Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme… Kollarını aç… ________Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Bazen çevrenizde birçok grup, potansiyel arkadaş vardır lakin hiçbiri ile bir türlü anlaşıp yeterli yakınlığa erişemezsiniz. İşte bu tür zamanlarda bütün gruplardan uzak bir şeklide durup kendi kendimize yettiğimiz zaman lakin onların da orada olduğunu fark etmemiz, insana yalnızlık hissini veren anlardan birisidir.
İşte bu noktada devreye girer en sadık dost. Tanıştırayım sizleri; onun adı “KİTAP…”
Kitap okumak elbette çok değerli çok… Ama anlatmak bambaşka bir şey ve ikisine de yer açmalı. Masal anlatırken bir metne bağlı kalmadığımız için yaratıcılığımızı kullanıyoruz. Yaratıcılık riske atılmak demek, cesaret istiyor. Bir kalkanın arkasına saklanır gibi kitap okumanın arkasına saklanırsak, yaratıcı cesaret örneği olamayız.
“Yalnızlıkta dost ve arkadaş yokluğunun yerini ancak kitap tutabilir” sözünden hareketle insan, dostlarından ayrı kaldığında hemen kitaplara sarılmalıdır. Hatta kitaplara koşmak için yalnız kalmak ya da kendini yalnız hissetmek beklenmemelidir. Her daim kitap okumak, insanın kendini hiç terk etmeyecek bilgili ve sadık arkadaşlar edinmesi demektir.
İşte hem araştırmacı bir ruhla okumayı seven ama en önemlisi rahmete kavuşmuş, toprak adam lakaplı, Çiftçiye ve çiftçiliğe bir ömür adamış, mücadele etmiş bir insanın Reşit Kurşun ’un evladı olmam nedeniyle; ‘Rachel Carson’ tarafından yazılmış ve ‘Çağatay Güler’ tarafında Türkçeye çevrilmiş
Palme yayıncılık tarafından çıkartılan Akademik ve siyaset içerikli bir kitabı okudum ve size de kitaptan bazı alıntılar yaparak düşüncelerimi anlatmak istedim bu gün…
Bir solukta okuduğum, herkese okuması için tavsiye ettiğim ve daha çok okuyucuya hitap edebilmesi adına bitirir bitirmez hakkında yazı yazmak istediğim ilk kitaptır Sessiz Bahar. Yazar, bilim adamı ve ekolog olan Rachel Carson tarafından yazılmış, 1962 yılında yayınlanmasıyla tüm dünyayı etkilemeyi başarmıştır…
SESSİZ BAHAR
Tüylerinizi diken diken edecek bu kitabı okuduğunuzda doğanın yaşayan bir varlık olduğunu tekrar hatırlayacaksınız. Doğada her şeyin birbiriyle bağlantı içinde olduğunu görecek, yoğun olarak uygulanan kimyasalların doğanın doğal döngüsünü bozarak en küçük mikroorganizmasından başlayarak nasıl tüm canlı yaşamı etkilediğini göreceksiniz.
Tek bir kitap nadiren tarihin seyrini değiştirebilir; ancak Rachel Carson’un “Sessiz Bahar”ı tam anlamıyla bunu yapmıştır.
Bu kitabın 1962 de yayınlanmasını izleyen çığlık DDT nin yasaklanmasını ve havamızı, toprağımızı ve suyumuzu etkileyen yasalarda devrim niteliğinde değişiklikleri tetikledi.
Carson’un gezegenimizin geleceği ile ilgili büyük ve öfkeli endişeleri bütün dünyada güçlü bir biçimde yankılandı ve onun etkileyici kitabı çevre hareketinin başlamasında temel etken oldu. Bu kitap hiç kuşkusuz 2O.yy’ın kilometre taşlarından biridir. Al Gore çevreyle ilgili çok beğenilen ve çok satan kitabı, Yerkürenin Dengesi üzerinde çalışırken; Sessiz Bahar bir denektaşı işlevi gördü. Günümüzde Rachel Carson’un mesajı her zamankinden daha büyük önem taşımaktadır
Sessiz bahar, öncelikle tarımsal üretimde olmak üzere bilinçsiz bir şekilde kullanılan kimyasal böcek öldürücülerin doğaya vermiş olduğu tahribatı anlatır. Doğa bir bütündür ve bir denge içerisinde her şey birbirine bağlıdır. Doğanın bir parçası olduğunu unutan insanın kimyasallar kullanarak açtığı bu savaşla aslında kendisine zarar verdiğini göstermeye çalışan Carson, ileri görüşlülüğü ve sahip olduğu biyoloji bilgisiyle yaşanan ve gelecekte yaşanabilecek felaket tablosunu bizlere sunarak tüm dünyayı uyandırmayı başarmıştır.
