Ahmet Altan'ın Taraf Gazetesi'ndeki köşesinde (14 Ağustos) Gürcistan, Osetya, Rusya üçgeninde hatta Amerika’yı da sayarsak dörtgen oluyor (Ay bir de Abhazya vardı di mi?) yaşanan insanlık ayıbı üzerine kaleme aldığı ve her zaman ki gibi farklı bakış açısını yansıttığı yazısından çok etkilendim. Gerçi Sayın Altan piyano üzerine yazsa bile etkileyici olur. Aslında üslup olarak bana oldukça uzak. Ama bir yanım hüznü seviyor demek ki! Yine de fazla okumamam lazım, yoksa yakında melankolik olacağım.
Yazılarını ilgiyle takip ettiğim Altan'ın: hümanist, liberal, Kürt sorununa karşı oldukça duyarlı, sol fetişizmine karşı, mazlumun, ezilenin yanında, zalimin karşısında olan duruşu herkesçe malum. Allah kendisini “yaptıkları işler boşa gidenlerden” eylemesin, hidayetini nasip etsin inşallah.
Gelelim yazısına; Altan, Osetler özerk olsa ne kazanacak ya da bağımsızlık kazanmaları Gürcistan'a ne kaybettirecektir diye bir muhasebede bulunuyor ki, hemen bir parantez açalım: (Güney Osetya ve Abhazya, asıl olarak Gürcistan’dan ayrılmak istiyor. Güney Osetyalı ayrılıkçıların, Kuzey Osetyalı soydaşlarının da egemenliği altında olduğu Rusya ile birleşmekten yana olduğu görülüyor. Abhazlar ise daha çok bağımsızlıktan yana.)
Genel olarak savaşların anlamsızlığına vurgu yapıyor ve soruyor: “Sonuçta bu kadar insanın ölmesine değecek ne var ortada?” (Amerikan egosu bile tatmin olamadı üstelik)
“Bu kanlı saçmalığı mantıklı gösterebilmek için "kutsal" bir kelimeye ihtiyaç var, o da "bağımsızlık" diyor. İnsanlık tarihinin en tehlikeli, en öldürücü kelimelerinden biri, o telaffuz edildiğinde mutlaka birileri ölmeye başlıyor.” Çok çarpıcı saptamalar.
Altan, şöyle sürdürüyor yazısını; “Önemli olan insanların kim tarafından değil, nasıl yönetildiği, en iyi yöneticilerin benim ırkımdan çıktığının kanıtı ne? Kenan Evren Türk’tü, onun zamanında çekilen acıların hesabı var mı? (Yürü be Ahmet Ağabey kim tutar seni, pardon ben tutamadım kendimi.) Bush da Amerikalı, bence Amerika'yı Gorbaçov yönetse daha iyi olur.” diyor ki "I Agree" diyorum, başka da bir şey demiyorum. Bu tespiti aklıma:"Atatürk sevmek zorundayız, o olmasaydı düşmanlar yönetecekti bizi." safsatasını getirdi.
Kenan Evren'in, Demirel'in, Mesut Yılmaz'ın, Ecevit'in Yunan'dan farkı ne? Onlar ülkeyi ele geçirseydi özgür olamaz, inancımızla, örtülerimizle okuyamaz, işe giremez miydik? Namaz kılıyor ya da sırf anneleri kapalı diye ülkenin askerleri görevlerinden ihraç mı edilirlerdi mesela? Orada bu tür yasaklamaların olduğunu hiç sanmıyorum. Doğduğun yer mi doyduğun yer mi? Değil mi ama! Kendi ülkemizde parya olmak istemediğimizden değil mi bu kadar beyin göçü? Bir türlü ilerleyemiyor, fazla üretemiyor, muasır medeniyetler seviyesini aşamıyoruz. Hür değiliz ondan olmasın sakın?
Ahmedinejat’ın; “Amerika’ya teşekkür ediyorum, bize ambargo uyguladığı için. Eğer ambargo olmasaydı, her şeyi dışarıdan alıyor olacaktık. Şu an kendi arabamızı yapıyor, nano teknoloji bile üretebiliyoruz.” sözleri çak manidar. (Tüylerimden diken, diken mi oldum ne!) Sırtını başkalarına dayamadan ayakta durabilmek, kurtuluş bu… Altan çözümü Avrupa birliğinde buluyor, İran’sa dışa kapalı bir politika izliyor olsa da başarı, başarıdır. Herkesin takip ettiği yol, inancı doğrultusunda oluyor haliyle. Zaten inancıyla ters düşen, başarıyı tahayyül bile edemiyor. Bu ara Gürcüler de, sık sık şarabı kendilerinin icat ettiğini ileri sürüyormuş. Gürcü kültürünün merkezi figürlerinden biri olan şarap, tercihen ayrıntılı bir “şerefe” konuşması yapılmadan içilmemesi gereken kutsal bir içkiymiş. Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili nasıl bir şerefe konuşması yapmıştı savaş kararını açıklarken, yanında kimler vardı, ayrıca ayık mıydı? Bunların üçünü istiyorum.
