm eder. O da yok. Üzgün ve de süzgün oturdular.
Böylece tiyatrocuların oyununa geldim. Fakat öğrenciler bu kadar mı samimi olur diye düşünmeden edemedim.