Diyaloglar şuna benzer gelişirdi genelde:
— Ümit!..
— Efendim canım!
(Yani bazı kelimeler fazlalık;örneğin, Canım kelimesi fazlalık)
— Bana aşk şiiri yazar mısın?
— Aşk şiiri mi?!. Bana halleniyor gibisin…
— Yok be ya! Kız arkadaşım için yani…
— Oğlum, öyle desene! Dikenlerimi tüy tüy ediyorsun!..
— Yazıcan mı?
— Tamam..da kimdi seninki?
— ..falan falan..
— Gözleri ne renkti?.. Şiire katacağım da, onun için soruyorum..
— ..filan falan..
— Tamam, sabaha hazır olur.
— Aslanım Ümit.
— Gruauur.. Öyle geçiştiremezsin; bir köfte, bir kola.
— İtin olsun.
— Tamam.
Edebiyatı bir köfte bir ekmeğe veya bir çaya satmışlığım çoktur. İşin esası gerçekten böyle. Diyaloglarda önemli bir şeyler var; bunu şimdi anlıyorum anca. Yani yıllar öncesinden bu güne kadar sevimli anılar gibi gelmesine rağmen sonra sonra başka şeyler de fark etmeye başlıyor insan. Yani mesela ben bir başkasının sevgilisine şiir yazdığım zaman, o şiir okunduğu zaman o kişiye, iki kişinin sarılmasına daha bir kuvvetli sebep olunduğunda.. o şiir kime ait oluyor? Yazan kişi olarak bana bile ait değil aslında. O kişilere veya sevgililerine de ait değil aslında.
Belki hala birinin eski kitabı arasındadır bir şiirim. Yazanı benim adım olmayan fakat eski özlemleri canlandıran birkaç satır. Satır araları sarı bir çiçeğin eski sarı ıslaklığıyla iz-lenmiş.
Şiirin böyle yalancılık fonksiyonu da var. Kullanım yerine göre değişir tabii. Kaba bir tabir olmuş olabilir bu. Yalancılık… Kimseye ait olmaması, onu herkesin mülk edinebileceği anlamına da geliyor bir yandan; gönül mülküdür; gönül kamusudur..da denebilir.
Ara ara, hemşehrim diye övündüğüm Cahit Külebi’nin o tanınmış şiirinin hikayesini öğrendiğimde biraz şaşırmıştım…”Senin dudakların pembe , ellerin beyaz…” diye başlar. Hiç de fark etmemişiz…Yani Cahit Külebi eşkiyalardan filan da bahsediyor… Tokat’ta-Zile’de eşkıya var mıydı, o şiir yazıldığında? o kadar da köylü havası yok (belki köylüdür de).. Neyse. O şiiri, askerliği esnasında bir erin köyündeki -galiba- nişanlısı için yazıyor rica üzerine. Er de mektupla nişanlısına gönderiyor. Bu noktaya kadar baktığımızda, aynı ben.
… Hiçbir şair “mutlu” değildir. Mutluluğu kimin yaşam biçine göre ölçütlediğinize bağlıdır mutluluk. Bir an için kendimizi “mutlu” etiketiyle tanımladığımızda, daha başka-üst mutlulukların olabileceğini hesaba katarsak, o anki mutluluk, mutluluk değildir öyleyse. Ruh gerisinde veya bilinç gerisinde hep gezer olmak, mutlu olmamayı da bir zırh olarak kullanıyor da olabilir şair. Talan da edilebilir çünkü. Şu dünyada talan edilmeyecek şey yok. Şairin, gerçek bir şairin farkı.. şiir gelir şairi konuşur, onu bilir şair.
Şiirin gönül kamusundan düşmesini, her ne kadar bizden daha düşemese de, zihni yoğunluna bağlamak doğru olur. Azlık, netlik de demekti eskiden. Şimdi, gördüğümüz şeyler o kadar çok ki; kafamıza dolan şeyler o kadar çok ki. Sel basmış ruhu, tutalım da can kurtarmak yerine şiir mi okuyalım. Sele kapılanların bundan haberi yok. Böyle gibi sanırım…
Bu sel-talanda veya olacak sel-talanlarda korumak lazım; şiiri değil, şairliği.
Kimsenin bilmediği şiirleriniz olmalı ve hiç okumamalısınız; kendinize bile bir daha hiç.
İlahi Ümit, gülümsettin yine beni. Zekan bulaşmış yazına her zamanki gibi. Sen de şimdi diyeceksin ki, kahretsin, napayım.)))