Evet, Altan'ın (hele hele o şiirsel üslubuyla da harmanlayınca, muhatabını dünyanın düz olduğuna bile ikna edebilir diyesi geliyor insanın) marjinal ama tutarlı yorumları var. Yalnız liderlerin bağımsızlığı üzerine saptamalarına katılamayacağım. Bağımsız lider kulağa ütopik geliyor. Altan:"Özellikle geri kalmış ülkelerde sadece "liderler" bağımsız oluyor, halk ise bağımlı. Küba'da sadece Castro bağımsızdı mesela. Ondan başka bağımsız biri yoktu. Bence liderler ve yönetimler bağımlı olmalı, halk ancak o zaman bağımsız olabilir ve o zaman ölmez insanlar.
" Bağımsız" liderler savaşta hiç ölmez zaten. Onların bağımsızlığı için zavallı "bağımlı" halk ölür sadece."diyor. (Koyacaksın lider tayfasını sınırlara, bakalım o zaman kolay, kolay “saldırın” diyebiliyorlar mı?)
Bu yorum bir takım handikapları da içinde barındırıyor. Bence her lider şu veya bu şekilde bağımlı… Erdoğan'ı ele alalım mesela; Bağımsız olduğunu kim iddia edebilir? İç-dış, köşe-bucak dört bir yandan baskı altında. Kendisini kuşatan duvarlara çarpmadan, içinde bulunduğu labirenti tamamlaması neredeyse imkânsız. ( Kendisi de; "biz imkânsıza talibiz" demiyor mu zaten? İstediğin buysa sorun yok, ne diyelim!) Sadece diktatör liderler bu tespite uyuyor gibi gözükse de, onların da "azgın" güçlerin maşası olduğu bilinen bir gerçek. Saddam halkıyla bir piyon gibi oynuyor gibi gözükse de, asıl piyonun kendisi olduğu er-geç ortaya çıkmadı mı?
Altan’ın yazısını okuduğumda aklıma, her gün eylemlerde olduğumuz o yıllarda, sinemada seyrettiğimiz “Brave Heart” filmi geldi. Esaret altında yaşamaktansa, özgür olarak ölmeyi tercih eden cesur insanlar… Ne kadar da etkilenmiş, Allah, Allah nidalarıyla ayrılmıştık salondan. Orda bir özgürlük mücadelesi vardı gerçekten, istilaya uğrayan bir milletin şahlanışı… Ama ben Kafkasya da böyle bir mücadele göremiyorum. Kirli oyunların, kişisel hesaplaşmaların gölgesinde telef olan masumlar, hepsi bu. Mamafih her savaşın bir yönü direniş olduğu kadar, diğer yönü de gasp, saldırı, aç gözlülük, zorla ele geçirme değil mi?
İki taraf da insan, ikisinin çıkış noktası da insani vasıflar değil mi? İşte ben tam da bu nokta da Kafkasya da tüm bu özelliklerin çok girift olduğunu düşünüyorum. Şimdi gelelim çözüm göstermeye. Bakınız dikkatinizi çekerim, yazılarımızı öyle; “Amannn, her şey kötü işte anlayacağınız” diye bırakmıyoruz. Çözüm bana göre, elbette ki mukaddes kitabımız Kur’an dadır.
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır! (Bakara 177)
Çözüm Allah korkusu, adalet… Yoksa işte böyle “kardeş, kardeş” yaşayanlar bile, bir fırsatını buldu mu, boğazlar birbirlerini. Savaşırken de hak ihlalleri diz boyu olur. Küçücük toprak parçaları için oluk, oluk kan akıtılır, yüzlerce, binlerce insan katledilir. Yağma, tecavüz, her türlü esfele safiliyn insan özellikleri çıkar su yüzüne. İnsanoğlu bir fırsatını bulmaya görsün hemencecik azar, tozu dumana katar. Şeytana, şeytanlığı bile öğretebilir, ruhunu çeker çıkarır bedeninden de bir şeycik anlamazsın.
Ama Sayın Altan’a, Saakaşvili’ye (kravatını yiyen), Bush’a, Putin’e dinimizi dayatamayız elbette. Bizde zorlama yoktur. Onlara da şöyle bir önerim olacak; bütün arabulucular hikâye. İnandırıcılıkları yok bir kere. Tam da bu nokta da arabulucu favorim olarak Ahmet Altan’ın liderlerle görüşmesini öneriyorum. Çok değil beş dakika yeter, o duygusal konuşmalarından birini yaptı mı; gözyaşları içinde istifa mektuplarını vereceklerine kalıbımı basarım. Üç liderde sıkı dost olup birbirleriyle Maldivler de mango yetiştirirse hiç şaşmam.
Gerçekten de bağımsızlık, çoğu insanın ağzına doladığı bir kendini kandırış sadece. Asıl istenen ne sorgulanmalı. Kuruluşundan bu güne Amerika dünyada tek süper güç olma çabasında. Rusya-Gürcistan savaşında ki rolü de, göle maya çalma çabasından başka bir şey değil. Ya tutarsa-cı mantığı gütmüş, Allah vere ki yine tutturamamıştır. Amerikan’ın en büyük kozu; tarihin tekerrür etmesi… İnsanlığın unutkanlığıyla, aynı senaryoyu her yerde uygulayarak kalmıyor mu ayakta? Böl, parçala, yönet… Hep aynı terane… (Papaz pilavı bir kere yesin artık. Pışşııkkk diyecek, nanik yapacak uyanık bir ülke çıkmayacak mı şuna!)
Birileri tarihin tekerine çomak soksun artık. Hep aynı filmi izlemeyelim sıkıldık gayri…