Günümüz çevrecilik akımı onun özellikle “Sessiz Bahar“ la başlattığı büyük tartışmaya çok şey borçludur. Bu tartışmaların bütün yükünü göğüslemiş, çok sıkıntılı dönemler geçirmek zorunda kalmasına rağmen toplum bireylerini tartışmanın odağına çekebilmeyi başarmıştır. “Sessiz Bahar” sistemli bir bilimsel çalışmanın ürünü olmasının yanı sıra, yüreği doğa sevgisiyle dolu, ona verilen zararların sonucunu açık seçik ve net olarak görmenin duygusal yükünü de çok güçlü bir şekilde yansıtan bir kitaptır…
Kimyasal uygulamaların sürekli tekrarlanması, olumlu bir sonuç alınamadığı takdirde bilinçsiz bir şekilde doz oranının arttırılması, bir değil birçok kimyasalın kullanılmasından ve bu kimyasalların kendi aralarındaki etkileşimiyle daha zararlı hale gelebilmesi birçok canlı türünde ağır kayıplara neden olmuştur. Birçok canlı sınıfında yaşanan zehirlenme belirtileri ve hepsinde ortak olan ölümle sonuçlanmış vakalar hatta bazı türlerin neredeyse tümünün imha edilme noktasına gelindiği raporlarla sunulmuştur…
Her şey, karşılaşılan böcek sorunundan kurtulmak amacıyla doğa üzerinde nasıl etkileri olabileceği düşünülmeksizin DDT, BHC, Arsenik, Heptaklor, Endrin, klordan gibi birçok zehirli kimyasal böcek öldürücülere başvurulmasıyla başlamıştır. Başta tarım alanları olmak üzere, ormanlara, bahçelere, ekim alanlarına bilinçsizce püskürtülen kimyasallar ağaçların ve toprağın üzerine örtü gibi serilmiş, bu kimyasalların bir kısmı ağaçların gövdelerinden, yapraklarından aşağı süzülerek toprağa ulaşmıştır. Yağmur ve akıntılarla birlikte toprak üzerindeki kimyasal ilaç örtüsünün bir kısmı yeraltı sularına, akarsulara, ırmaklara, göllere ve göletlere karışmıştır. Aynı zamanda uçakların kullanılmasıyla püskürtülen kimyasallar esintiyle sürüklenerek daha geniş alanlara yayılarak dokunduğu her şeyi zehirlemiştir…
Kullanılan kimyasal böcek öldürücüler insan varlığı için de büyük bir tehdittir. Bu kimyasalların enzimleri tahrip etmek, kromozomların yapısına zarar vermek, sinir ve bağışıklık sistemine zarar vermek gibi oldukça büyük etkileri vardır. Hatta hücre bölünmesi üzerindeki etkisiyle bir canlı türünün devamlılığı için çok büyük bir tehdit oluşturabilir. Ayrıca bazı kimyasalların kanser yapıcı etkisi olduğuna da değinilmiştir.
İlaçlamaların kısa süreli etki etmesi ve daha ağır sonuçlara yol açması, birçok canlı topluluğunda yaşanan hastalıklar ve ölümlerin görülmesi araştırmacıların kimyasal çözümlerden çok biyolojik çözümlere ağırlık vermesi gerektiğinin göstergesidir. Rachel Carson, gerektiğinde en az kimyasal doz kullanımı sağlanarak biyolojik çözümler ile istenilen sonuçların elde edildiğini, bu konuda yapılan çalışmaları bize sunarak göstermiştir.
İnsan ırkı için karamsarım, çünkü kendi çıkarlarını çok iyi kollamakta. Doğayı emrimiz altına almak istiyoruz. Eğer kendimizi bu gezegene uydurmaya çalışsak, onu kuşkucu ve diktatörce bakış açısıyla değil değerbilir biçimde görebilseydik varlığımızı sürdürebilme şansımız daha yüksek olurdu.
Felsefemizi değiştirmek zorundayız, insanın üstün olduğu şeklindeki tutumumuzdan bütünüyle vazgeçmeli, doğal çevredeki birçok olguda kendimizin yapabileceğinden daha ekonomik şekilde canlı topluluklarının sınırlandırılmasına yönelik yol ve yöntemler bulabileceğimizi kabul etmeliyiz.
“Âdemoğlu kendi yarattığı şeytanın farkına bile zor varır.”
