Hala dürüst ve güzel insanlar var şu koca topun üstünde korkmayın. Dün, apartmanımızın bahçesine indim oturdum bahçedeki kameriyemize. Telefonum çaldı o ara konuşurken bir simitçi geçip gitmesin mi önümden. Görüşmem önemli olduğundan kesmedim ve seslenemedim:
– Simitçiiiiii, diye.
E ne olmuş demeyin. Adım başı açılan simit kafelerden ötürü sanıyorum eskisi kadar simitçi de geçmiyor sokaklardan diye düşünmüştüm geçen gün camdan bakarken. İşte simitçi geçiyordu ama şimdi de ben seslenemedim, simit alamadım o zıkkım telefon konuşması yüzünden. Konuşmam bitti okulun köşesine baktım ki simitçi duruyor, okulun duvarında oturan çocuklara simit satıyor. İşi bitince seslendim:
-Simitçiiiiii. Özlemişim böyle seslenmeyi.
Oh duydu işte geliyor, aman bende bir sevinç bir sevinç. Neyse geldi simitçi. Adam yaklaştı, yaklaşınca dikkat ettim, a bir de ne göreyim bizim simitçi oldukça yaşlı, uzun boylu, esmer, kırsaçlı çok zayıf birisi çok da temiz ve düzgün giyinmiş. Çok yavaş yürümesine bakıp içimden hasta mı ki derken adam geldi kameriyenin önüne özenle simit tablasını indirdi tepesinden, nasıl yürür ki böyle başta simit tablasının üstüne özenle dizilmiş simitleri düşürmeden, dedim içimden, derken adam, katlanır tahta ayakları açtı, simit tablasını üzerine dikkatlice ve yavaşca yerleştirdi.
– Üç simit, dedim.
– Tamam, dedi.
Gazete kağıdını dörde bölmüş, simitleri bunlara tek tek sarmak istedi.
– Bende poşet var, dedim.
Poşetli geziyoruz gari, gerçi ben önceden de hep taşırdım ya yanımda, simitleri naylon poşete koydu.
– Simit kaç lira? Dedim.
– Tanesi bir buçuk lira, dedi.
Ya Rabbi şükür bin beş yüz lira demedi. Sinir oluyorum böyle söyleyenlere hala belliyemediler yeni Türk lirasını söylemeyi.
Devam edecek (Minnoş geldi mama istiyor onunla ilgileneceğim…çünkü artık beklemek istemediğini belli ediyor, öykü kaçmadı ya)
Geldim geldim, verdim mamasını da Minno’şun.
O an için yanımda olan tek parayı elli lirayı uzattım utana sıkıla bozuk param yoktu çünkü.Simitçi özenle belçantasının fermuarını açtı, bir onluk, bir yirmilikten oluşan sermayesi yetmedi paraüstüne. İçim yandı. Daha yeni başlamış herhalde, pek satamamış, belki daha siftah bile etmemiş dedim içimden. Zaten poşete koyarken de sıcağı elimi ve yüreğimi ısıtmıştı simitlerin. Simitleri üç sokak ötedeki fırından alınmıştır zahir ondan sıcak, dedim. Adam yaşlı ve üstelik de hasta, yine de çıkmış simit satıyor, konuşması da oldukça düzgün ve saygılı, ya emekli ya gün görmüş umur görmüş iyi bir işi olan birisiydi galiba dedim içimden, çekinik davranması da bu işi yeni yapmaya başladığının ipucu sanki… Neyse yaşlı simitçi uzattığım elli lirayı aldı, oldukça çekingen ve tertipli terbiyeli bir sesle:
– Parayı bozduruyum, para üstü çıkışmadı, dedi.
– Tamam, dedim.
Merak ettim simit tablasını da alacak mı? Hayır almadı.
Bütün sermayesi olan simit tablasını öylece kameriyenin önünde bıraktı, epey uzaktaki pastahaneye gitti. Benim de içimdeki simit yeme hevesi bitti. Dedim ki:
– Ya Allahım, çok şükür iyi kulların var daha adamın cüjdanındaki bütün para otuz lira, tabladaki bütün simitleri satıp fırıncıya parasını götürse alacağı da olsa olsa yirmi bilemedin yirmibeş lira. Ama adam güvenip tüm simitleri bırakıp gitti.
