Her şairin kendine göre bir şiir tanımının olduğu ama üzerinde anlaşılan ortak bir tarife ulaşamamamız, şiiri diğer sanatlardan ayıran bir yöndür. Kanımca bu şiirin harcıyla alakalı yani şiirin duygu (his), fikir ve gönül zaviyesinden gelen ürpermelerle oluşmasıyla ilgilidir. Mallerme, “şiir, tesadüfün kelimelere yenilmesidir.”der. Başkaları tarafından yapılan ve benim şiir düşüncemi en iyi anlatan tanım bu diyebilirim. Neden mi? Çünkü şiir her ne kadar duygularla gelen ve hislerimizin harekete geçen bir sanat olsa da, ilham dediğimiz şeyle gelen mısralar sonradan şair dediğimiz kişi tarafından tezgâha konulup, ses, ahenk ve mana derinliği noktasında en güzel şekle sokulmazsa, şiir bir yönüyle eksik kalmış olur.
Şiir konusunda farklı tanımların yapılmasına, Alain’in bir sözü açıklayıcı olabilir: “İnsanlar, tek kalplidir.” İnsanların, kendileri etkileyen olaylar, durumlar ve konular karşısında takındıkları tavır, normal olarak, birbirinden farklıdır. İşte, şairin hissettiği ile anlattığı da, başka kalpler ve dimağlar tarafından farklı algılanır. Gerçek şiir, bir anlamda zaten bu farklı anlayışla ortaya çıkan manadadır. Şairin anlattığı ile onu okuyan başka başka kalplerin anladığı farklı oldukça, “bu şiirde başka bir yön ve derinlik var” denir. Bu şekilde beğenilen şiirlerin çoğu sonraki zaman içersinde de okunan, üzerinde çokça tartışılan şiirlerdir ki, bunlar ölümsüz olma yolunda ilerlerler.
Şiirin kelimelerle yazıldığı gerçeğini anlayamamış şairlerin söyledikleri şekil itibariyle şiire benzese de, kelimeleri dolayısıyla mısraları tesadüfün kollarına bırakmış nice şair, şiirin bir söyleyiş ve nağme olduğu gerçeğini kavrayamamıştır. Şiir, her şeyden önce bir ses ve ahenktir. Şiir, konuya, temaya ve mesaja uygun kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşan bir nağmedir. Bu nağmede, mananın olmasını söylemek gereksizdir; çünkü mana şiirde tabi ki, olması gerekendir. Şiiri sadece manadan ibaret görmek, onu fikirlere teslim etmek demektir ki, bu da şiirin tam olarak ne olduğunu anlayamamış, şiirin doğasını sezememiş şairlerin görüşüdür. Bu açıklamalardan sonra şiiri, ‘manayı, söyleyişi ve duyguyu bir ses ve nağme halinde duymamızı sağlayan kelimelerin yekunu’ olarak tanımlayabiliriz.
Bu ses ve mana, dilin imkânları içinde gelişeceğine göre, dili ve geleneği tanımayan, onu özümsemeyen ve sevmeyenin, çağa göre geleneği yorumlayamayanın, şiiri sadece mana veya biçim gibi tek bir zaviyeden görenin, şiirde muvaffak olması tesadüflere kalmıştır.
Fuzuli’nin “ilim bir kıyl ü kal imiş ancak” söyleminin de iyi anlaşılması gerektir. Şiir hakkındaki tartışmaların bugün ve gelecekte de geçerliliğini koruyacağı bir muhakkak. Dilin imkânlarından yararlanmayı bilen, biçimi ve ses birlikteliğini sağlayan, söyleyişte orijinalliği ve estetiği yakalayabilen şairlerin geleceğe isim bırakacağı düşüncesindeyim.
Aslında, “kalıcı şiir” kavramı yoktur. Neden mi? Şiir gerçekte şiirse zaten kalıcı olacaktır. Yalnız bu noktada devirlere göre estetik biçim anlayışını da göz ardı etmemek lazım. Vezin konusunda geçmişte bir dönem hece ve aruz önemliyken; bugün bu iki tarzda kullanılırken daha çok serbest veznin tercih edilişinin hem estetik hem de başka sebepleri vardır. Şiirde vezin önemli araçlardan biri olsa da, şiiri şiir yapan biçim ile mana arasında oluşan bütünlüğe dayalı esrarlı bir yapıdır. Yazdığımız şiirler geleneği tekrardan uzak olduğu, kendi bünyelerinde ve söylemde orijinalliği yakaladığı ölçüde zaman karşısında dayanma gücüne sahiptirler.
Hülasa, şiir konusunda aklımızdan çıkarmamamız gereken şey şu: Söylenenlerin hepsi aslında bir yere kadar doğrudur; biz şiiri aradığımız, bu uğurda çalıştığımız ve onu arzuladığımız derecede şiire yaklaşırız.