Bizi rahatsız eden ya da işimize gelmeyen herhangi bir yaratığın kökünü kazıma biçiminde ortaya çıkan öldürme alışkanlığı arttıkça; kuşlar kendilerini rastlantıyla açıklanamayacak biçimde zehirlerin doğrudan hedefi olarak bulmaktadır.
İnsanlar geleceği görme ve önlem alma yeteneklerini kaybettiler. Dünyayı yok ederek kendi sonlarını da hazırlıyorlar.
Gereken bilginin çoğu var olduğu halde kullanmıyoruz.
Kimyasal kanser etkenleri dünyamıza iki şekilde yuvarlamışlardır: birincisi, adeta bir acı mizah gibi, insanın daha iyi ve daha kolay bir yaşam arayışı; ikincisi bu tip kimyasalların üretiminin ve satışının ekonomimizin ve yaşam biçimimizin benimsenmiş bir bölümü haline gelmesi nedeniyledir.
Ve zehir bir kez girdikten sonra bunun temizlenmesi çok zordur.
İlkel tarım koşullarında çiftçilerin çok az böcek sorunu vardı. Bu sorunlar tarımda yoğunlaşma sonucu binlerce dönüm alanın tek bir ürününün türüne ayrılmasıyla ortaya çıktı.
Jean Rostand’ın sözleriyle ” ‘katlanacaksın!’ dayatması bize bilme hakkı verir.”
“Burada tekrar doğada hiçbir şeyin tek başına var olamayacağını hatırlıyoruz.”
Hemen hemen hiç farkında olmadığımız acımasız bir hortlak üzerimize çökmüştür ve bu hayali trajedi kolayca hepimizin bildiği katı bir gerçeğe dönüşebilir.
İçinde yaşadığımız evren bir döngü içinde işleyen unsurlarla birlikte varlığını sürdürmektedir. Her bir unsur kendi içinde kendi düzeni ile işler, çevre ve doğada bu unsurların başında gelir.
Çevre kirliliği, çevrenin doğal olmayan bir şekilde insan eliyle doğallığının bozulmasıdır. Bu ekosistemi bozma eylemleri; kirlenme şeklinde tabir edilmektedir. Çevre; dünya üzerinde yaşamını sürdüren canlılarının hayatları boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır.
İnsan yaşadığı çevrenin düzenini bilmeli ve bu düzene uygun şekilde hareket etmelidir. Ne yazık bu basit kurala biz insanlar çoğu zaman uymayı başaramıyoruz. İnsanoğlu, ister bireysel sorumsuzluğu ile ister ekonomik yatırımlarla çevreyi, doğayı mahvediyor.
Fabrikalardan salınan atıklardan kişisel bakımda kullandığımız basit deodorantlara, uçak veya arabalardan çıkan gazlardan küçük plastik poşetlere kadar birçok şey çevre kirliliği oluşturmaktadır.
Çevre kirliliği kavramı geniş bir alanı kapsamaktadır. Basit şekliyle doğaya zarar veren her şey çevre kirliliğine sebep olmaktadır. Bu sebeplerden en dikkat çekici olanları ise şu şekildedir:
-Fabrikaların atıklarını sınırlandırmaması
-Çöplerin doğada bırakılması
-Gereksiz sesli uyaran kullanımı
-Evsel ve tıbbi atıkların geri dönüştürülmemesi
-Doğada çözünmeyen plastiklerin gereğinden fazla kullanımı
-Kontrolsüz ağaç kesimi ve doğal yaşamın tahrip edilmesi
-Sera gazı yayan aletlerin kullanımının yaygın olması
-Kimyasal içerikli ürünlerin fazla kullanılması
-Radyasyon yayan teknolojik cihazların fazla kullanımı
-Gereğinden fazla ışıklandırma yapılması
-Nükleer enerji santrallerinin denetlenmemesi
Daha yeşil ve güzel bir Dünya için yola çıkan Yeşil Aşkı, herkesi Dünya’ya zarar vermeden, çevre dostu ve sürdürülebilir bir yaşama davet ediyor.
Bütün gayemiz; temiz bir çevre, yaşanabilir bir dünya ve yeşil gören gözler değil midir?.. Yeşil görmeyen gözler, Renk zevkinden mahrumdur.
İnsanoğlu doğayı gözleyecek ve onu örnek alacak kadar akıllı olursa, sıklıkla başarı ile ödüllendirilecektir.
Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına, doğa ve çevre adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ her zaman ve her an…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu ülkenin sahipleri, yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir… Mutlu, umutlu ve sağlıklı, içinde güzel dakikaların, saatlerin olduğu bir Cumartesi günü dilerim sizlere. Sevgi ve mutluluk gönül sofranızın baş tacı olsun… Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun, gecenizden doğan sabahınıza selam olsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#