Öfke… Haykırma..
İçini dökme..
Vurma…Kırma…
Yıkma..
Ya da içine atma!
En korkuncu bu “sessiz çığlık”
En yumuşak huylu, mülayim, sessiz dediğimiz insan bile an geliyor sesinin yettiğince basıyor çığlığı. Atıyor kahkahayı ve gözlerinden yaşlar boşalıyor! Ardından da; “sinirim boşaldı” şeklinde bir açıklama gereği duyuyor!
Psikoloji okumadım amma içimden geldiği gibi yazmak istiyorum. Belki benzetmelerim veya dile getirdiğim konu beni aşar amma, sanırım gazetemizin yazar portalında yazı yazan onlarca yazarlarımızdan bazıları bu konunun uzmanıdır ve gün gelir konuyu psikolojik olarak ta ele alır ve neden ve sebepleri konusunda çok daha aydınlanmış oluruz.
Günümüz koşullarında gerek geçim sıkıntısı, gerekse siyasilerimizin ekranlarda ki seviyeli (!) konuşmaları, örnek (!) davranışları sayesinde toplumumuz da “kopyala yapıştır” misali bu UZMAN (!) kadrolardan aldıklarını hiç zaman kaybetmeden çarşıda, pazarda, hatta evde uygulamayı marifet sanıyor!
Ben 64 yaşındayım. Ortaokul çağlarımdan itibaren siyasetin içerisindeyim. Afiş asar, yürüyüşlere katılır, slogan atar, gençliğin ya da çocukluğun verdiği enerji ile bayağı hareketli biriydim. Ancak siyasi kadroların ve liderlerin bu derece seviyeyi düşürdüklerini duymadım. Konuşmalar gayet kibar, edebi, şiirsel, fıkralarla bezeli, görsellik ağırlıklı, saygı içerikli hitaplar ve mükemmel bir konuşma adabı içerisinde tartışma programları, (önceleri radyodan dinlerdik, daha sonra TV hayatımıza girince görüntülü) izlerdik.
Bu muaşeret kuralları şu an için hiçbir liderde yok!
Bakan & Milletvekillerinin bazılarında var ise de bence yeterli değil! Çünkü onların bizlere ÖRNEK olması gereği olarak ele aldığımızda 10 üzerinden 1 veya 2 puanla derecelendirilirler. Çok düşük.
Münazara, münakaşa, tartışma, anlatma, anlama, yorumlama, özellikle de DİNLEME kültürümüz hepten kayboldu. Eyyyy.., Bay… diye bir tabir yoktu! Çirkef, çamur, çöp, karikatür tip, illet, zillet, soysuz, şerefsiz, haysiyetsiz, onursuz, çete, mafya, yalancı, yalan, dolan, dalavere gibi suçlayıcı, aşağılayıcı, hakir görücü hitap şekli yoktu! Bu kelimelerden kurulu cümleleri kullanmak o kadar UCUZ değildi.
Hele hele kendi siyasi partisini desteklemeyenlere “vatan haini”, “düşman”, “ihanet çeteleri” “dinsiz – imansız” gibi çok ağır ithamları hiç duymamıştım!
Çok yazık.
“Sayın” denirdi. “Muhterem” denirdi. “Falanca partinin Genel Başkanı”, “Genel Sekreteri”, “Grup sözcüsü”, vs. denirdi.
İşte bu şiddet ve nefret duygusu, ne yazık ki bizleri temsil edenler olarak dikkatlerimizi çekiyor, bizi kendileri gibi kılıyor, hal ve hareketlerimizde OLUMSUZLUK sergiliyor!
Bizi; ev, hane içi başta olmak üzere, sokakta, toplumda, yazıda, çizgide, ikili ilişkilerde olduğu gibi, en kötüsü de ekmek parası kazandığımız işyerinde ve çalıştığımız kurumda agresif, çekilmez, bön bön bakan, soğuk, çekilmez kılıyor!
Hanım; “evde soğan yok” dediğinde hemen tepki gösteriyor, “geçen gün aldık ya. Ne çabuk bitirdin” diyerek bir de hakaret edebiliyoruz.
Çocuk; “baba okula gidiyorum” dediğinde “bön bön” bakıyor, “ne yani, ne yapacaktın ya” dercesine ilgisiz, şefkatsiz oluyoruz.
Müşteriyi azarlıyor “almazsan alma” diyerek kazancımızı baltalıyoruz.
Amirimize karşı neredeyse “sen kalk oradan, ben oturacağım” diyecek oluyor, amirlik taslıyoruz.
İşçilerimizi köle gibi görüyor, insanlıktan uzaklaşıyor, “hak hukuk tanımaz” oluyor, tabii ki randıman da alamıyoruz. vs.
Sözün Özü!
Hadi ben bunları dile getirerek bir yerde kendimi deşarj ettim. İçimi boşaltmaya çalıştım! Çığlığımı yazıya yükleyerek bir nebze olsun rahatladım!
Peki ya başka birileri ne yapıyor?
Öfkesini nasıl gideriyor?
İşte orada kıyametler kopuyor!
Haykırıyor, vuruyor, kırıyor, döküyor, yıkıyor ve rahatlamaya çalışıyor! Kendisini ve çevresini perişan edip, sonunda pişmanlığın fayda etmediği bir sessizliğe bürünüyor!
Kimisi de ne yazık ki içine atıyor!
En korkuncu işte bu “sessiz çığlık” Ne zaman ne yapacağı, nasıl dışa vuracağı bir muamma. “Bekle gör” dedirtiyor adeta!
Mustafa Kemal ÖZGÜRSOY
Sessiz Çığlık çok beğendim..
Teşekkür ederim efendim.