Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; “Terörle, silahla bir şey olmayacağını artık herkes gördü” dedi ve ekledi; “Türkiye, terörden de Kürt meselesinden de kurtulacak”.
BDP’li Belediye Başkanı Osman Baydemir de hemen hemen aynı anlama gelen; “Silahlı mücadele artık miadını doldurdu” demiş, bu açıklamasına karşılık Apo’dan “Sen de kim oluyorsun? Her şeyin kararını bir tek ben veririm. Tek yetkili benim. Haddini bil” mealinden fırça yemişti.
Toplam üç ayrı kişi tarafından sarf edilen şu birkaç cümle için onlarca sayfa yazı yazılabilir, birçok fikir üretilebilir, enine boyuna tartışılıp geniş bir analiz ortaya konulabilir. Kısaca değinip, biraz açmaya çalışalım şu birkaç cümleyi…
“Terörle, silahla bir şey olmayacağını artık herkes gördü”.
Kim gördü mesela? Devlet mi, örgüt mü, Öcalan mı, halk mı? Gördüyse ne oldu, vaz mı geçildi? Örgüt silah mı bıraktı? Devletin başka bir çözümü mü var? Silahla, terörle olmayacaksa, çözüm ne ile ve nasıl olacak?
“Türkiye, terörden de Kürt meselesinden de kurtulacak”.
Demek ki, Türkiye’nin bir “Terör” sorunu, bir de “Kürt” sorunu var, ya birbiriyle aynı, ya da birbirinden farklı.
Sorun, terör sorunu mu, Kürt sorunu mu, önce bunu belirlemek gerekiyor, 30 yıldır taa iliklerde yaşanıyor olmasına rağmen. 30 yıllık terör sorunu, özellikle şu son 6-7 yıl içerisinde, bilerek ve istenerek, planlı bir biçimde “Kürt sorunu”na dönüştürüldü, kanıksandırıldı, meşrulaştırıldı. Şimdi Türkiye, bundan kurtulacakmış. Bunu, Devlet’in en tepesindeki isim söylüyor. O zaman buna hepimizin inanması gerekiyor.
Evet, tamam inandık, ama yine de bazı sorular akla gelmiyor değil.
Mesela, en başından, Türkiye bundan nasıl kurtulacak, ne şekilde kurtulacak ve ne zaman kurtulacak? Belli bir proje mi var? Varsa, ne derece kabul görebilecek, uygulanabilecek?
Müzakereden bahsediliyor şu günlerde. Apo da dile getirdi bu müzakere konusunu. Ne müzakeresi? Müzakerede ne var, içeriği ne? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Ama, kesinlikle bilmek istiyoruz, çünkü en doğal hakkımız, çünkü biz halkız.
Evet, bir müzakereden bahsediliyor. Apo da bahsediyor ve hemen peşinden, kendisinden son derece emin olarak koşullarını öne sürüyor; “Demokratik özerklik, tutsaklara serbestlik, Kürt kimliğinin Anayasa ile tanınması, hakikatler komisyonu, Kürtçe eğitim” ve nihayet daha önce de üstüne basarak, altını çizerek, sık sık çıkarttığı o baklayı ağzından bir kez daha çıkarıyor; “Ev hapsi konusunun dillendirilmesi”.
Bir müzakere olduğu konusu artık kesinlik kazanmış durumda.
Apo tarafından öne sürülen olmazsa olmaz şartlar da var ortada, bu da kesin.
Cumhurbaşkanı “çözülecek” diyor.
Peki tamam, anladık ve inandık. Ama yine de bir soralım; “Nasıl ve ne şekilde?”.
“Sen de kim oluyorsun? Her şeyin kararını bir tek ben veririm. Tek yetkili benim”.
Megolaman bir Apolaman kişilik var karşımızda. Aslında, şu kısacık hasta cümleden alınması gereken çok önemli dersler var. Bu ders, başta Osman Baydemir olmak üzere tüm BDP’lilere, taraftarlarına, PKK’lılara ve sempatizanlarına.
Adam “Sadece ben varım” diyor, “Siz kimsiniz ki!” diyor, “Haddinizi bilin!” diyor, onlar da bu aşağılamayı, çıtları çıkmaksızın, rahatlıkla ve gönül rızasıyla sindirebiliyor.
Apo’nun devam eden şu cümlesi, çok ama çok önemli; “Silah olmasa sen orada oturamazsın”.
Bu cümlenin Türkçesi şu; “Bugün ne kazanım elde edildiyse/edilecekse, Kürt sorunu bu seviyelere getirildiyse/daha da ileri götürülecekse, silah sayesindedir”.
Demek ki Apo ve onun gibi düşünenler; “Terörle, silahla artık bir şey olmayacağını görenlerden” olmayıp, tam aksine “Çok şeyin olduğuna/olabileceğine, kazanıldığına/kazanılacağına” inanıyorlar, görünen köy misali…