Gözlerim yaşardı, gönlüm titredi, hüzünlendim, tarifsiz kederler duygular içindeyim yürek selanik işte bildiğin. Gök yüzüne baktım o ara, masmavi sonsuzlukta salınan ak bulutlara baktım yüreğim gökyüzü denli genişledi.
– Allahım, dedim çok şükür iyi kulların daha bitmemiş. Simitçi geldi, nezaketle iki yirmilik kağıt, beş buçuk da bozukluk para üstünü verdi.
– Üç simit daha verin, dedim. Yüzünden ufacık bir sevinç dalgası kırıntısı belli belirsiz geçti.
– Tamam, dedi.
– Kusura bakmayın benim gitmem gerekirdi parayı bozdurmaya sizi yordum helaledin hakkınızı, dedim.
Kalan beş buçuk lira bozuklukları verdim. Paralara baktı:
– Üç simit daha aldınız dört buçuk lira eder, bir lira fazla, dedi bir lirayı uzattı.
Almadım:
-Onunla da bir çay için sizi yordum pastaneye kadar, dedim. Utanıp çekinerek:
– Tamam, dedi. Bu da benim daha fazla yardım edebilme isteğimi yok etti. Onuru kırılsın istemedim. Sonra da kızdım kendime:
– Budala, memlekette bir liraya çay mı var? Su iç, deseydin bari diye paylaşım kendimi. Ne biliyim bu kadar kısa sürede bu kadar duygu sarmalı akıl mı koydu ki insanda…Zaten telefon görüşmesindeydi aklım fikrim simitçi de pattadanak girince işin içine devreler karıştı. Yok, dedim yok sen az çık sokağa.
Önce başını acıtmasın diye dörde katlandığı goblen bez parçasını başına koydu simitçi. Temizliğe de dikkat ediyor simitçi çünkü bu bez parçasını para bozdurmaya giderken simitlerin üstüne koymamış, simit tablasının katlanır ayağının çapraz çıtalarına koymuş bezi çok beğendim. Gıda satan kişi temiz olmalı. Sonra simit tablasını başının üstündeki bezin üstüne yerleştirdi, katlanır ayağı da katladı. Yavaş yavaş geldiği gibi gitti. Belli belirsiz, çekingen, kırgın, titrek Simitçiiiiii sesini asarak zamana. Ha o arada adını da sordum nedendir bilmem karmakarışık duygular içinde. Orhan, dedi galiba. İşte sokak böyledir hayat da. Bir ses, bir renk, bir koku, bir söz, bir insan, bir kedi, sekerek giden bir çocuk size neler neler, ne hikayeler anlatır. Ben o tarlaların içine, dağların başına yapılan o Ultra lüks, akıllı evlerde sitelerde yaşayamam yaşamam, adı Yaşamkent, Bağlıca, Yağlıca olsa da, vermezler ya bedava verseler de gitmem. Hem o evlerin aylık aidatları da bir kira kadar. Ben şehrin içinde olmalıyım,insanla içiçe
çünkü şehir benim içimde.
Karma karışık duygular içindeyken uzaktan uzağa temiz, duru, saf bir çocuk sesi gelmesin mi kulağıma:
– Sebzeci geldiiii sebzeciiii…
Çocuk sebzeci Allah Allah dedim.
Sebze de aldım tabi çocuktan, biber, fasulye, salatalık hem de. Bitecek o elli lira bitecek bu gün başka yolu yok. Sebzeci çocuğu da ölmezsek yarın anlatırım. Şimdi dün aldığım, gelene geçene birer ikişer domates ve salatalıkla dağıttığım simitlerden daha üç tane var onları ızgarada ısıtıp tereyağlıca yiyeceğiz bitanecik Kızkardeşimle inşallah. Geldi mi kokusu burnunuza? Bakın camdan, belki geçer simitçi dürüst Orhan.
Şükran Uçkaç Yargı
Sazsızozan
6 Ağustos 2019 ANKARA